İmamoğlu’nun yargı sürecinin nasıl sonuçlanabileceği, aday olmazsa yerine kimin düşünüleceği, seçimin ne zaman olabileceği vb. meseleler, üzerinde fal açılacak konular olmadığı gibi bu ülkede devrimcilik iddiasını taşıyanlar için, kısa veya orta vadedeki çalışmaları belirleyecek nitelikte de değildir. “Bağımsız devrimci bir siyasetin gereklilik ve olanakları”nın önemi, devrimciler için tartışma konusu bile edilmemelidir
“Türkiye siyaseti yeniden şekillenirken sosyalist strateji” dosyasındaki diğer yazılara ulaşmak için tıklayınız.
Hayat, herkesin okumaya çalıştığı bir kitaptır
Ama insanların büyük çoğunluğu önsözü bitirip,
Asıl konuya gelemiyor…
Sendika.Org’dan sevgili dostlarımızın “Türkiye siyaseti yeniden şekillenirken sosyalist stratejinin ne olması gerektiğine dair kolektif bir tartışma zemini oluşturmayı, işçi sınıfını ve toplumsal müttefiklerini baş döndürücü siyasal gelişmeler karşısında izleyici olmaktan çıkaracak devrimci alternatifi görünür kılmayı” hedefleyen çalışmasına bir destek olacağı düşüncesiyle, dünya ve ülke gündemine dair düşüncelerimi paylaşıyorum.
Bugün gerek değerlendirmelerde gerekse alternatif arayışlarında, süreç tahlillerinde vb. sınıfsal fark çizgilerinin inceldiğine, araç ve yöntemlerde sınıf karşıtına, düzenin kurum ve partilerine öykünmenin yaygınlaştığına dair önemli emarelerle karşı karşıyayız. Bunun en yaygın ve belirgin biçimini seçimlerin/sandığın mücadelenin odağına konulmasında görüyoruz. Halbuki tablo da tehdit de yanılgılar da sanıldığından daha büyük.
Trump’ı milyar dolarlar harcayarak seçtiren Amerikan egemenleri, bu ilişkiyi, sürece dair hesap ve beklentilerini gizlemezken Trump da göreve geldiği gün, rolünün bilincinde olduğunu gösterdi. Gerek yanına aldığı sınıfsal ortaklarını/yoldaşlarını verdiği fotoğrafta tanıtırken, gerekse hemen tüm dünyayı tehdit eden ilk kararname ve hedeflerini sıralarken; gizliliğin yerini açık emperyalizmin aldığını, 70 küsür yıldır şu veya bu şekilde geçerli olmuş uluslararası hukuk kurallarının ve kurumsallaşmaların miadını doldurduğunu yanlış anlamaya yer veremeyecek biçimde ifade etmiş, ortaya koymuştur.
Gelinen aşama, önümüzdeki uzun yılları belirleyecek niteliktedir. Odağında sermayenin tam ve kesin hakimiyeti yatmaktadır. Faşizmin Avrupa’da oy oranını artırması da yeni sömürge ülkelerde derinleşmesi ve açık biçimler alması da buna dayanıyor. Sermaye iktidarları tüm kozlarıyla sahnedeki yerini alırken, 2. Yeniden Paylaşım Savaşı’nın da aradan geçen 80 yıllık sürecin de öğrettiklerini dikkate alarak davranmakta, bu kez paylaşımın çok daha büyük bir coğrafyada olacağı ve çok daha uzun süreceği izlenimini vermektedir.
ABD; vekilleri, taşeronları, müttefikleri ve kendi gücüyle aynı anda pek çok sahada varlık gösterirken, olası bir yeni düzende ekolojiden insan haklarına kadar bugüne dek sağlanmış tüm kazanımların gaspı, sermayenin önüne çekilmiş tüm sınırların çiğnenmesi, dolayısıyla da bir “sermaye cenneti” amaçlanmaktadır. Doğa katliamlarının açıktan yapılır ve savunulur hale gelmesi, emek adına kazanılmış sendika hakkı, grev hakkı dahil tüm güvencelerin yok sayılma noktasına gelmesi; Trump’ın daha ilk günden DSÖ’den, Paris İklim Anlaşması’ndan, BM İnsan Hakları Konseyi’nden, vb. çıkmaktan söz etmesi, uluslararası hukuk içinde yapılmış tanımlarla adeta dalga geçmesi bunun işaretidir.
