Kamu toplu iş sözleşmeleri, hükümetin dayatmaları, çarpıtmaları ve tehditleri nedeniyle hüsranla bitti. Türk-İş ve Hak-İş sınıfta kaldı. Kamu işçilerinin ücretleri hakkında asılsız iddialar ve safsatalar yayıldı, çalışanlar arasında rekabet yaratıldı
Yaklaşık 600 bin kamu işçisini kapsayan Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Çerçeve Protokolü (KÇP) imzalandı. Türk-İş ve Hak-İş ile Hükümet arasında imzalanan bu protokolle kamu işçilerinin 2025-2026 dönemi için ücret ve diğer parasal hakları belirlendi.
Görüşme süreci, hükümetin oyalama, geciktirme, bıktırma gibi yöntemleri nedeniyle 7 ay sürdü. Hükümet aylarca teklif dahi vermedi. Ardından verdiği teklifi, görülmedik biçimde geri çekti. Sendikalar kabul etmeyip grev kararı alınca bu kez grevleri erteleyerek tehdit etti. Kamu işçileri toplu iş sözleşmesi, dayatmayla ve tehditle sonuçlandı. İşçilerin içine sinmedi ancak aylardır oyalanan ve bir yıl öncesinin ücretleriyle çalışan işçiler zoraki biçimde sözleşmeyi kabul etti.
Hükümet bir taşla birkaç kuş vurdu. Toplu iş sözleşmesinin gecikmesi nedeniyle ilk 6 ayda yapılan zammın gerçek değeri düştü. Kâğıt üzerinde yapılan zammın önemli bir bölümü enflasyon nedeniyle eridi. Öte yandan işçilerin haziran ve temmuz aylarından itibaren yüzde 27’lik üçüncü vergi dilimine girmesi nedeniyle işçilerin eline geçen net artış çok sınırlı kaldı. İşçiler, ikinci altı ayda adeta zam alamayacak. Hükümet 2025 yılı için toplamda ve net olarak yüzde 30 civarında bir artışı kabul ettirmiş oldu.
Sendikalar ise 100 isteyip sadece 30 alabildiler. Bunda Türk-İş ve Hak-İş’in kabahati büyük. Verdikleri teklifin gereğini yapmadılar. Hükümetin masadaki oyalamasına alet oldular. Zamanında etkili eylemler yapmadılar. Türk-İş ve Hak-İş ortak teklif vermesine rağmen ortak hareket etmedi. Hak-İş neredeyse hiç eylem yapmadı. Kamu işçilerinin büyük bölümünün deneyimsiz olması ve AKP kanallarıyla kamuya girmiş olması da işçilerin eylem eğilimini zayıflattı. Günün sonunda KÇP, büyük ölçüde hükümetin istediği noktada bitti.
KÇP’nin detayları çok konuşuldu. Artık onlar üzerinde durmayacağım. KÇP sürecinde pek çok safsataya da tanık olduk. Bu yazımda kamu işçilerinin ücretleri hakkında yayılan safsataları ele alacağım.
Kamu işçilerine yönelik safsataların en büyüğü ve en gerçek dışı olanı ücretler konusundadır. Bu safsata o kadar ileri gitti ki kamu işçilerinin 100 bin-120 bin lira ücret aldığı iddia edildi. Bu gerçek dışı iddialara ve safsatalara bir son vermenin zamanı geldi. İstisnai durumlar her zaman olabilir ancak genele ve ortalamaya bakmak gerekir. Tartışmayı bitirecek en net yanıt devletin kendi resmi verilerinde mevcut. Hazine ve Maliye Bakanlığı, 6 aylık Bütçe Gerçekleşme sonuçlarını açıkladı. Kamudaki işçi sayısını ise Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı (SBB) açıklıyor.
Buna göre merkezi yönetimde çalışan toplam kamu işçisi sayısı 2025 yılının ilk yarısında 566 bin 381’dir. Bu işçilere 6 aylık dönemde (Ocak-Haziran 2025) ücret, sosyal haklar ve ikramiyeler dâhil (kıdem ve ihbar tazminatları hariç) ödenen toplam miktar 124 milyar 968 milyon TL’dir.
• Toplam ödemeyi işçi sayısına bölelim: 124.968.000.000 TL / 566.381 işçi = Her işçi için 6 aylık toplam ödeme yaklaşık 220.643 TL’dir.
