Halkevleri Kemalpaşa Halk Festivali kapsamında yapılan ekoloji forumunda yaşam savunucuları bir araya geldi. Kemalpaşa Parkı’nda yapılan ve Canan Topaloğlu ile Emine Akbaba’nın moderasyonunu üstlendiği foruma Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu, Cankurtaran Savunması adına Dursun Ali Koyuncu, Fatsa Doğa ve Çevre Derneği Başkan Yardımcısı Alaattin Yılmazer, Yeşil Artvin Derneği Başkanı Nur Neşe Karahan, Yaşam Savunucuları Arama Kurtarma Derneği Kurucu Başkanı Erken Şenel, Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) Genel Müdürü Ömür Kula, Karıncalar Karadeniz adına Aslı Karaman Eren, Hopa Ziraat Odası Başkanı Olcay Muti ve Halkevleri Toplumsal Çalışmalar Merkezi’nden Menderes Tutuş katıldı
Halkevleri öncülüğünde örgütlenen Kemalpaşa Halk Festivali’nin 20. yılında sermayenin yaşam alanlarına saldırılarının ekolojik boyutlarını konuşmak, eko-yıkımın neden olduğu afetler karşısında yaşam hakkının örgütlenmesinin olanaklarını tartışmak, bölgede 30 yılı aşkın bir süredir devam mücadele ve direniş deneyimlerinin aktarımı için bir araya gelinen forum Kemalpaşa Parkı’nda yapıldı.
Canan Topaloğlu ve Emine Akbaba’nın moderasyonluğunu üstlendiği foruma Karadeniz Teknik Üniversitesi’nden akademisyen Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu, Cankurtaran Savunması adına Dursun Ali Koyuncu, Fatsa Doğa ve Çevre Derneği Başkan Yardımcısı Alaattin Yılmazer, Yeşil Artvin Derneği Başkanı Nur Neşe Karahan, Yaşam Savunucuları Arama Kurtarma Derneği Kurucu Başkanı Erkan Şenel, Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) Genel Müdürü Ömür Kula, Karıncalar Karadeniz adına Aslı Karaman Eren, Hopa Ziraat Odası Başkanı Olcay Muti ve Halkevleri Toplumsal Çalışmalar Merkezi’nden Menderes Tutuş katıldı.
Menderes Tutuş
Forum Halkevleri Toplumsal Çalışmalar Merkezi’nden Menderes Tutuş’un sunumuyla başladı. Tutuş, sunumunda bölgedeki ekoloji mücadelelerine işaret ederek ekoloji mücadelesinin bilimsel, politik ve pratik bilgisinin Karadeniz’de gelişkin olduğunu ifade etti. Tutuş, bölgedeki ekoloji mücadelelerinin basit bir duyarlılıkla başladığını ancak gelinen noktada basit bir duyarlılıktan çıkıp genişlediği, toplumsallaştığı, bütünleştiği ve genelleştiğinin altını çizerek “Ekolojik mücadele dediğimiz artık hem küresel olarak hem ülkemizde artık görkemli bir mücadeledir. Bütünsel bir mücadeledir. Tüm alanlara sirayet eden ortak kesen bir mücadeledir. Basit duyarlılıktan bu noktaya kadar geldik. Ama yine bir yeni başlangıç noktası oluşturduk” ifadelerini kullandı.
Ekoloji mücadelesinde dönüm noktasında olunduğunu vurgulayan Tutuş, “Ekolojik ve toplumsal yıkım her geçen gün büyük bedeller ödetiyor, büyük kayıplar verdiriyor. Ekolojik mücadelenin bunu tek bir kayıp bile vermeyeceğiz; ne bir ağaç dalı, ne bir canımız, ne bir türsel yoldaşımız, tek bir kayıp bile vermeyeceğiz iddiasıyla yola çıkmamız lazım ve hani basit duyarlılığın dışında kayıp vermemeyi örgütlü güvence altına almamız gerekiyor. Adımlar atmaya devam edeceğiz ama bu dönüm noktasının gereği olan adım ne ise yeniden biçimlenmeyse, yeniden örgütlenmeyse, zannediyorum onu çok konuşmamızı gerektiren bir dönüm noktasında bulunabiliriz” dedi.