Süreç başlamış ve derinleşerek devam etmektedir. Ortadoğu’da, Kafkaslarda, Pasifik’te, Afrika’da, vb. izlediklerimiz henüz ipucudur, ilk aşama veya fragman niteliğindedir.
Süreç öylesine sert, kapsamlı ve hızlı yaşanıyor ki hiçbir gelişme lokal kalmıyor, hemen tüm kürede yeni bir hegemonya ve paylaşım savaşının yaşanmakta olduğu gözlenebiliyor. Artık saflaşma da küreselleşiyor. Böyle olması elbette lokal hiçbir gelişmenin önemini zayıflatmıyor.
Evet dünya 1. ve 2. Paylaşım Savaşı’na benzer bir süreçten geçiyor. Bu durum, bölge dinamiklerini de küresel boyutta emeğin politikalarının olabildiğince enternasyonal bağların konusu olmasını da öncelikli bir mesele haline getiriyor. Ne var ki küresel alan için yapılacak enternasyonal tanımlar veya bu kapsamda atılabilecek adımlar, Türkiye’de devrimci bir hareketin acil olanı dahil gündeminin önemini zayıflatmıyor. Bilinir ki ülke içinde birleşik mücadele de küresel boyutta enternasyonal politikalar da bir özne olmayı reddeden, yerelliğin önemiyle çelişen olgular değildir. Tersine özne olabilmek, birlikteliğin başarısının koşuludur.
Madem bu ülkede yaşıyoruz; tüm eleştirilerimize rağmen Kürt hareketini de CHP’nin alanlarda topladığı halk potansiyelini de önemsemek ve bu konuda bir duruşa sahip olmak durumundayız.
Öncelikle belirtelim ki 19 Mart sonrası eylem ve söylemi CHP’yi bir düzen partisi olmaktan çıkarmamış, sol içi bir özne veya istikamet belirlemede bir pusula haline getirmemiştir. Halk kesimlerince doldurulan o alanlarda olmak, siyasal mesajlar vermek vb. farklı bir olgudur, CHP önderliğine nitelikli çözümler, süreçten çıkış vb. nitelikler atfetmek çok daha başka bir şeydir. CHP-AKP arasındaki gerilimin ve estirilen havanın, “bu ülkede her ne olacaksa bu gerilimden çıkacak ve bunun yolu sandık olacaktır” anlamına gelecek biçiminde değerlendirilmesi ve bugünden yarına yapılacak her şeyin bu ufukla/perspektifle organize edilmesi, devrimci sosyalist yapılar için olabilecek en büyük yanılgıdır.
İmamoğlu’nun yargı sürecinin nasıl sonuçlanabileceği, aday olmazsa yerine kimin düşünüleceği, seçimin ne zaman olabileceği vb. meseleler, üzerinde fal açılacak konular olmadığı gibi bu ülkede devrimcilik iddiasını taşıyanlar için, kısa veya orta vadedeki çalışmaları belirleyecek nitelikte de değildir. Daha da önemlisi, moral ve umut gibi olguların dayanması gereken zemin bu olmamalıdır.
“Bağımsız devrimci bir siyasetin gereklilik ve olanakları”nın önemi, devrimciler için tartışma konusu bile edilmemelidir. Tartışmaları bu noktaya getiren, ne yazık ki birincisi, daha önce de söylediğimiz gibi son seçimlerde yaygınlık kazanan ve solda bir çeşit zehirlenme yaratan, devrimci/alternatif çalışmadan yalnızca sandığı anlamak ve bu konuda işi sınıfsal karşıtlarına yöntemsel olarak öykünmeye kadar vardırmaktır. İkincisi, bugün özellikle 19 Mart sonrasında CHP’nin aldığı rolü abartmak, CHP’yi önümüzdeki sürecin çözüm öznesi olarak görmektir.