• Aylık ücreti bulalım: 220 bin 662 TL / 6 ay = 36 bin 774 TL
Bu hesaplama, 2 Ağustos 2025’te imzalanan KÇP öncesinde bir kamu işçisinin eline geçen aylık ortalama giydirilmiş net ücretin 37 bin TL civarında olduğunu tartışmasız bir şekilde ortaya koymaktadır. Tartışmayı bitirecek resmi veri budur. Yani devlet, bir kamu işçisine gerçekte ne kadar ödediğini resmi verileriyle açıklamıştır.
2024 yılının ikinci yarısında bu ortalama ücret 34 bin 222 liraydı. Kamu işçileri 2025 yılının ilk yarısında zam alamadılar. Ancak yılın ilk yarısındaki vergi avantajı nedeniyle ücretleri 2 bin 500 lira kadar arttı. Üzerinde tepinilen kamu işçisinin her şey dâhil ücreti budur. Kamu işçilerinin yeni toplu iş sözleşmesiyle alacakları zam bu ücretlerin üzerine eklenecek. Dahası, artan vergi oranları nedeniyle kamu işçileri açıklanan brüt zam oranlarını alamayacak. Görüldüğü gibi merkezi yönetimdeki kamu işçilerinin gerçeği 37 bin liradır.
KÇP sürecinde sık sık gündeme gelen iddialardan biri de kamu işçilerinin memurdan çok ücret aldığı yönündeydi. Hatta iş ifrata vardırılarak “Odacı müdürden çok alıyor” iddiaları aldı başını gitti. Kamu görevlilerinin maaşlarının gerilediği doğrudur. Memurlar, 7. dönem toplu sözleşme döneminin (2024-2025) son üç zammında enflasyonun altında ezildiler. Türkiye’de kamu görevlileri aylıklarının artışının sınırlı kaldığı doğrudur. Ancak kamu görevlilerinin maaşlarının düşmesinin sebebi, işçilerin çok ücret almaları değildir. Yukarıda açıkladığım gibi, 2025 zamları öncesinde kamu işçisinin eline geçen ücret aylık 37 bin lira civarındadır.
İşin özü şudur: İşçiler yüksek ücret almıyor, memurlar düşük maaş alıyor. Memurların maaşlarının düşük olmasının sebebi işçiler değil. Memurların yetkili sendikası (Memur-Sen), o beğenmediğimiz işçi sendikaları kadar bile mücadele etmiyor. Böyle bir sendikayla bu kadar oluyor.
Memurlar için işçi ücretlerinin çok olduğundan yakınmak yerine kendi hakları için mücadele etmek daha anlamlı bir iştir. Elbette çalışanların ücretleri arasında bir dengenin olması gerekir. Eşit işe eşit ücret gerekir. Ücret ve maaşların insanca yaşayacak düzeyde olması gerekir. Bunun yolu ise rekabet değil, dayanışma ve mücadeledir.
Ne zaman kamuda ücret ve maaş artışları gündeme gelse hükümet, “Kaynak yok” veya “Bütçeye yük olur” safsatasına sarılıyor. Aynı durum emekli aylıkları için de geçerlidir. “Kaynak yok” en büyük safsatalardan biridir. “Kaynak yok”, bir yandan çalışanların taleplerini bastırmak, öte yandan kamuoyunu çalışanlara karşı kışkırtmak için kullanılan bir safsatadır. Öncelikle devletin şirket olmadığını, kamu bütçesinin bir şirket veya aile bütçesi gibi çalışmadığını hatırlatmak lazım. Devlet, -sonsuz olmasa da- kaynak ve para yaratma tekeline sahiptir. Kamu önce harcama yapar, sonra bunun vergisini toplar. Kamu harcamaları gelir yaratır ve bu yolla özel sektörün de kazancını artırır.
Neoliberal ekonomi politikasının “denk bütçe” safsatası nedeniyle kamu harcamaları kısılıyor. Kamu harcamaları, sosyal transferler ve personel giderleri kısılırken faize büyük kaynak ayrılabiliyor. Örneğin 2025 yılının ilk 6 aylık bütçe gerçekleşme verilerine göre bütçe harcamalarının yüzde 17’si (1,1 trilyon TL) faiz ödemelerine harcandı. Aynı dönemde kamu işçilerine ödenen ücret ve sosyal hakların tutarının 125 milyar TL civarında olduğunu yukarıda açıkladım. Dolayısıyla sorun kaynak değil, tercihtir.
