Marx’ı aşmak adına hiyerarşi belirlemesiyle “sınıf savaşından daha kapsayıcı” bir şey bulunduğu sanrısı, bırakalım tarihsel olarak kapsam alanını geliştirmeyi, bugün sermayenin kurmuş olduğu egemenlik kapsamını ancak sınırlandıran bir biçim kazanır
Bir önceki “A. Öcalan’ın Marx’ı ya da gerçek Marx” yazımdan sonra, gelen önerilerle beraber komün ve liberter belediyecilik üzerine kaldığım yerden devam etmek istedim. Ancak diğer öneri ise “daha kısa yazmam” üzerineydi. İlkini gerçekleştirirken ikincisini yapmak bir hayli zor. Ancak mevcut tartışmalarla sınırlandırarak genel bir komün tarihi değil ama en azından bir fikir, genel liberter belediyecilik anlayışı değil ama sınırlı bir giriş yapabileceğimi düşünüyorum.
Plehanov Marx’ın 25. ölüm yıldönümde şöyle diyordu:
Marx’a yönelik sözde eleştiri, Marksizm’e özgü kusurları değil, onu eleştirenlere özgü Marksizm’i anlayamama kusurlarını ortaya koymuştur.
İnsanlık tarihinde uzun yıllar hakim olan görüşler bir daha tarih sahnesine çıkmayacak biçimde çürütüldüğüne pek çok defa şahit olduk. Bazen de on yılları bulan tartışmalar yeni keşiflerle son buldu. Marksizm de bundan muaf değildir şüphesiz. Marx da kendisinden önceki iktisat, felsefe vb. alanlarda tartışma yürütürken bilimselliğe tabi olmak zorunda kalmıştır. Bu tartışmalara bakıp sanki bir eleştiri biçimiymiş gibi Marx “İngiliz iktisadı, Fransa sosyalizmi, Alman felsefesinden faydalanmıştır” deniliyor. İktisat, felsefe vb. alanlarda Marx ekonomi-politik eleştirisini gerçekleştirirken mevcut burjuva ve küçük burjuva anlatının -mesela adil paylaşım, mesela değer, mesela emek, mesela eşitlik, üretim-tüketim vb.- önce tarihsel ve eleştirel analizini gerçekleştirmiş, bunun gerçek hayattaki karşılığını sınamış, sonra da bu gerçeklikle karşılaştırdığı anlatıyı tüm ilişkileriyle, iç ve dış çelişkileriyle, bağımlılıkları ve bağlarıyla bilimsel ve eleştirel olarak tekrar kurmuştur.
Eğer bir sistem analizi yapılmak için devlet anlatısı gerçekleşecekse mesela ister “soğuk kanlı katil bir Leviathan” tarif edin, isterseniz otoriterlik anlatısı gerçekleştirin, isterseniz Harari gibi çok orijinal(!) “ekolojik seri katil” deyin, (belki de bu ekolojik seri katil, yarın aynı kalıpla tekrar edildiğinde bu konuya dönebiliriz yeniden) Marx tam burada somut gerçeklikten –her ne kadar betimleyici ve süslü olsa da- giderek uzaklaşıldığını söyler.
Somut, birçok belirlenimin sentezi, dolayısıyla da çeşitliliğin birliği olduğu için somuttur. Bunun içindir ki, somut, gerçeklikte ve dolayısıyla da sezi ve tasarım için çıkış noktası olmakla birlikte, düşüncede, o, çıkış noktası olarak değil, sonuç olarak, toplulaşma olarak ortaya çıkar. Birinci yöntemde, tasarımın bütünlüğü soyut bir belirlenime ulaşmak için kaybolur; ikincide, soyut belirlenimler, somutun düşünce yoluyla yeniden-üretimine götürür. Bunun içindir ki, soyuttan somuta çıkma yöntemi, düşüncenin somutu özümsemesinin, onu zihinde somut olarak yeniden-üretmesinin tek yoludur.[1]
Komün tartışmaları sırasında gerçekleştirilen benzer bir süreç yaşadık. Komün’ün kelime kökenine gidip oradan bir ikilik çıkartılmaya çalışırken yaşanan kavram karmaşası yüzünden çözülmesi gereken sorunlar yumağı ortaya çıktı. Engels Kapital’in ikinci cildinde Marx için şöyle diyordu: “Onların çözüm gördüğü yerlerde, Marx yalnızca bir sorun görüyordu.”