Yukarıda küresel sermaye için yaptığımız tanımların ülkemize izdüşümünün ne olabileceğini, sömürge madenciliğinin, sömürge tarımının, sömürge hukukunun ve giderek daha doğrudan görülebilir hale gelecek olan aktif taşeronluğun geldiği boyut üzerinden izleyebiliriz. Sürecin bu niteliklerinin anlam ve önemini kavratmaktan olası gelişmelere, risk ve tehditlere dikkat çekmeye kadar sosyalistler için pek çok açıdan sorumluluk ve görev tanımı yapabiliriz. Ne var ki içsel sorunlarımız, subjektivizmi gerçekliğin önüne çıkarıyor. Öyle ki bir süredir solda deyim yerindeyse Leninizm bayrağı yarıya indirilmiş durumda. Üstelik bu, Leninizm’in olmazsa olmaz önemde ihtiyaç haline geldiği bir tarihsel kesitte yaşanıyor.
Elbette birini diğerinin önüne koymuyoruz ama bu içsel sorun aşılabildiği, çözümün nerede ve nasıl aranması gerektiği netleştirilebildiği oranda, araç ve yöntemlerin, ittifakların alabileceği boyutun vb. konuşulması gerekiyor. Bu bağlamda Sendika.Org’un bu çabası isabetli ve değerlidir. Ancak bugüne kadarki pek çok çaba ve çağrı gibi karşılıksız kalma ihtimali ne yazık ki zayıf değildir.
Halbuki süreç bir an bile vakit kaybetmeden öncelikli tanım ve değerlendirmeleri, devamında da mücadeleden alternatife kadar araç ve yöntem güncellemesini gerektiriyor. Bu noktada, Ernst Bloch’tan esinle “Arayışın kolektif sonuçları bilinçlenmenin kolektif bilgisini besler” demek uygun düşecektir. Ne var ki bugüne dek birleşik mücadele adına yapılan çağrıların büyük çoğunluğunda bırakalım arayışın kolektifliğini, çağrının bizzat kendisinin tekilliğini gördük. Bu anlamda Sendika.Org’un “sosyalist stratejinin ne olması gerektiğine dair kolektif bir tartışma zemini oluşturma”ya dair vurgusu da önemli, yeter ki çağrı, böyle bir sorumlulukla, samimiyet ve yoldaşlıkla karşılık bulsun.
Çoğunlukla, birlik veya birleşik mücadele çağrıları yapılırken tehdidin büyüklüğüne, mücadelenin ne denli acil ve gerekli olduğuna dikkat çekilir. Bu elbette doğru ve gereklidir. Ancak üzerinde durulması gereken bir diğer olgu, devrimci alternatifin bizzat kendisinin bireysel veya grupsal olamayacağıdır. Çünkü devrimcilik, sevgi duvarını aşmaktır; devrim, sevginin başarısı, sosyalizm de sevginin toplumsallaşmasıdır. Alternatif arayışında kapitalizmden yani sınıf karşıtlarından öğrenme yanılgısına düşülmediği, onlardan değil, 20. yüzyıl pratiği dahil, binlerce yıllık ütopya yazıcılarından öğrenildiği sürece, bugün neyi, nasıl, kimlerle yapmak gerektiği sorusunu yanıtlamanın sanıldığı denli zor olmadığı görülecektir. Unutmamak gerekir ki “Tek yumruk olmak” sadece şiddet, vurmak vb. değil; farklı parmakların birleşme, kenetlenme ve bir güç olma halidir. Bugün solun kavraması ve yapması gereken budur.
Yapay değilse kardeşlik ve değerlerimiz,
Birbirimizi görmesek de aynı kökleri öper,
Aynı besinlerle yaşama gülümser meyvelerimiz.
Biz yaşamı emeğiyle var eden
Ve birbirine en terli yerinden dokunan kuşağın
Dönem kardeşleriyiz.
Ne çıkara, ne gönül okşamalarına ne de “ben” açlığına
Feda edilemeyecek denli önemlidir ortak niteliklerimiz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.