Aydın’dan Yalova Altınova’ya, isim isim rüzgara karışanları “CHP’deki hazan yaprakları” olarak sayanlara da ‘ülke gündemine’ dönün diyorum o yüzden… Çünkü asıl hazan yaprakları, bizleriz… Bu ülkenin insanları, unutulanları…
Aydın’ın CHP’li Büyükşehir Belediye Başkanı’nı, AKP saflarına katılırken izledim… Partisinin iddia ettiği gibi, ağır bir ‘tehdit’ altında ya da hakkındaki suçlamalardan ‘kurtulma’ karşılığında ‘evet’ diyen bir hali yoktu bence… İstedi ve ‘efe efe’ partisini değiştirdi, ki hiçbirimiz, ‘ömür boyu’ karşılığındaki bir sadakat yeminiyle birbirimize bağlanmıyoruz şu hayatta…
Gazetecilik mesleğimde, parti parti dolaşan nice milletvekilleri gördüm! Bu durumdan utanmayan, gururla yeni partisini anlatan, sebepleri her daim olan, onlara verilen oyların sahiplerine açıklama yapma gereği bile duymayan, unutulan…
O yüzden de CHP’ye ve ‘seçmene ihanet’ sloganlarını gülümseyerek izliyorum…
Sanki, Türkiye siyaseti ilk kez bir partiden diğerine geçiş hikayesi yazıyor…
Haklısınız, sebepler farklı da olabilir, ama ‘siyasette etik’ kısmını bugüne kadar asla tartışmayanların, bundan sonra da tartışmaya çok hakları olduğunu sanmıyorum…
Tabi bir de Yalova Altınova Belediye Başkanı var… O da AKP saflarına geçmiş, ama onun geçiş hikayesindeki bir detay çok konuşulmuş… Normal şartlarda, makam koltuğunun arkasında kocaman bir Atatürk portresi varmış, ama transfer olduktan sonra o portre epeyce küçülmüş, yanına da AKP’li Cumhurbaşkanı’nın fotoğrafı asılmış, ki bu da “zaten olacağı buydu” dediğimiz bir gelişme… Ama şaşırmamız gerekiyormuş gibi, bu da büyütüldükçe büyütüldü, hatta ‘ihanet’ bile dendi…
Merak ediyorum,
…o Atatürk fotoğrafı ne kadar büyükse, o kadar büyük bir Atatürkçü mü oluyorsunuz?
Makam koltuğunuzun arkasına astığınız Erdoğan portresi de sizi Erdoğancı ya da AKP’li yapmıyor, inanın, ki başından beri AKP ile yürüyenlerin bugünkü hallerini, açıklamalarını hepimiz izliyoruz!
O yüzden de bunlarda değilim bugün… Ne AKP’li olan eski CHP’lilerde, ne de boyutları küçültülen Atatürk fotoğraflarında, ne de bunlar üzerinden slogan devşirenlerde, ama hayatın kendisindeyim… Aydın’dan Yalova Altınova’ya, isim isim rüzgara karışanları “CHP’deki hazan yaprakları” olarak sayanlara da ‘ülke gündemine’ dönün diyorum o yüzden…
Çünkü asıl hazan yaprakları, bizleriz…
Bu ülkenin insanları, unutulanları…
Gündeme kurban edilenleri…
Çokça da ertelenenleri…
Öylesine bir güç savaşının orta yerinde kaldık ki, kuralları olmayan bir ringin etrafında, ayakta kalan her kimse, onu delicesine alkışlıyoruz! O alkışlayanları izledikçe, George Orwell’in ‘Hayvan Çiftliği’ kitabı geliyor akla… İnsan sahiplerini devirerek özgürleşmeyi hedefleyen hayvanların serüvenini konu alan kitap hani… Ancak bu hikayede, insan sahiplerini deviren hayvanlar arasında giderek güçlenen hiyerarşi, yeni bir düzenin otoritesi olur ve o otorite de yapması gerekeni yapar, diğerlerini, zayıfları ezer!
Anlayacağınız, Hayvan Çiftliği’ndeki devrim, eşitlik için başlasa da, bazı hayvanların ‘daha eşit’ olma arzusu, yeni bir sömürü düzenini de beraberinde getirir, tıpkı bugün insan toplumlarında olduğu gibi…
İçine düştüğüm bu düzende, o ezilenlerden biriyim ve kendimi, o hazan yapraklarından biri gibi hissediyorum!
Dalından koptu kopacak, esen rüzgara kapılıp uzaklara sürüklenecek, zavallı bir yaprak gibi…
Bilmiyorum, belki de kopmak gerek o daldan, düşmek gerek…
Yeniden yeşermek için en çok da…
Geçenlerde okuduğum bir şey var, diyor ki orada;
“Bir gün, bu sessizlikten çıkacağım… Ve o gün, karanlıkta yürüyen herkes için bir fırtına kopacak…
Merdivenin başındayım… Soğuk, tenimi değil, ruhumu kesiyor… Önümde dipsiz bir boşluk, arkamda yakıp yıktığım bir geçmiş var… İnsanlar koşuyor, bağırıyor, yaşıyor… Ben değil! Ben, başka bir yerdeyim… Herkes bir yerlere yetişme derdinde, bense, hiçbir yere ait olamamanın huzurunda ve öfkesindeyim… Yok, kaçmıyorum… Bekliyorum! İçimdeki fırtına, adım atmamı engelliyor… Ve biliyorum, o fırtına dindiğinde adım atarsam, dünya eskisi gibi olmayacak… Kendi savaşımı veriyorum, görünmeyen bir cephede… Sadece nefes alıyorum, ama her nefesim, bir meydan okuma…
Sadece şunu biliyorum!
Henüz gitme vakti değil…
Vazgeçme zamanı hiç değil…”
Demem o ki,
…gündemin incecik detaylarını ‘ana başlık’ haline getirip hayatlarımızı işgal eden ve adım atacak yer bırakmayanlara izin vermeyin… Çünkü o incecik detaylar, yorgun hayatlarımızın asıl detaylarını saklamak için… Size tavsiyem, aradaki farka odaklanın, hani ‘iki fotoğraf’ arasındaki sorulana! Kaybımız, hep o servis edilende durmamız… Siz siz olun, kafanızda biriken o arşivde durun… Orada biriken sayfalar, size ‘asla vazgeçme’ diye fısıldayan hikayeniz aslında…
Gerçeğiniz…
Düşünün…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.