Tutuş, ekolojik krizin artık telafisi imkânsız bir aşamaya geldiği, mücadelenin yalnızca direnişle sınırlı kalmaması gerektiğini söylerken “Meta üretmek değil, besin üretmek istiyoruz. Çay üreticileri ‘Bu zehri halkımıza yedirmeyeceğiz’ diyebilmeli. Bu, toprağın arındırılmasını hedefleyen yeni bir devrimci süreç demek” diyerek tüm toplumsal dinamiklerin “yaşam savunucuları” olarak harekete geçmesi gerektiğinin altını çizdi. Konuşmasına “Öğretmenler yeni nesilleri ekolojik bilinçle yetiştirmeli, tır şoförleri meta taşımak yerine yaşamı savunmalı. Deprem dayanışmasındaki o kolektif ruhu ekolojik mücadelede de yakalamalıyız” diye devam eden Tutuş, mevcut direniş ve hareketlerin yerel ve dağınık kaldığına dikkat çekerek “Direnişler onurlu ama sönümleniyor. Kurucu bir felsefeyle bütünleşip toplumsal dönüşüm yaratmalıyız. Zamanın gereği bu” dedi.
Oğuz Kurdoğlu
Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu, yaptığı sunumda madenciliğin en büyük sömürge aracı olduğuna dikkat çekerken çokuluslu şirketlerin faaliyetlerine işaret ederek demokrasinin değişim sürecinde olduğunu ve mevcut süreci “şirketokrasi” olarak değerlendiklerini söyledi. Endüstri devriminden itibaren madenciliğin az gelişmiş ülkelerin kaynaklarını sömürmenin en etkili yolu olduğunu ifade eden Kurdoğlu, altın, elmas ve bakır yataklarına sahip ülkelerin dünyanın en yoksulları arasında olduğunu hatırlattı. Kurdoğlu, madenciliğin, ekosistem üzerinden geri dönüşsüz tahribata yol açtığını ifade ederek temiz hava, iklim, tarım alanları ve biyolojik çeşitlilik yok olduğuna değindi. 1 milyon hektardan fazla orman ve mera arazisi madencilik için tahsis edildiğine dikkat çeken Kurdoğlu, madenciliğin su kaynakları içinde büyük bir tehdit olduğunu vurguladı. Kurdoğlu konuşmasını şu ifadelerle sonlandırdı:
Madencilik bir ülkeyi çökertmek için kullanılabilen onu iliklerine kadar sömürmek için kullanılabilen en önemli argümandır. Çok uluslu ve ulusal şirketlerin ve büyük sermayenin dolayısıyla da emperyalizmin madenciliği mutlak surette ülkemizde engellenmelidir. Sömürge madenciliği bizim için büyük bir yıkımdır.
Alaattin Yılmazer
Fatsa Doğa ve Çevre Derneği Başkan Yardımcısı Alaattin Yılmazer, yaptığı sunumda nadir toprak elementlerine ve yeni kazıcılığa dikkat çekerek şunları söyledi:
Bütün dünyada kömür şirketlerine bile artık ‘Nadir toprak elementlerine dönün’ diye bir çağrı var. Dünya Bankası tarafından ve eş zamanlı olarak Türkiye’deki geçen kanunun yanında Brezilya’da da ve Amerika’da da geçti. Yani bu süreçler, büyük kapitalist sömürü düzeninden bağımsız süreçler değildir. Ve şöyle diyor Uluslararası Enerji Ajansı ve Dünya Bankası: ‘2030 ve 2040 dönüşümlerini sağlayabilmek için yaklaşık üç milyar tondan daha fazla cevhere ihtiyacımız var.’ Bu da demektir ki, bizim aslında kapitalist döngünün içerisinde dün kömür ve petrol için söylediğimiz sözleri, bugün mineraller için de söyleyeceğiz ve içine “yeşil” diyerek yapacağız bunları. Bu üç milyar tonun toprağa ve suya zararlarını biz Çin’de, Şili’de, Kongo’da, kobalt, nikel ve Çin’deki nadir toprak elementlerinde görüyoruz. Madenciliğin zaten genel sıkıntısı bu: Su kaynaklarına, toprağa ve varlıklara etkisi tartışılamaz ve bizi de maalesef ucuz meta olarak görüyor. İnsanı da ucuz meta olarak görüyor. Toprağı da ucuz meta olarak görüyor. Suyu da ucuz meta olarak görüyor.
