Emperyal hukuki istisnacılık, egemen güçlerin müttefiklerini hesap vermekten korumak için ulusal ve uluslararası hukuk sistemlerini nasıl eğip büktüklerini, aynı zamanda düşmanlarına sert ve genellikle süresi belirsiz cezalar uyguladıklarını tanımlar. Bunu en iyi şekilde gösteren örneklerden biri, İsrail işgali altındaki Güney Lübnan’daki kötü şöhretli Hiyam hapishanesinin eski Lübnanlı müdürü Amir Fahuri ve Fransız hapishanesinde 40 yıldan fazla bir süre hapis yattıktan sonra yakın zamanda serbest bırakılan Lübnanlı devrimci Corc İbrahim Abdallah’ın durumudur
Emperyal hukuki istisnacılık, egemen güçlerin müttefiklerini hesap vermekten korumak için ulusal ve uluslararası hukuk sistemlerini nasıl eğip büktüklerini, aynı zamanda düşmanlarına sert ve genellikle süresi belirsiz cezalar uyguladıklarını tanımlar.
Adaletin seçici şekilde uygulanması, hukukun evrensel bir standart olmaktan ziyade bir egemenlik aracı olarak kullanıldığı sömürge uygulamalarına dayanmaktadır. Sömürge yöneticilerinin sınır ötesi dokunulmazlığından, yalnızca mağlup olanları cezalandıran savaş sonrası mahkemelere kadar, imparatorluğun yasal çerçeveleri her zaman hiyerarşiyi pekiştirmiştir.
Bunu en iyi şekilde gösteren örneklerden biri, İsrail işgali altındaki Güney Lübnan’daki kötü şöhretli Hiyam hapishanesinin eski Lübnanlı müdürü Amir Fahuri ve Fransız hapishanesinde 40 yıldan fazla bir süre hapis yattıktan sonra yakın zamanda serbest bırakılan Lübnanlı devrimci Corc İbrahim Abdallah’ın durumudur.
Amir Fahuri, 1982’den 2000’e kadar süren İsrail işgali sırasında Tel Aviv destekli Güney Lübnan Ordusu (SLA) tarafından işletilen Hiyam gözaltı merkezinin kıdemli müdürüydü. Bu merkez, özellikle sistematik işkenceyle özdeşleşmişti: Elektrik şoku, dayak, germe pozisyonları ve uzun süreli hücre cezaları. 5.000’den fazla Lübnanlı yargılanmadan gözaltına alındı, bunların çoğu kayboldu, diğerleri ise öldürüldü. İnsan hakları grupları ve hayatta kalanlar, bu ihlallerin baş sorumlusu olarak Fahuri’yi defalarca işaret etti.
Lübnan direniş hareketi Hizbullah, 2000 yılında İsrail işgal güçlerini ülkeden kovduktan sonra, “Hiyam kasabı” Fahuri ABD’ye kaçtı. Yaklaşık yirmi yıl sonra, yeni çıkarılan ABD pasaportuyla Lübnan’a döndü ve hemen tutuklandı.
Bunu, Washington’un desteklediği baskıların tipik bir örneği izledi. ABD, Fahuri serbest bırakılmazsa yaptırımlar ve yardım kesintileriyle tehdit etti. Lübnan mahkemeleri, ülkede işkence suçlarının zamanaşımına uğramaması gerektiği konusunda yaygın bir fikir birliği olmasına rağmen, zamanaşımı gerekçesiyle Fahuri hakkındaki suçlamaları sonunda düşürdü.
2020 yılında, bir ABD askeri helikopteri gizli bir operasyonla Fahuri’yi kurtardı. O yılın ilerleyen aylarında, 4. evre lenfoma ile ilgili komplikasyonlar nedeniyle ABD’de hayatını kaybetti. Ailesi, Lübnan’da tutuklu kaldığı süre boyunca sağlığının kötüleştiğini iddia etti ve tuhaf bir şekilde Hizbullah’ı İran adına “rehine alma” ile suçladı. Bu iddialar Lübnanlı yetkililer tarafından kesin bir şekilde reddedildi.
Ardından, 2025 yılının Mayıs ayında, bir ABD mahkemesi İran’ı Fahuri’nin ölümünden mali olarak sorumlu buldu ve mirasçılarına ve ailesine 7,75 milyon dolar tazminat ödenmesine karar verdi. Tazminat, Washington tarafından onlarca yıl önce yasadışı olarak dondurulan İran’ın devlet varlıklarından ödendi.
