Topraklarımızı işgal için çıkarılan maden kanununa karşı, meşru zeminlerde her yol ve yöntemle mücadele edeceğiz. Uluslararası Tahkim Mahkemesi tehdidiyle donatılmış bu işgalcilere karşı duracağız
İşgalin yasallaştırılması amacıyla çıkarılan maden kanunundan önce, Centerra Gold’un Türk ortağı Öksüt Madencilik yetkilisi, hükümete bir çağrıda bulunarak maden yasası ve ÇED süreçlerinde kolaylıklar istemişti.
Giresun’da altın madeni işleten AKP Iğdır Milletvekili ve üç maden şirketiyle yakın ilişkisi olan, Zonguldak milletvekilinin girişimiyle, maden kazalarında beş binden fazla işçinin hayatını kaybettiği geçmişi göz ardı edilerek, bu işgal yasası Meclis’ten geçirildi.
Kanun, tüm direnişlere, protestolara ve muhalefet milletvekillerinin karşı çabalarına rağmen AKP ve MHP oylarıyla kabul edildi.
Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği bu süreci bir basın açıklamasıyla şöyle özetledi:
Bilindiği gibi, 2019 yılında ‘Su ve Vicdan Nöbeti’ ve 425 gün süren çadırlı direniş sonucunda, Kirazlı Altın Madeni Projesi’nin sahibi Alamos Gold’un yerli iştiraki olan Doğu Biga A.Ş.’nin işletme ruhsatı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından uzatılmamıştı.
Şirkete, Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından makine ve teçhizatını çıkarması için iki yıl süre verilmiş ve bu sürenin sonunda şirket alanı terk etmişti.
Şirket, 20 bin dönümlük işletme ruhsatının yenilenmemesi nedeniyle zarara uğradığını beyan ederek Türkiye Cumhuriyeti aleyhine Uluslararası Tahkim Mahkemeleri’nde 1 milyar dolarlık tazminat davası açmıştı.
Dava, 2021 yılında Uluslararası Yatırım Uyuşmazlıklarının Çözüm Merkezi (ICSID) nezdinde görülmeye başlandı. Bu süreç boyunca görüşmeler kamuoyundan gizlendi.
Dünya Bankası’na bağlı ICSID’in internet sitesinde yer alan son bilgilere göre, Alamos Gold Holding ile Türkiye arasında devam eden davada “tribunal kararına istinaden” işlemler askıya alınmış ve tarafların karşılıklı anlaşmaya vardığı görülmektedir.
Bu durum, işgalci maden şirketlerinin talebiyle işgalin yasallaştırıldığını ve sürecin perde arkasında yürütüldüğünü göstermektedir.
Kazdağları’nı tahrip eden, ormanları yok eden Alamos Gold’un, maden kanunu sonrasında Tahkim Mahkemesi süreciyle anlaşmaya vardığı açıktır.
Hiç şüphe yok ki hükümet, Alamos Gold ile anlaşmıştır.
Şimdi akıllara şu sorular geliyor:
Şirket Kazdağı’na geri mi dönecek? Başka maden sahaları için yeni taahhütler mi verildi?
Tahkim, 1958 yılında Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen bir uzlaşma yöntemidir. Aslında mahkeme değil, devletler ve şirketler arasındaki anlaşmazlıkları çözmek için kullanılan özel bir mekanizmadır.
AİHM veya Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi bir kamu işlevi yoktur. Tahkim sistemleri, Dünya Bankası, IMF ve güçlü sermaye gruplarının çıkarlarına göre işler. Avrupa’da özellikle Londra ve Paris merkezlidir.
Tahkim kararları kesinleştikten sonra icraya konulabilir. Türkiye, bu sistemle yeni yeni yüzleşmektedir.
Bu durumu en açık biçimde anlatan sözler, Tank Palet Fabrikası’nın satışıyla ilgiliydi.
Dönemin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu fabrikanın kamulaştırılacağını söylediğinde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan şu cevabı vermişti:
Sen dünyayı bilmiyorsun. Uluslararası Tahkim Mahkemesi diye bir mahkeme var, haberin yok mu?
Bu sözler, Tahkim Mahkemelerinin etkisini ve bağlayıcılığını en net şekilde ifade etmektedir.
Tahkim mekanizmaları, vahşi madenciliğin güvencesi ve peşkeş çekilen topraklarımızın ipotek sözleşmeleridir.
Çokuluslu şirketlerin sermaye transferlerini güvence altına alan Tahkim Mahkemeleri, bu işgali fiili bir tehdit hâline getirecektir.
Ülkenin pek çok bölgesinde altın madeni işletmeleri, arama ruhsatları ve yeni ihaleler mevcuttur.
Bu vahşi madencilik şirketlerinden bazıları yerli görünümlü olsa da, her birinin arkasında uluslararası altın tekelleri yer almaktadır.
Doğal yaşam alanlarımızın nasıl tahrip edildiğini, Erzincan İliç’teki siyanür felaketiyle daha açık gördük.
Tarım, orman, köy ve mera alanlarını yok eden; toprağı ve yer altı zenginliklerini talan eden bu madenciliğe karşı toprağımızı vermeyeceğiz. Kararlıyız.
Toprağımızı vermediğimizde, tıpkı Kazdağı’nda olduğu gibi, bu şirketler Uluslararası Tahkim Mahkemesi’ne başvuracaktır.
Eğer işgalci madenciler ve yerli ortakları binlerce maden bölgesi için tahkime giderse, emperyalist devletlerin ve ulus-ötesi sermayenin dayatmaları ülkemiz için ciddi bir sorun hâline gelecektir.
AKP iktidarının yaklaşımı ise nettir: “Bizden sonrası tufan” anlayışıyla, bu işbirliğine isteyerek ve bilerek dahil olunmuştur. Bu, öngörüsüzlük değil; bilinçli bir tercihtir.
Ülkemizin ve topraklarımızın tahkim eliyle işgaline karşı direneceğiz.
Topraklarımızı işgalci madenciliğe karşı korumak sadece yaşam savunucularının değil, geleceğe umutla bakmak isteyen herkesin görevidir.
Çünkü bu mücadele, kapitalist yıkıma karşı doğayı, canlı yaşamını, gıdaya ve temiz suya erişim hakkını savunma mücadelesidir.
Ya hep birlikte karşı çıkarak topraklarımızı savunacağız ya da savunacağız.
Ana muhalefet ve tüm muhalefet partileri, sivil toplum kuruluşları, sendikalar, emek örgütleri ve yaşam savunucuları, bu vahşi maden kanununu bugünden itibaren açıkça reddetmeli ve toprağımızı savunmalıdır. “İktidara gelince kovarız” demek, geç kalınmış bir umut olabilir. Aklımızda bulunsun.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.