Madenciliğin yarattığı ekokırımın su kaynaklarına olan etkisinin altını çizen Yılmazer, “‘Doğal varlık’ dememizin de en önemli nedeni o. Çünkü biz, buralarda o ham maddenin üzerinde yaşayan, onlara göre ham maddenin üzerinde yaşayan insanlar olarak varlığımız da o varlıklara bağlı. Karadeniz’in iklimine bağımlı olan bir şey var… Çay. Onu üzerinden alırsınız, siz de olmazsınız. Karadeniz’in mikroiklimine özgü olan fındık var. O olmazsa biz de olmayız. Orman olmazsa fındık olmaz. Yağış formu değiştirirse fındık olmaz. Su olmazsa fındık olmaz. Ama bu insanlar için çok önemli mi? Tabii ki hayır. Çünkü biz artık beli sömürülen, vücudu sömürülen, iş gücü olarak, askeri olarak katkı verdiğimiz kapitalizme artık canımızla katkı veriyoruz” ifadelerini kullandı.
Dursun Ali Koyuncu
Cankurtaran Yaşam Savunması’nı temsilen katılan Dursun Ali Koyuncu, yaptığı sunumda çevre mücadelelerinin dönüm noktasında olduğu yönündeki görüşlerle hemfikir olduklarını belirtirken dayanışma örneklerinin yeterince arttırılmadığının altını çizdi. “Sesimizi yükseltme, mücadeleyi büyütme konusunda eksiklerimiz var. Bunu Cankurtaran mücadelesinde net bir şekilde gördük” diye konuşan Koyuncu, “Cankurtaran’da mücadele ederken en büyük sıkıntımız sesimizi duyuramamak ve yalnız kalmaktı. En yakınımızda durması gerekenler bile yanımızda değildi. Handikaplarımız, yenilgilerimiz oldu. Sürekli nöbet tutanlardan biriydik. Cerattepe düşerse Çoruh Havzası’nda büyük bir kayıp yaşarız dedik, ama toplumun bir kısmı ‘Cerattepe bile kaybedildiyse biz ne yapabiliriz?’ diye düşündü” dedi.
Cankurtaran’a 15 yıl önce maden projesiyle gelmeye çalıştıklarını ancak köylülerin izin vermediği için turizm adı altında yeni projelerle bölgeyi talan etmeye çalıştıklarını hatırlatan Koyuncu konuşmasına şöyle devam etti:
En ilerici dostlarımız bile “Turizm niye kötü olsun” diye sordu. Bugün mahkemede “Bu bir rant kavgası” deniyor. Oysa köylüler isteseydi, yıllar önce rüşvet tekliflerini kabul ederdi. Ama “Toprağımızı vermeyeceğiz” dediler. Şimdi Arhavi’deki mücadeleyi büyütemezsek, orayı da yalnız bırakırsak, geri dönüşü olmayan bir yola gireceğiz. Çünkü arkasından Behlivan Vadisi, maden sahaları gelecek. Cankurtaran’da şimdi “Boş mu duracak” diye homurdanmalar başladı. Yalnız kaldıkça direncimiz kırılıyor. Bu yüzden daha çok konuşmalı, daha sık yan yana gelmeli ve mücadeleyi büyütmeliyiz.
Nur Neşe Karahan
Yeşil Artvin Derneği Başkanı Nur Neşe Karahan, yaptığı sunumda 1994’te başlayan Cerattepe mücadelesinin tarihini anlattı. “Yeşil Artvin Derneği 1995’te kuruldu. Bağımsız, herkesi kapsayan bir örgütlenmeydi. Valinin de desteğiyle tüm kesimleri – iktidarı, muhalefeti, muhtarları, baroyu, taraftar derneklerini – bir araya getirdik. Kapı kapı dolaştık, bilimsel verilerle halkı bilinçlendirdik. Yıllar süren hukuk mücadeleleri sonucu ruhsatları iptal ettirdik. Anayasa Mahkemesi “madencilik yaşam hakkı ihlalidir” dedi ancak Artvin’in sorunu sadece Cerattepe değildi. Orman kesimleri, HES’ler, barajlar… Çoruh Vadisi Akdeniz iklimine sahip, zeytinden pirince her şeyin yetiştiği bir yerdi. Yusufeli Barajı en büyük yıkım projesi oldu. Zeytin yasasının hiçe sayıldığı bu süreçte Çoruh Vadisi’ni kaybettik. Artvin şimdi en çok yatırım alan ama aynı zamanda en yoksul il” diye konuşan Karahan, şu ifadeleri kullandı:
Cerattepe’de 7 şehrin güvenlik gücüne rağmen mücadeleden vazgeçmedik. Ancak o yoğunluğu yakalayamıyoruz. 176 HES projesi, resmi rakamlara göre 125, derelerin betonlaştırılması, Karadeniz otoyolu… Artvin bir doğa müzesiyken parça parça ediliyor. Mücadele alanı arttıkça güç dağılıyor. Şimdi tüm Türkiye için mücadele etmemiz gerekiyor. Kazanılmış haklarımıza rağmen her şey tersine dönüyor. Bunun yolunu birlikte bulmalıyız. Nasıl yükselteceğimizi konuşacağız.