Bu anlamıyla uzunca bir süredir burjuva toplumunun karşısına topluluk olarak çıkmak pek popülerdir. Buna yardımlaşma biçimleri, ekolojik küçük burjuva komünleri, komünalizm anlatıları da dahildir. Bu topluluk ve komünalizm anlatıları, dip tarih ve tarih anlatılarıyla birleşince muazzam bir idealizm, sübjektivizm, öznelcilik, pragmatizm çarpıtma ve tutarsızlıkla sergileniyor.
Neoliberal kapitalist post-modern anlatım, tarihi; nesnesiz, öznesiz, kuramsız, bilimsiz, üretimsiz bir “anlatı” haline getirmesiyle beraber, açıklama yerine anlatıyı, kuram yerine kurguyu, nesnellik yerine öznelci yorumsamacılığı geçirdi.
Yine pek popüler olan kelime köküne inip, dip tarih anlatısyla komünalite-cemaat-komün formülasyonları, komünalizm-komünitarizm (cemaatçilik) ile topluluk biçimleri tarif edildi.
Bu kelimelerin community’nin komün olarak çevrilmesindeki yanlışlığı ve tarihselliği için Doğan Göçmen’in “Toplumsal mücadeleler ve komün-devlet çelişkisi ve toplumsal kurtuluş mücadeleleri” [2] yazısına bakmak faydalı olacaktır. Ben burada Marx bu kavramı nasıl kullanmış onunla ilgileneceğim.
Bir kabul olarak insan, bugün olduğu gibi geçmişte de içinde bulunan koşullara doğar. Kendisini toplumdan soyutlaması gerçekleşmemiş insan için bu koşullar aynı zamanda içinde bulunduğu topluluğun üretim-tüketim ve mülkiyet ilişkilerini de kapsar. Maddi geçim araçlarını üretmek zorunda olan derleyici-göçebe toplumlar için (her toplum maddi geçim araçlarını üretmek zorundadır) ilk mülkiyet doğal toplumsal mülkiyet olarak geçici bir biçimde açığa çıkar. Yine de derleyici-avcı göçebe topluluklarında doğan insan Marx’ın da belirttiği gibi kan, dil, gelenekler vb. bakımından da topluluğun içine doğar. Maddi üretim güçleri haliyle toplumsal üretim ilişkileriyle iç içedir. Maddi zorunluluk, akrabalık ilişkilerin kendisini de üretim ilişkileri olarak şekillendirmiştir. Bu toplumun belirleyici özelliği dil, kan, gelenek değil komün oluşudur.
Demokratik Modernite yazarlarında da görüleceği gibi, komün-devlet ikiliği yaratılmak istenirken, Komünitarizmde (cemaatçilik) görüleceği gibi komünite = cemaat = komünler tarzında eşitlik kurulmaktadır. Avrupa’da sınıf hareketini terk edenler de toplumun karşısına “komünitarizm”/“topluluk-cemaat” ile çıkmaya çalışarak mevcut çelişkilerin topluluklar ile çözüleceğini iddia eder.