İşçi, memur ve emeklilere zam söz konusu olduğunda ileri sürülen bir başka safsata ise bu artışların enflasyonu artıracağı yönündedir. Bilindiği gibi hükümetin enflasyonla mücadele programı, emek gelirlerini bastırmak üzerine kuruludur. Talebi kısarlarsa enflasyonun düşeceğine inanıyorlar. Bu yüzden sıkı para politikası veya kemer sıkma politikası uyguluyorlar. Kuşkusuz teşhis yanlış olunca tedavi de sonuç vermiyor. Türkiye’de enflasyonun sebebi aşırı talep değil, enflasyon talep kaynaklı değil. Enflasyonun sebebi şirket kârları, arz sıkıntıları, yüksek dolaylı vergi oranları ve dolarizasyon gibi faktörlerdir.
Ücret artışlarının enflasyonu yükseltmesi çok istisnai durumlarda söz konusu olabilir. Sendikaların çok güçlü olduğu ve kapasite kullanımının sınırlarına dayandığı koşullarda böyle bir etki olabilir. Türkiye’de böyle koşullar söz konusu değil. Ücretler savunmadadır ve enflasyonun arkasından gelmektedir.
Ücretler bırakın enflasyonu artırmayı, enflasyona yetişememektedir. Öte yandan “Enflasyon artar” safsatasının göz ardı ettiği husus şudur: Kamu kaynaklı ücret ve maaş artışları çarpan etkisi yaratır; alım gücünü yükseltir, talebi artırır, vergi gelirlerini artırır. Kamuda ücretler ve maaşlar arttığında bu, özel sektöre de kâr olarak gider. Dahası bu durum, ekonomik durgunluğu azaltıp ekonomiyi canlandırır.
“Ücret artışları enflasyonu artırır” bir neoliberal safsatadır. Bu safsatayı bir yana bırakıp ücret artışlarına dayalı bir ekonomi politikasını savunmak lazım. Dahası, ücret ve maaşları çok baskılarsanız enflasyonda bir miktar gerileme olacaktır. Ancak bu, bir yandan enflasyonun faturasını ücretlilere ödeterek onları yoksullaştıracak, öte yandan da ekonomik durgunluk yoluyla işsizliğe yol açacaktır.
Kamu işçilerinin ücretleri söz konusu olunca hesaplar brüt ücretler üzerinden yapılıyor. Oysa bu ciddi bir illüzyondur. İşçiler, brüt ücret artışı oranında net ücret almazlar. Memurlardan farklı olarak işçilerin ücretlerinin tamamından sigorta primi kesilir ve neredeyse ücretlerin tamamı vergi matrahına dâhildir. İşçiler, gelir vergisi yükünü en ağır biçimde çeken kesimdir. O nedenle brüt artışlar yanıltıcıdır.
Örneğin şu anda kamu işçilerinin neredeyse tamamı üçüncü vergi dilimi olan yüzde 27’ye tabidir. Ocak ayına göre çok daha fazla vergi ödemektedirler. Vergi tarife dilimlerinin düşük tutulması nedeniyle işçiler yıl içinde hızla üçüncü dilime, yılsonuna doğru dördüncü vergi dilimine giriyor. Bu nedenle brüt zamlar, işçilerin ücretlerine yansımıyor.
Örneğin 2025 yılı ikinci yarısı için kamu işçilerinin ücretlerine 50 TL seyyanen ve ardından yüzde 11 olmak üzere yaklaşık yüzde 14 zam yapılacak. Ancak bunun işçilere yansıması yüzde 5 civarında olacak. Kamu işçileri ikinci altı ayda zam alacaklar ancak bu zammın ezici çoğunluğu vergiye gidecek. Yılın ikinci yarısında kamu işçisi ücretlerinde kayda değer bir artış olmayacak. Ortalama ücretlerdeki artış, bin veya iki bin lira civarında olacak.
Bu illüzyona kanmamak gerek. Önemli olan, işçinin eline net ne geçtiğidir. Hükümet, vergi dilimlerini düşük tutarak ve asgari ücret istisnasını işçi aleyhine uygulayarak işçiden daha fazla vergi alıyor. Bu gerçeği hesaba katmayan analizler sadece illüzyon yaratıyor.
2025-2026 dönemi Kamu Toplu İş Sözleşmesi görüşmeleri hüsranla sonuçlandı. Hükümet; oyalama, baskı ve grev yasağı tehdidiyle kamu işçisinin hakkını vermedi. Sendikalar ise üzerlerine düşeni yapmadı. Öte yandan kamuoyunda asılsız iddialarla kamu işçilerinin gerçeği çarpıtıldı. Kamu işçilerinin ücretleri çarpıtıldı, çalışanlar arasında rekabet yaratılmak istendi. Tüm bunları bir arada değerlendiren hükümet, işçileri ve sendikaları çok düşük zamlara mecbur etti. Bu durum, önümüzdeki diğer toplu pazarlıklar için de ciddi bir risk anlamına geliyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.