Aslı Karaman Eren
Karıncalar Karadeniz adına Aslı Karaman Eren, konuşmasına Reşit Kibar’ı anarak başladı. Eren, “Süper Talan” yasasına karşı başlattıkları 300’ü aşkın bileşenle başlattıkları Toprağımızı Vermiyoruz Kampanyasıyla Akbelen’den İkizdere’ye, Edirne’den Kars’a yaşam savunucularının ortak mücadele zemininde buluştuğunu belirtti. “Süper Talan” yasasıyla tapulu arazilerinin bile maden şirketlerine devredilebileceğini, ormanların, su havzalarının ve tarım arazilerinin toplu imha tehdidi altında olduğunun altını çizerken Karadeniz’de 7 ilin yüzde 85’i maden sahası ilan edildiğini hatırlattı. Ekolojik yağmaya karşı “karınca” gibi örgütlenilmesinin gerektiğini ifade eden Eren, “Ordu’da tehlike varsa Giresun koşsun, Trabzon’da alarm varsa Rize koşsun. Dayanışma ağlarımızı güçlendirmek zorundayız. Reşit yoldaşımızın bedel ödediği bu mücadelede, her birimiz birer karınca gibi omuz vermeliyiz” dedi.
Olcay Muti
Hopa Ziraat Odası Başkanı Olcay Muti, yaptığı sunumda tarımdaki neoliberal dönüşümle geleneksel tarımdan vazgeçilerek toprakların ilaç ve gübreyle öldüğünü ifade ederek “Topraklarımız bugün bozulmadı. Yani 1970’lerden, 1980’lerden bugüne kadar tarım alanlarında kimyasal ilaç, kimyasal gübre kullanımına başladığı günden itibaren aslında toprak sağlığı bozuldu. Neden tarım alanında 70’lerden bugüne kimyasal gübreye geçiş oldu? Aslında 70’lerde sermaye krizinden çıkmak için tarım alanına saldırması gerekiyordu. Yani tarım üzerinden bir şey çıkarmaya çalışıyordu. O da neydi? Aslında Türkiye’de çok sağlıklı bir toprak vardı 70’lere kadar. Çiftçiler tarım yapıyordu. Çiftçiler de sağlıklıydı aslında. Ama sermayeye daha da fazla para lazımdı” dedi.
Ömür Kula
Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) Genel Müdürü Ömür Kula, yaptığı sunumda ekoloji mücadelelerinin yükselmesi için insanların duygudaşlık kurması ve öznel nedenler yaratmasının önemli olduğunu ifade etti. Kula, konuşmasında ekoloji mücadelesinin toplumsal mücadelelerden ayrılamayacağının altını çizdi. Öte yandan ekoloji mücadelesinde herkese büyük sorumluluklar düştüğünü belirterek “Eskiden nasıl oluyordu? ‘İşte doğayı korusun WWF. Gelsin fonlar, paralar. Siz orayı çevirin etrafına. İçerideki çeşitliliği koruyun. Orada araştırmalar yapın. Ne yapılması gerektiğini bize söyleyin’ falan filan. Bakın bu da çok stratejik bir yaklaşım. Çünkü bunu böyle örgüt büyük şeyleri odakları örgütleyip taşere ettirdiler bize. ‘WWF korusun. Yeşil Artvin Derneği korusun. Sen bir şey yapma. Sen evinde otur. Televizyonunu seyret. Ona bağış yap. O korur.’ Yok böyle bir şey. Gücünüzü taşere etmeyin” dedi.
Sendika.Org/Artvin