Bu tarz soyutlamaların nasıl yapılmaması gerektiğini, aynı yöntemi kullanarak göstermeye çalışacağım; çok sık yapıldığı gibi, ben de eğer kelime köklerine inecek biçimde “komün” kavramını Marx’ın kullandığı biçimiyle incelemeye başlarsam, “Gemeinwesen” kelimesiyle karşı karşıya gelirim. Gemein, “ortak”; Wesen ise “varlık” veya “öz” olarak çevrilebilir. “Naturwüchsigen Gemeinwesen” ise “doğal komünal toplum” olarak çevrilir. Buradaki “Gemeinwesen”, toplumsal ortak özü, ortak sistemi işaret eder; insan türünün kendisini doğrudan gerçekleştirdiği, ortaklaşa üretip doğrudan tükettiği bir doğal komünal toplumdur.
Buradan, Engels’in Bebel’e yollamış olduğu bir mektubu örnek gösterirsem eğer: “Biz devlet kelimesinin yerine her yerde (Gemeinwesen) gibi, Fransızca komünün karşılığı olan mükemmel bir eski Alman kelimesinin kullanılmasını teklif etmekteyiz.” [3]
Aynı zamanda geleceğin toplumu olarak da “Gemeinwesen” ile komünist toplumun kendisini gerçekleştireceği alan başlatılmış olur. Toplumsal bir varlık olan bireyin kendini doğrudan gerçekleştirebildiği, içinde bulunduğu çelişkileri çözebildiği, yani “İnsan ile doğa ve insan ile insan arasındaki çatışmanın gerçek anlamda çözülmesi, özgürlük ile zorunluluk, birey ile tür arasındaki çatışmanın gerçek çözümüdür.” Bu doğal komünal toplum ile gelecek toplumun komünalliği arasında bir paralellik olduğu aşikârdır. Ama bu bir geriye dönüş anlamında değil, mevcut durumdaki çelişkileri devrimci biçimde çözerek yapılacak bir sıçrayıştır.
Genelde diyalektiğin bu anlamda birbirine dönen dairesel bir çizgi olarak değil de, bir spiral olarak betimlenmesinin nedeni de bundandır.
En nihayetinde komün = klan, komün = kabile değildir. Gemeinwesen, kabile, klan, aile, topluluk-cemaat yapısının ötesine uzanır. Komünü klan ya da kabile biçimine doğru çözdüğümüzde bunun adı komün değil Gemeinschafttır, yani community-topluluktur. Bu bir cemaat-topluluk biçimidir. Kan, dil, geleneksel bağlar vb. biçimlerde elbirliği-yardımlaşmayı da içeren “kolektif kimlik”lerdir.[4] Hâliyle üretimden kopan bu anlatı, doğal Gemeinwesenin çözülüşünü getiren iç-dış çelişkileri ve ilişkileri de anlamlandıramayacağı biçimde “Kendi içinde zaman geçtikçe kastik bir yapı oluşur; şamanlar, aşiret reisleri oluşur; ardından devletler açığa çıkmıştır ve aslında çıkarları göz ardı edilen aşiret-klan üyeleri komünü oluşturmaktadır” dedirtir.
Oysa yukarıda anlattığım biçimde, komünün esas belirleyeni “Gemeinwesen”dir. “Üretimin temeli olarak komünal bir üretim varsayılır. Bireyin emeği, en başından itibaren toplumsal emek olarak açığa çıkar. Dolayısıyla yarattığı veya yaratılmasına yardımcı olduğu ürünün belirli maddi biçimi ne olursa olsun, emeği ile satın aldığı bir ürün değil komünal üretimin belirli payıdır.” [5] Komünün gerçek anlamda (teorik ve pratik olarak) artık hem somut hem de soyut anlamda kavram bağı kopmuştur. Çünkü artık toplumsal Gemeinwesen’den değil, topluluk olan Gemeinschaft’tan bahsetmeye başlamış olurum. Gemeinschaft ile klan, aşiret ya da kabileler biçimindeki anlatının, toplumsal çözümünden uzaklaşmak demektir çünkü bu kabileler, klanlar, aşiretler aynı zamanda soya dayalı erkek egemen, kalıcı beylik yapısıdır ve gittikçe savaşçılık ve yağmacılık belirgin hale gelir.
