“Yıllardır sözümüz mahkeme salonlarında ve cezaevi koridorlarında yankılandı. Şimdi bu sesi Meclis’te duyurmak istiyoruz. Komisyon, toplumun barış talebini dile getirebilmemiz için önemli bir fırsat. Zaten siyasi partiler de çağrı yapmaya başladı; EMEP geçtiğimiz günlerde komisyonda vicdani retçilerin dinlenmesi için başvuruda bulundu. Bizim yaşadığımız sorunların, bizzat bizler tarafından anlatılması gerekiyor. Çünkü yaşadıklarımız raporlarda değil, hayatın tam içinde”
2010 yılında “Elime silah almam, savaşa katılmam” diyerek İstanbul Şişli’de bulunan Harbiye Orduevi önünde vicdani retçi olduğunu açıklayan Şendoğan Yazıcı’yla vicdani ret ve Kürt hareketiyle yürütülen süreç kapsamında Meclis’te kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” ile ilgili konuştuk. 2024 yılında 5 ay 18 gün hapis cezası ve 36 bin 500 TL idari para cezası verilen Yazıcı, Anayasa’da “vicdani reddi” engelleyen hiçbir yasanın olmadığı belirterek kendilerine yönelik baskıların hukuki değil siyasi olduğunu belirtti.
“Öldürmeyi reddetmeden barıştan söz edilemez” diye konuşan Yazıcı, Meclis’te kurulan komisyonda yer almak istediklerini belirterek “Yıllardır sözümüz mahkeme salonlarında ve cezaevi koridorlarında yankılandı. Şimdi bu sesi Meclis’te duyurmak istiyoruz” dedi. Yazıcı, komisyonda vicdani retçilerin dinlenmesinin önemli bir yerde durduğunun altını çizerken “Bu, yıllardır yok sayılan bir hakkın teslimi olacak ve kalıcı kardeşlik ile gerçek demokrasi için hayati bir eşik oluşturacaktır. Biz her an hazırız; çünkü çocuklarımıza savaşsız, özgür bir gelecek bırakmak istiyoruz. Yıllardır söylediğimiz gibi: Öldürmeyeceğiz, ölmeyeceğiz, kimsenin askeri olmayacağız” ifadelerini kullandı.
Türkiye’de vicdani ret hareketi nasıl doğdu?
Dünya çapındaki savaş karşıtı mücadelenin bir parçası olarak Türkiye’de vicdani ret 1989 sonunda gündeme geldi. Tayfun Gönül ve Vedat Zincir zorunlu askerliği reddettiklerini açıkladı. O günden bu yana yüzlerce kişi “Askerlik yapmayacağım” diyerek bu cesur duruşa katıldı.
Ancak şunu vurgulamak isterim: Her birimizin vicdani ret beyanı farklı. Kimimiz dini gerekçelerle, örneğin Yehova Şahitleri gibi, kimimiz politik nedenlerle, kimimiz ahlaki ya da insani gerekçelerle askerliği reddettik. Yani vicdani ret tek bir çizgiden ibaret değil; farklı inançlardan, dünya görüşlerinden, toplumsal deneyimlerden gelen insanlar ortaklaştı. Bizi birleştiren tek şey, “öldürmeyeceğiz” kararlılığı oldu.
Bugün bu topraklarda 1 milyondan fazla “asker kaçağı” genç var. Gerekçeleri ne olursa olsun, biz bu arkadaşları da potansiyel vicdani retçi olarak görüyoruz çünkü birçok yasal zorluğa, yaşamın içinde görünmez kılınmaya çalışılmalarına rağmen 1 milyonun üstünde genç askere gitmeyi reddediyor. Sadece onlar bunun adını vicdani ret olarak koymuyor.
Türkiye’nin hukuki durumu diğer ülkelerle karşılaştırıldığında nasıl görünüyor?
Avrupa Konseyi’ne üye 47 ülkenin yalnızca üçünde vicdani ret hakkı yasal güvence altında değil. Bunlar Türkiye, Azerbaycan ve Belarus. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2006’da Osman Murat Ülke davasında Türkiye’yi mahkûm etti; vicdani retçilerin sürekli cezalandırılmasının önlenmesini istedi ama neredeyse 20 yıl geçti, devlet bu karara uymadı.
Baskılar, yargılamalar ve cezalar artarak devam etti. Aslında mesele hukuki değil, tamamen siyasi çünkü hukuken bir engel yok, sadece siyasi irade yok.
