Televizyon ekranlarından, gazete haberlerinden, ne kadar büyük ve güçlü bir ülke olduğumuzu izliyorum, dinliyorum, okuyorum ama, kendi itibarımdan o kadar çok şey kaybetmişim ki, anlayamamışım… Ben, ucuz et kuyruklarında beklerken, cebimdeki emekli maaşımın kuruş hesabında, itibarından tek kuruş tasarruf etmeyenlerin büyüklüğünde hep küçülmüşüm, ama yıllarca bunu bile anlayamamışım…
Öyle bir ülke düşünün ki,
…’Gerçek’ deneni kimse bilmesin, bilsin ama tarif edemesin, tarif etse de bulamasın, bulsa bile tanıyamasın, tanısa bile dokunmaya cesaret edemesin ve o ‘gerçek’ denen hep karanlıkta kalsın!
Öyle bir ülke düşünün ki,
…O gerçekten herkes korksun, gerçek denen yalanlar o gerçeğin önüne geçsin, herkesin ‘bu da benim gerçeğim’ dediği kalabalık içinde gerçek olan bile kendini kaybetsin, artık her şeyin gerçek ve her şeyin yalan olduğu bir hayat formunda o gerçek de anlamını yitirmiş olsun, en sonunda gerçekten ‘gerçek’ olan bile sahipsiz kalsın!
Öyle bir ülke düşünün ki,
…o ülkenin gazetecileri de o ‘gerçek’ ve ‘yalan’ kavgasında ikiye ayrılsın, her ikisinin de kavgası kendi gerçekleri/yalanları için olsun, dün savunduklarını bugün unutsun, bugün inkar ettiklerini yarın manşetlerine çıkartsın, ama bu durumdan asla utanmasın/sıkılmasın!
Öyle bir ülke düşünün ki,
…siyasetin güç sahiplerinin meydanlarda bir dediği diğerini tutmasın, ama onları alkışlayanların milyonları da hiç eksilmesin, her değişen gerçeği kayıtsız şartsız kabul etsin, ruhları da bedenleri de alkışladıklarının itibarı için nefes alıp versin!
Öyle bir ülke düşünün ki,
…dinen anlatılan o ‘bir hurma bir hırka’ hikayesi, dinleyen tarafın fakirliğini, anlatan tarafın zenginliğini perçinlesin, ama bu gerçek diye servis edilen hiç sorgulanmasın, çünkü fakirin zenginden 500 sene evvel cennete gireceği masalı herkesi uyutmuş olsun!
Bugünün Türkiye’sinde, ben, bir yurttaş/bir gazeteci olarak, bir soruyu o kadar çok soruyorum ki kendime!
‘Gerçek’ ne sahi?
Hangisi daha gerçek?
Peki, hangi gerçek daha güvenilir?
Hangi gerçeğin sahibi daha güvenilir?
Akli melekelerimi yitirmeden dinlemeye çalıştığım haber kanallarının ‘yandaş’/’muhalif’ kimliklerinden çıkan aynı (!) haberlerin bile farklı servis edildiği bir ülkede tüm bu sorulara cevap bulamayacağımı biliyorum…
Mesela;
Televizyon ekranlarından, gazete haberlerinden, ne kadar büyük ve güçlü bir ülke olduğumuzu izliyorum, dinliyorum, okuyorum ama, kendi itibarımdan o kadar çok şey kaybetmişim ki, anlayamamışım… Ben, ucuz et kuyruklarında beklerken, cebimdeki emekli maaşımın kuruş hesabında, itibarından tek kuruş tasarruf etmeyenlerin büyüklüğünde hep küçülmüşüm, ama yıllarca bunu bile anlayamamışım… Beni yönetenlerin kamusal tasarruf kalemleri de aynı itibar kavgasından hep galip çıkarken, hayat ringinde aldığım darbelerin şiddeti yüzünden yerden bile kalkamamışım, her maçtan yenilgiyle ayrılmışım, ama bir ömür bunu da fark edememişim…
6 Şubat’ın 11 kentinde, enkaz altındaki binlerini kurtarmaya çalışan, ilk 3 günün yardımsız geçen soğuk ve yağmurlu karanlığında öfkesini bugün bile dindiremeyenler adalet için mahkeme salonlarını aşındırmaya devam ederken, ülkenin iletişim hatlarını yöneten bir bakanın TV ekranlarına çıkıp da bu kentlerin internetini kestiklerini söylediği ve “öyle gerekti” diye açıklama yapıp konuyu rahatça kapattığı bir ülkede, ‘gerçek’ neydi, hiç bilinemedi! Servis edilen bu gerçek, kaç kişinin ölümüne neden oldu, sorgulanamadı! Bu gerçeği dayatanlar, yargı önüne çıkartılamadı! Hepsi bir tarafa, ‘özür’ bile dilenmedi! Daha da garibi, depremin en fazla yakıp yıktığı Hatay’da, Vali ve İl Sağlık Müdürü görevlerinden istifa edip, siyaset için Ankara’nın yolunu tuttu! İki isim de geride bıraktıklarının gerçeği için bir kere bile açıklama yapmadı! Onların korunan gerçeği, geride bıraktıklarının yara bere içindeki gerçeğini hep yendi!
Oslo ve Dolmabahçe gibi iki ‘kandırıldık’ hikayesi ile ortada bırakılanların, bugün, hiçbir karşı talep listesi olmadan Ankara’ya kayıtsız şartsız teslim olduğunu kabul etmemizi isteyenlerin hemen her gün servis ettiği haberler de bir başka gerçeğimiz! Onlarca yıl sonra diploması iptal edilenler, diploması tartışma konusu yapılanlar ve çok daha fazlasının yarattığı kalabalıkta, elde kalanların gerçekliği de öyle! Seçim sandıklarının demokrasi umuduna çaresizce bel bağlayanlarla, o sandığa yıllarca bırakılan oylarla yaratılan yeni Türkiye’de artık iyiden iyiye kaybolan demokrasi için başka ülkelerin yollarını tutanların gerçeği de! ‘Dindar nesil’ adı altında neredeyse tüm liselerin isim tabelalarına ‘imam hatip’ yazıp sonuç bekleyenlerin gerçeği de! Cemaati bir yapıyı, yıllarca ‘ne istediler de vermedik’ diyerek besleyenlerin yarattığı kaosun, maliyetin karanlıkta kalan gerçeği de!
Başlarken, “Öyle bir ülke düşünün ki…” dedim demesine de, yazarken yorulan ben, okuyan sizleri de yordum, biliyorum…
Sahi, siz hangi gerçeğin kurbanısınız?
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.