Hâliyle artık toplumun komünal etkinliğinden değil, topluluğun aidiyet ilişkilerinden bahsetmeye başlarsam; aileler üzerinden akrabalık ilişkilerinin boyutlarını anlatırım ama mülkiyet ilişkilerini es geçerim. Artık-ürünün nasıl organize edildiğini kenara bırakırım; kafa-kol emeği arasındaki çelişkileri unuturum (ki şamanlar ya da yaşlıların bilgi dolayımıyla baskın olması, kafa-kol emeğinin ayrılması yoluyla da gerçekleşir). İşbölümünün yıkıcı etkisinin üzerinden atlamak işlerine gelir çünkü gelecek toplumda da işbölümünü sonlandırmak gibi bir tahayyülleri yoktur. Kolektif anlayışın en fazla “imece usulü elbirliğinden, yardımlaşmadan” olduğu bir düzlemden bahsetmeye başlarım. Ve sonunda buradaki ikiliği Gemeinschaft-cemaat-topluluk ile otorite-hiyerarşi-devlet vb. (Ferdinand Tönnies’in Gemeinschaft und Gesellschaft -Cemaat ve Cemiyet/Toplum- kitabı da benzer bir ilişki içindedir) olarak karşı karşıya getirmiş olurum. En sonunda kavram olarak komün (Gemeinwesen) kullanırken, içerik olarak (Gemeinschaft) anlatmış olurum.
Kavramlar arasında –com, community, communality; Almanca’da gemein, Gemeinschaft, Gemeinwesen- gezinirken komünist toplum için bir combine ortaya çıkmaz, ne yazık ki.
Günümüze geldiğimizde mevcut çözülmesi gereken çelişki topluluk (Gemeinschaft) ile Gesellchaft arasında değildir. Burjuva toplumu içinde emek-sermaye çelişkisidir. “Ancak, burjuva toplumu (bürgerlichen Gesellschaft) içinde gelişen üretici güçler aynı zamanda bu antagonizmayı (uzlaşmaz çelişkiyi) çözmek için maddi koşulları da yaratır. Bu toplumsal oluşumla birlikte insan toplumunun tarih-öncesi de sona erer.”[6]
Marx komünizm için; “Bizim için komünizm, yaratılacak bir durum değil; mevcut durumu yıkan gerçek harekettir” derken tam olarak mecvut içinde bulunduğumuz toplumun hem kendine yabancılaşmasından kaynaklı hem de kapitalist işbölümüyle beraber kolektif emeğin üstünün örtünmesinin yok edileceği, toplumun ve bireyin kendini ortaya koyacak biçimde tekrar toplumsallaşmasını ifade eder. Gemeinwesen bu toplumsal özün açığa çıktığı bir toplumsallığın karşılığıdır.
Bir önceki yazımdaki söylemiş olduğumu tekrar etmek pahasına; “İnsan anatomisi, maymun anatomisi için anahtardır” der Marx. Gerçekten de öyledir. Ama bunu tersi için söylemek mümkün değildir. “Burjuva ekonomi, antik çağ ekonomisinin vb. anahtarını vermektedir.” Tam olarak burada da aynısı geçerlidir. Görüldüğü gibi insanlığı geçtiği aşamaların bir yerinden alınmaya kalkılan şey; bu komün olabilir, para olabilir, değişim biçimi olabilir, yanlış yorumlamayla bizi bugünden ileriye değil, geriye doğru gitmemizi öğütleyecek biçimdedir. Bunun daha iyi anlaşılması için neden tam tersi geçerli değildir sorusuna Marx’ın şu örneğini vermek zorundayız: “Eski dünyanın sınıf mücadelesi, asıl olarak alacaklılarla borçlular arasındaki mücadele biçimini almış ve Roma’da borçlu pleblerin çöküşüyle ve yerlerine kölelerin konmasıyla son bulmuştur.” (Kapital Cilt-1, Yordam Yayınları, s. 138)
Marx’ın Otecestvenniye Zapisky Editörüne Mektubunda Marx bu olayı şöyle anlatıyordu:
Kapital’in birkaç bölümünde, antik Roma’daki pleblerin başına gelen kadere değiniyorum. Başlangıçta özgür köylülerdi ve her biri kendi toprağını kendi hesabına işliyordu. Roma tarihi boyunca mülklerine el konuldu. Ve böylece güzel bir sabah, bir yanda emekgüçleri dışında her şeylerinden yoksun bırakılmış özgür insanlar, diğer yanda ise bu emeği sömürmek için elde ettikleri tüm serveti elinde tutanlar vardı. Peki ne oldu? Romalı proleterler, ücretli işçi değil, hiçbir şey yapmayan bir güruh haline geldiler ve onların yanında kapitalist olmayan, köleliğe dayalı bir üretim biçimi gelişti. Dolayısıyla, çarpıcı biçimde benzer ancak farklı tarihsel ortamlarda gerçekleşen olaylar, tamamen farklı sonuçlara yol açtı.