Vicdani retçiler günlük yaşamda hangi zorluklarla karşı karşıya kalıyor?
Yasa uyarınca yoklama kaçağı veya bakaya durumundakiler sigortalı işe alınamıyor. İşverenler bile hapis tehdidiyle karşı karşıya bırakılıyor. Bu yüzden retçiler güvencesiz işlere itiliyor. Polis kontrolünde yakalanırsak tutanak tutuluyor, idari para cezaları kesiliyor ve bu cezalar yeni davalara dönüşüyor. Ödenmeyen cezalar yüzünden banka hesaplarımız bloke ediliyor. Kendi adımıza hesap açamıyoruz, maaşımızı başka birinin üzerinden almak zorunda kalıyoruz, kredi çekemiyoruz, vize işlemleri yapamıyoruz. Yani hayatımızın her alanı kilitleniyor.
Bir arkadaşım baba olduğunda çocuğunun adına banka hesabı açmak zorunda kaldı, çünkü kendi adı kara listedeydi. Bu örnek aslında “sivil ölüm” denilen durumu çok iyi özetliyor. Devlet seni toplumsal yaşamın dışına itiyor, görünmez kılıyor.
Bu durumun toplumsal karşılığı ne oluyor?
Çalışma hakkımız elimizden alınıyor, seyahat özgürlüğümüz engelleniyor, sosyal haklardan mahrum kalıyoruz. Hatta Milli Savunma Bakanlığı, özel şirketlere yazı gönderip “askere gideceklerine dair form imzalatın, imzalamazlarsa işten çıkarın” diyebiliyor. Hiçbir vicdani retçi böyle bir taahhüt imzalamıyor. Sonuç işsizlik ve dışlanma oluyor.
Bu politikaların tek amacı bizi görünmez kılmak ama gerçekte tam tersi oluyor. Baskılar artıyor ama askere gitmeyi reddedenlerin sayısı da her geçen yıl büyüyor.
Sizce çözüm için ne gerekiyor?
Çok basit, bir yasa. Anayasa’da vicdani reddi engelleyen hiçbir hüküm yok. Uluslararası İnsan Hakları normları ve AİHM kararları da bu hakkın tanınmasını emrediyor. Alternatif sivil hizmetin tanımlanacağı bir vicdani ret yasası çıkarılsa sorun çözülür. Yani hukuken mazeret yok, sadece siyasi irade gerekiyor. Aslında mesele şu; vicdanı tanıyacak mısınız, yoksa susturmaya mı çalışacaksınız?
Vicdani retçilere göre barışın yolu nereden geçiyor?
Öldürmeyi reddetmeden barıştan söz edilemez. Bir vicdani retçi arkadaşımızın dediği gibi: “Birini öldürmek istemiyorum demek çok kıymetli.” Bizler silah tutmayı reddettiğimiz için suçlu değiliz; tam tersine, bu ülkenin geleceğinin yapı taşlarıyız. Vicdanın sesini dinleyen insanları cezalandırmak yerine topluma katkı sunacak bireyler olarak görmek gerekir. Bizim barış dediğimiz şey soyut bir dilek değil; tam da yaşadığımız hayatın gerçeği.
Meclis’te kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda neden yer almak istiyorsunuz?
Yıllardır sözümüz mahkeme salonlarında ve cezaevi koridorlarında yankılandı. Şimdi bu sesi Meclis’te duyurmak istiyoruz. Komisyon, toplumun barış talebini dile getirebilmemiz için önemli bir fırsat. Zaten siyasi partiler de çağrı yapmaya başladı; EMEP geçtiğimiz günlerde komisyonda vicdani retçilerin dinlenmesi için başvuruda bulundu. Bizim yaşadığımız sorunların, bizzat bizler tarafından anlatılması gerekiyor çünkü yaşadıklarımız raporlarda değil, hayatın tam içinde.
Komisyona son çağrınız nedir?
Komisyon vicdani retçilerin sesini duymalı. Bu, yıllardır yok sayılan bir hakkın teslimi olacak ve kalıcı kardeşlik ile gerçek demokrasi için hayati bir eşik oluşturacaktır. Biz her an hazırız; çünkü çocuklarımıza savaşsız, özgür bir gelecek bırakmak istiyoruz. Yıllardır söylediğimiz gibi: Öldürmeyeceğiz, ölmeyeceğiz, kimsenin askeri olmayacağız.
Söyleşi: Atakan Asılbay