Fahuri davasının en ilginç yönlerinden biri, onun Amerikan pasaportuyla ilgilidir. ABD vatandaşlık yasalarına göre, doğrudan veya dolaylı olarak işkence eylemlerine karışan bir kişinin bırakın vatandaşlık almasını, vize alması bile yasaktır.
Lübnanlı bir medya kuruluşuna verdiği son röportajda, 2019’dan beri Fahuri davasını takip eden Amerikalı avukat ve eski İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) Ortadoğu ve Kuzey Afrika Direktörü Sarah Leah Whitson, Lübnanlı kaçağın başvurusunda yalan beyanda bulunarak ABD vatandaşlığı elde etmiş olabileceğini iddia etti. Lübnan mahkemelerinde aleyhindeki ağır suçlamaların düşürülmesine ilişkin olarak ise şu açıklamayı yaptı:
ABD göçmenlik yasaları, mahkeme tarafından yargılanmış olsun ya da olmasın, işkence suçu işlemiş kişilerin ülkeye girişini çok katı bir şekilde yasaklamaktadır.
Whitson şöyle devam etti:
Eğer Bay Fahuri vize başvurusu, nihayetinde oturma izni ve vatandaşlık başvurusu sırasında dürüst olsaydı, ABD hükümeti başvurularını reddederdi. Açıkça işkenceye [katıldığı] konusunda yalan söyledi ve bu şekilde incelemeden kurtulmayı başardı. Göçmenlik başvurusunda yanlış bilgi vermek, işkence gibi suçlarla ilgili geçmişini açıklamamak, kesinlikle vizeyi iptal etmek için yeterli bir neden olur.
Bunların hiçbiri sorun teşkil etmedi. Bir noktada Washington, Fahuri’nin sicilini açıkça fark etti, ancak savaş suçlusunu korumaya devam etti. ABD vatandaşlığı, savaş suçu şüphelisini insani bir davaya dönüştüren yasal bir kalkan görevi gördü. Hukuk bir kenara atılmadı; cezasızlığı meşrulaştırmak için “yeniden işlevlendirildi”.
Lübnanlı komünist ve direnişçi Corc İbrahim Abdallah, 1984 yılında Fransa’da tutuklandı ve 1987 yılında Marksist-Leninist bir örgüt olan Lübnan Silahlı Devrimci Fraksiyonları (LARF) tarafından gerçekleştirilen ABD ve İsrail diplomatlarının suikastlarına karıştığı iddiasıyla ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.
1999 yılında şartlı tahliyeye hak kazanmasına ve Fransa şartlı tahliye kurulunun serbest bırakılmasını onaylamasına rağmen, art arda yapılan tahliye talepleri -en sonuncusu Washington’dan gelen siyasi baskı nedeniyle- reddedildi.
2013 yılında, bir Fransız mahkemesi Lübnan’a sınır dışı edilmesi şartıyla serbest bırakılmasını bir kez daha onayladı. Ancak Fransız İçişleri Bakanlığı gerekli idari kararı imzalamayı reddetti ve bu da süreci fiilen durdurdu.
17 Temmuz 2025’te Paris Temyiz Mahkemesi şartlı tahliyesine karar verdi. Abdallah, 25 Temmuz’da Lübnan’a sınır dışı edildi ve Beyrut’a döndüğünde Filistin, Hizbullah ve Lübnan Komünist Partisi bayrakları sallayan kalabalık bir destekçi grubu tarafından karşılandı. Varışında Gazze ile dayanışmasını yineledi ve düşüncelerinden vazgeçmesi yönündeki emparyalist çağrıları reddetti:
Arapların Filistin ve Gazze halkının acılarına seyirci kalması tarihi bir utançtır.
Ayrıca, “Kırk yıl uzun bir süre, ama hayatınızda devrimci bir amaç varsa bunu hissetmezsiniz” diye de ekledi.
Abdallah’ın davası sembolik bir öneme sahipti. Filistin mücadelesiyle bağlantılı olarak Batı Avrupa’nın en uzun süre hapis yatan siyasi tutuklusu oldu ve Filistin’i desteklediği için tutuklanan siyasi tutuklular arasında bir rekor olan kırk yılı aşkın bir süreyi parmaklıklar arkasında geçirdi.