Görüldüğü üzere mülksüzleştirilenler feodalitedeki gibi özgür işçiye dönüşmemiştir. Burada Marx’a yöneltilen ekonomik-determinist suçlamasının da aslında ne kadar altı boş olduğunu görüyoruz. Sadece şuna dikkat etmek gerekir. İngiltere’ye bakıp gülen Almanya’ya Marx “Anlatılan senin hikayendir” diyor. Evet Almanya, İngiltere’nin yürüdüğü yolu yürüyecekse, İngiltere’nin içinde bulunduğu koşullarda kendisini bulması kaçınılmazdı, ki öyle de olmuştur.
Soyutun rastgele verilmiş bir soyuta indirgenmesi, araştırmanın net şekilde kavranmış genel bir fikri, yani hipotez olmaksızın bir teoriyi ortaya çıkartmaz, çıkartmayacaktır. Varılan nokta, karmakarışık kısır soyutlamalar yığını olacaktır. [7]
Bundan kaynaklı “tarih sınıf savaşlarının tarihidir” belirlemesi içerdiği tarihsellik bakımından canlıdır. Tarih içinde farklı kurulan ilişkilerin farklı çelişkileri, farklı bağlantıları ve çelişkinin de farklı biçimlerde ortaya çıkması ve çelişkilerin çözülüşü bakımından da farklılık içerir.
Mesela Bookchin için böyle bir yasa mevcut değildir. “Daha esnek, daha kapsayıcı, daha az indirgemeci” olduğu için deği,l Marx’taki soyutlama bize gerçek insanın, gerçek faaliyetini yerli yerine koymamızı sağlarken Bookchin için özgürlükçü-otoriter çelişkisi keyfi bir öznellik içindedir de ondan.[8]
“Toplumsal gelişimin ondan kaynaklandığını söyleyebileceğimiz genelleşmiş bir ekonomik ve kültürel özellik bulunmuyorsa… İnsan gelişimini aydınlatan en güçlü ve anlamlı bağlamın, özgürlükçü ve otoriter olan arasındaki ayrım olduğunu ileri sürüyorum.” (Bookchin)
“Ben buna devlet-komün ikiliği diyorum.” (A. Öcalan)
“Medeniyetimizin tarihi boyunca iki gelenek, iki karşıt eğilim karşı karşıya gelmiştir: Roma ve Halk; emperyal ve federalist; otoriter ve özgürlükçü. Ve bu, toplumsal devrimin arifesinde bir kez daha böyledir.” Kropotkin
Bookchin’de de Kropotkin’de de bu “çelişkili yapı”nın bir ucu istenilen, diğer ucu ise atılan bir şeymiş gibi anlatılır durulur. Ne Roma’da ne de Ortaçağ komünlerinde mevcut çelişkilerin dışına çıkılamamıştır. Hatta çelişkilerin taşıyıcıları olmuşlardır. Hatta Roma’da altında var olan özel mülkiyetin toprakta olmamasından kaynaklı komünler ataerkil, savaşçı olarak niteliği belirgin hale gelmiş, hem birbirlerini borç batağına sürüklemiş hem de Roma’da özel mülkiyete geçişin altyapısını oluşturmuştur. Roma demokrasisini -kötü tarafı yani köle ve kadınların yokluğunu kenara bırakırsak- için tereddüt etmeden överek anlatanların Sovyetler Birliği’nin demokrasisine gelince soğuk savaş yalanlarına sığınması manidardır. Aynı zamanda Ortaçağ komünlerinin bir bölümü övülen Hıristiyan kiliselerindeki toprak mülkiyetinin olmamasına dayanmasına rağmen sömürü devam eder. Feodalizmin çözülmesine yakın var olan köy komünleri ise dikkatlice incelendiğinde kalfa-usta çelişkisiyle başlayıp emek-sermaye çelişkisinin yoğunlaştığı ve dağıldığı bir döneme şahit olacaksınızdır.
(Feodalizmin son aşamalarında açığa çıkan komünler tarihini okumak için bir kaynak önermeden geçmeyelim: Bir Küresel Sarsıntılar Çağı (1850-1873) ve Komün Devrimi[9])
Marx’ın Proudhon ile Felsefenin Sefaleti kitabında yaptığı tartışmaların bir kısmını Proudhon’un iyi yan/ kötü yan anlatısı oluşturur. Bakunin’de, Kropotkin’de, Bookchin’de de bunu görürüz. “Diyalektik antinomi” olarak sunulan bu “ikilikler” Komünler ya da Özgürlük alanında bulunan güçler özcü biçimde iyi olanı, etik olanı, ahlaki-politik olanı yapmaya çağırır.
Marx’ı aşmak adına hiyerarşi belirlemesiyle “sınıf savaşından daha kapsayıcı” bir şey bulunduğu sanrısı, bırakalım tarihsel olarak kapsam alanını geliştirmeyi, bugün sermayenin kurmuş olduğu egemenlik kapsamını ancak sınırlandıran bir biçim kazanır. Tarihsel olarak geniş ve kapsayıcılık isteği için, tüm farklar tarih içinde silikleştirilmiş, özgünlükler budanmış, Marx’ın anlattığı “yeni toplumsal ilişkiler bir önceki toplumun bağrında gelişir” önermesinde şimdi’nin geçmiş ve gelecek ile bağı kopartılmış olunur.
İsviçre kantonal yapısı biraz incelendiğinde belediye yapısı göze çarpacaktır. Belediye (gemeinde) her şeyiyle İsviçre’nin kantonal yapısından ayrılmaya hazır bir biçimde durur. Belediye çok sayıda komünlerden oluşur, kendi bayrağı, kendi içinde bulunduğu kantonla beraber diğer kantonlardan ayrı yasaları, işleyişi, kendi bütçesi, kendi atadığı polis vb. bir sistemi vardır. İskoçya’da da benzer bir biçimi görürüz. Almanya’da Kommun, belediyelerden (gemeinde) oluşur, küçük şehir devletleri gibi çalışır neredeyse. Resmi olarak Avrupa yerel yönetimler anlayışı aşağı yukarı böyledir zaten. Genel olarak buraların içi boşaltılmış, anlam kaybına uğramış deniliyor. Bookchin etik ve ortak çıkar derken, Weber ahlak -politik anlam üretimi- derken, işaret edilen yerlerden birisi de toplumsal anlam kaybıdır.
Bookchin’in liberter (özgürlükçü) belediyecilik ve komünalizm anlayışı içi boşaltılmış olanı deyim yerindeyse “parsel parsel” yeniden kurmayı içerir. Bugün de olduğu gibi doğrudan ya da yüz yüze demokrasi yöntemiyle toplumun ortak çıkarını bu yönetimsel araçlar aracılığı ile inşa etmek.