Ancak, birkaç yıl arayla manşetlere taşınan Fahuri ve Abdallah davaları, hukuk sistemlerinin göz ardı edilmediği, ancak egemen güçlerin çıkarlarını korumak için manipüle edildiği emperyal hukuki istisnacılığı göstermektedir. Her iki durumda da hukuk, tarafsız bir çerçeve olarak değil, politik dizaynın bir aracı olarak işlev görmüştür.
Filistinli hukukçu Noura Erakat, “Justice for Some: Law and the Question of Palestine” (Bazıları İçin Adalet: Hukuk ve Filistin Sorunu) adlı kitabında, hukukçu Duncan Kennedy tarafından ortaya atılan “hukuki işleyiş” kavramını kullanarak, güçlü devletlerin stratejik siyasi sonuçlar elde etmek için hem ulusal hem de uluslararası hukuk normlarını kasıtlı olarak nasıl şekillendirdiklerini ve kullandıklarını anlatıyor.
Erakat, hukukun tarafsız bir hakem değil, iktidarın hizmetinde şekillendirilmiş bir araç olduğunu savunuyor ve hukuki yorumların ve hakların jeopolitik bağlam ve hukuki aktörlerin stratejilerine bağlı olduğunu ileri sürüyor.
Erakat’ın temel argümanı, siyasi, hukuki ve uluslararası ilişkiler alanlarında ABD’nin İsrail işgaline sağladığı cezasızlık etrafında dönerken, Amir Fahuri’nin davası Erakat’ın argümanına örnek teşkil ediyor.
Fahuri’nin, işkenceye dair güvenilir ve belgelenmiş suçlamaların ardından ABD tarafından Lübnan’dan hukuk dışı bir şekilde çıkarılması, adaletin iflasından ziyade, hukuki normların terk edilmediğini, ancak müttefikleri korumak ve hesap verebilirliği bastırmak için nasıl etkin bir şekilde manipüle edildiğini yansıtmaktadır.
Fahuri’nin davasında ABD, Lübnan’daki hukuki süreci engellemekle kalmadı, aynı zamanda onun tutukluluğunu uluslararası hukukun ihlali olarak yeniden çerçevelendirdi ve Lübnan topraklarında İsrail destekli işkence rejiminde oynadığı belgelenmiş rolü görmezden geldi. Abdallah’ın davasında ise Fransa, Washington’u yatıştırmak için yargı süreçlerini defalarca askıya aldı.
Bu ikili yaklaşım, akademisyenlerin emperyal hukuki istisnacılık olarak adlandırdıkları şeyle tutarlıdır – bu sistemde, hukukun üstünlüğü, bireylerin egemen siyasi güçlerle uyumlu olup olmadıklarına göre eşit olmayan bir şekilde uygulanır. Bu, hukuk sisteminin çöküşü değil, küresel hiyerarşileri güçlendirmek için hukuki araçların kasıtlı olarak kullanılmasıdır.
Aynı derecede önemli olan bir diğer konu da anlatılar üzerindeki mücadeledir. Hiyam’dan kurtulanlar Batı’daki söylemde bir kenara itilmiştir. ABD mahkemeleri, Fahuri’nin kısa süreli tutukluluğuna odaklanmış, on yıllarca süren işkence tanıklıklarını göz ardı etmiştir. Onun adına bir vakıf bile kuran ailesi, itaatkar bir hukuk sisteminin de yardımıyla kurbanlarının anlatılarını görmezden gelip reddetmiştir.
Haitili tarihçi Michel-Rolph Trouillot, bir keresinde tarihin susturulmasının edilgen değil kasıtlı bir eylem olduğunu belirtmişti. Bu örnekte, kurbanların silinmesi ve siyasi muhaliflerin müebbet hapis cezasına çarptırılması aynı amaca hizmet ediyor: İmparatorluğun stratejik hafızasını güçlendirmek.
Fahuri ve Abdallah aynı sistemin iki yüzüdür. Biri ABD vatandaşlığı sayesinde serbest kaldı. Diğeri diz çökmeyi reddettiği için cezalandırıldı ve onlarca yıl acı çekti. Aradaki fark hukukta değil, iktidarda yatıyor.
Orijinal başlık: İşkenceci Amir Fahuri devrimci Corc Abdallah’a karşı: Emperyal hukuki istisnacılığın iki yüzü
[The Cradle’da yer alan İngilizce orijinalinden Tankut Serttaş tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.