Bookchin komün örneğini verirken Hıristiyan radikallerin sınıfların ötesine geçen bir taraftar kitlesi vardı: “Ne pleb ne de soylu” yapısına bir iç çekiş olarak yaklaşır. İstediği bugün de ne işçi ne köylü ne burjuva olan bir “özne”. Sadece vatandaş olarak radikal demokrasiyi de içeren, etik ve ortak çıkara uygun davranan kimseler olarak, aslında “sivil cumhuriyet” anlatısıyla birleşir. (Son dönem DEM Parti için “Radikal Cumhuriyet Partisi” önerisi de buradan ileri gelir. TKP gibi partilerin esasında itiraz edeceği bir şey yoktur çünkü kendilerinin ufukları da bundan ileri değildir.)
İnsan bir kere Marx’ın kapitalizmin analizini reddetmeye başlandığında burada içi boşaltılmış anlamlar bütünü görünür. Oysa kapitalist işleyiş, kendi biçimini ve içeriğini vermiştir. Sınıfsallığın yarattığını buradan çıkış için “sınıfsallığın reddi” üzerinden sadece vatandaş olarak ortak çıkar etrafında topluluğu-cemaati-komünalizmi örgütlemeyi önermek, uzlaşmaz sınıfsal-toplumsal çelişkilerin de üzerinden atlamaktır. Yüz yüze demokrasi denilen şeyin sivil vatandaş olarak gidilen “komün” birimlerinde politika yaparken burjuva, küçük burjuva ile işçinin içinde bulunduğu çelişkiyi uzlaşmaya çağırmaktır. Bu uzlaşmayla ortak iyiye kavuşma isteğidir.
Bu durumu ironik bir dille Kapital’in 1. cildinde Marx şöyle anlatıyordu:
Sınırlar içinde emek gücü alım satımının gerçekleştiği dolaşım veya meta mübadelesi alanı, gerçekten de, insanın doğuştan sahip bulunduğu hakların tam bir cennetiydi. Burada tek sözü geçen, Özgürlük, Eşitlik, Mülkiyet ve Bentham’dır!
Ve böylece, herkes kendi çıkarını kolladığından ve kimse başkaları için bir şey yapmadığından, şeylerin önceden kurulmuş uyumunun sonucu olarak ya da her şeye gücü yeten bir Tanrı inayetinin himayesi altında, herkes, yalnızca, onlara karşılıklı avantaj sağlayan, herkes için yararlı, ortak çıkarlara uygun işler yapar. (K. Marx, Kapital, Cilt-1)
…
Marksizmde reddettiği finansal-diyalektik materyalizm, kapitalist sistemin uzlaşmaz sınıfsal-toplumsal parçalarının tarihsel gelişim süreci örgütlü ve tutularak hale getirilmesiyle yıkılacak ve sosyalist devrimci işçi birlikleri demokrasisi yoluyla komünizme geçilecek olması görüşülmüştür. Marksizmden aldığım ise bir miktar liderlik, yetenekli kadro, organizasyonun gereğidir. Sosyalizmde reddedilen kolektivizm ve proletarya diktatörlüğü, kayıtlı ise Sovyetler’de en geri mülkiyet ve organizasyon biçimi olan kolhoz (kooperatif köylü mülkiyeti), Çin’de daha geri “köy komünleri”, Yugoslavya’da facia ötesi özerk mülkiyetine dayalı “öz yönetim” gibi grup uygulamalarıdır. Hemen bu yerde, Bookchin’in teorisinin bir Anarşizm/Marksizm ya da kapitalizm/sosyalizm eklektizmi bile olmaması, burjuva liberal yerel yönetim demokrasisi ile küçük burjuva halkçı demokratizmin geriye doğru bir liberal-halkçı reformist oluşumu olduğunu görüyoruz. (Fuat Filizler) [10]
Sınıfsal antagonizmanın maddi temellerini silikleştirmek amacıyla ortaya çıkan “sivil Cumhuriyet” biçimi, komünalist (cemaat-topluluk) yurttaşlığının etik ve ortak çıkar anlatısıyla teorik ve politik düzlemde öne çıkmış olur. Ancak bu ideolojik kayma, üstyapısal bir manipülasyon olmanın ötesine geçemez. Zira toplumsal gerçekliğin diyalektik yasaları, bu soyut söylemlerle, artık-değer sömürüsünün organik mekanizmalarını (Marx) çözüme kavuşturamaz.
Kapitalist üretim ilişkilerinin sınırlarını adına ne denilirse denilsin görünmez kılamayacağımız gibi sınıfsal ilişkilerin gerçekliği de bizi kasıp kavurmaktadır. Meta fetişizminin (Marx) yarattığı görünümler ne olursa olsun, sınıfsal bölünme, üretim araçlarının özel mülkiyetine dayalı bir toplumun koşuludur. Dolayısıyla, sınıf çelişkisinin aşılması (Aufhebung), ancak mülkiyet ilişkilerinin devrimci dönüşümü yoluyla mümkündür.
İnsanlar, sürdürdükleri toplumsal üretimde, iradelerinden bağımsız ve vazgeçilmez olan belirli ilişkilere girerler; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretim güçlerindeki belirli bir gelişme aşamasına denk düşer. Bu üretim ilişkilerinin toplamı, toplumun ekonomik yapısını oluşturur: yani, hukuki ve siyasi üstyapıların dayanağı olan ve belirli toplumsal bilinç biçimlerinin denk düştüğü gerçek temeli. Maddi hayattaki üretim tarzı, toplumsal, siyasal ve manevi yaşam süreçlerinin genel mahiyetini belirler. (K. Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisi, Önsöz)
Komünalizm iddiasındaki her türlü etik-politik söylem, bu maddi temelin reddi veya özcü bir insan doğası varsayımı üzerine inşa edildiğinde, mevcut üretim tarzının yeniden-üretimine hizmet eden bir ideolojiye dönüşmemesi için önünde hiçbir engel yoktur.
Eleştirel okumasıyla yaptığı katkılarından dolayı Fuat Yücel Filizler’e teşekkürler.
[1] K. Marx, Grundrisse Cilt-1
[2] Doğan Göçmen’in yazısı için; https://www.facebook.com/DGPhilosoph/posts/pfbid0bjt2UAoM63DDwctpTLnryQxNWo5gD7u3Vo4RNZ689iK5D2qw94d7JuMWyWwi9347l
[3] Marx ve Engels’in yazmış olduğu Gotha ve Erfurt Programının Eleştirisi kitabının içinde mektuba ulaşılabilir, üstelik Lenin’in bu kitap üzerindeki notları da incelenmelidir.
[4]Marksizm Sözlüğü-Gerard Bensoussan-Georges Labica kitabında Gemainscahft olarak “topluluk” biçimleri anlatılmıştır.
[5] K. Marx, Grundrisse
[6] K. Marx, Ekonomi-Politiğin Eleştirisine Katkı, Önsöz
[7] Vasilyeviç İlyenkov, Marx’ın Kapital’inde Soyut ve Somutun Diyalektiği
[8] Alper Öztaş, Bookchin Kuramının Marksist Eleştirisi
[9] Fuat Yücel Filizler, https://devrimciproletarya2.wordpress.com/2024/02/29/bir-kuresel-sarsintilar-donemi-1856-1873-ve-komun-devrimi/
[10] https://medium.com/@fuatfilizler/boockchin-ve-%C3%B6calan%C4%B1n-demokratik-konfedaralizm-ve-kom%C3%BCnalizm-anlay%C4%B1%C5%9Flar%C4%B1n%C4%B1n-ele%C5%9Ftirisi-444539d96c2c
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.