Yıllarca Kürt sorununda demokratik çözüm için alınan her yolun bir bütün olarak Türkiye’deki toplumsal muhalefetin demokrasi ve sınıf mücadelesini geliştireceğini konuşuyoruz. Bugün ise KÖH bizi barışın inşasıyla birlikte sosyalizm ve enternasyonalizm mücadelesini birlikte örgütlemeye çağırıyor
Ancak başka bir yanardağın, kaynayan, köpüren bir yanardağın, gümbürtüsünü duyuracağı bir gün gelecek ve isteseniz de istemeseniz de, tüm bu sahte sofuları, kan dökme kültürünü yeryüzünden silip süpürecek. Ve ancak bu patlamanın yıkıntıları üzerinde tüm uluslar gerçek insanlık içinde bir araya gelecekler; bir tek ölümcül düşman tanıyacaklar: Kör, ölü doğa.
(Rosa Luxemburg, Martinik)[i]
Tek sıra halinde indiler merdivenlerden. Hızla dizildiler platformda Abdullah Öcalan görüntüsünün önünde. Son derece sade, somut ve kısa bir metin okudular. Sonra itinayla, dizdiler silahlarını. Devrilen silahları adeta saygıyla yeniden doğrulttular, bir halkın varlığının kabulünü sağlayan o silahları ateşe verdiler sonra. Yeniden tek sıra olup, mağaranın derinliklerine yürüdüler ve gözden kayboldular. Asker-gerilla olarak geldiler, sivil döndüler; devrimci geldiler devrimci gittiler.
Bese Hozat’ın bir “siyasal eylem” olarak tanımladığı, basın açıklaması ve silahların yakılması, en fazla yarım saat sürdü. Her anıyla, mekânın kendisiyle ve bizzat mekânın kullanım biçimiyle sembollerle yüklü bir ‘eylem’ örgütlenmişti. Geçen günlerde ‘eylemi’ izleyen gazeteciler hem bu semboller üzerine hem de bu eyleme tanıklığa gelenlerin duygu ve düşüncelerini aktaran bir dizi haber yaptılar. Keza eylemin baştan sona tüm görüntüleri de sosyal medyada yayımlandı. Barış ve Demokratik Toplum Grubu adıyla yaptıkları eylem hiç kuşkusuz, ölümlerin durması, acıların sağaltılması, öfkenin dinmesi, savaşın bitmesi için tarihsel bir öneme sahip. 11 Temmuz ve Casena Mağarası, Kürt özgürlük mücadelesinde yeni dönemin başlangıcına işaret eden önemli bir moment olarak tarihteki yerini aldı. 40 yıldır süren savaşın yarattığı onca acının ve yıkımın ardından 30’ların bu eylemi ve açıklamasının esas olarak barış vurgusu ile ele alınması da kuşkusuz kaçınılmaz. Eylemin ertesi günü Tayyip Erdoğan’ın barış adımlarını kendi iktidarını tahkime zemin olarak kullanmaya çalıştığı konuşmasının da bir kez daha gösterdiği, PKK’nin bu son eylemini de önceki açıklamalarını da savaşın bitmesiyle, hatta silah bırakmakla sınırlayarak ele alan yaklaşımlar, sürecin burjuva parlamentarizmine sıkışmasına neden olabilir. Ki burjuva parlamentarizmine sıkışmanın kendisi de savaşın her veçhesiyle son bulmasını ne kadar mümkün kılar tartışmalı. Bu nedenle süreci geçmişe yönelik değerlendirmelerin yanı sıra geleceğe yönelik politik projeksiyonla bir arada değerlendirmek gerekiyor. 1999 ve 2009’da sınıra gelerek silah bırakan PKK’liler kendilerini “Barış Grubu” olarak adlandırırken, Bese Hozat’ın Türkçesini okuduğu açıklamada 30’ların kendilerini “Barış ve Demokratik Toplum Grubu” olarak adlandırmalarından başlayarak, hem bu son basın açıklamasının hem de son 4-5 ayda çıkan diğer açıklamaların gelecek projeksiyonlarına bakarak bir değerlendirme yapmak elzem.
… [Ç]ünkü politikada ‘mevzi savaşı’ bir kez kazanıldıktan sonra kesin bir hal alır. Bir başka deyişle politikada manevra savaşı , kesin/kati olmayan mevziler kazanma sorunu olarak sürgit devam etmektedir.
(Gramsci, Mevzi Savaşı ve Manevra Savaşı)
Elbette ki gelişme çizgisi enternasyonalizme doğrudur, fakat çıkış noktası ‘ulusaldır’ –ve bu çıkış noktasından işe başlanmalıdır. Ne ki perspektif enternasyonaldir ve başka türlü de olamaz.
(Gramsci, Enternasyonalizm ve Ulusal Politika)[ii]
50 yıllık bir tarih içinde 1984’te aktif olarak başlayan silahlı mücadelenin sembolik sonunu izledik 11 Temmuz’da. Ancak bu son 40 yıl sadece silahlı mücadele/savaş ile değil, bizzat Kürt halkının ve KÖH’ün hayatın her alanında özgürlük mücadelesini örgütlemesiyle şekillendi. Gazeteler, dergiler, dernekler, yasal partiler, kültür kurumları, kadın ve gençlik örgütlenmeleri, savaşçıların ve devlet şiddetiyle katledilenlerin ailelerinin örgütlenmeleri, Avrupa çalışmaları, televizyonlar vd. ile birlikte hem sömürgeciliğe, inkar ve imhaya, asimilasyona karşı bir siyasal mücadele hem de bu siyasal mücadeleye bağlı toplumsal ilişkiler örgütlendi. 90’lardaki kirli savaş politikalarıyla, daha sonra HEP’i kuracak olan, SHP’den seçilmiş Kürt vekiller 1994’te hapishanelere gönderildi. Devletin Kürt halkının direnişi karşısındaki biçareliği 99 yerel seçimlerinde kazanılan belediye yönetimleri ile görünür oldu. 2007’de seçim barajını boşa çıkararak girilen milletvekili seçimleriyle parlamentonun tarihsel akışını değiştiren KÖH, TBMM’de sadece Kürtlerin değil gençlerin, kadınların, LGBTİ+’ların, işçilerin, yoksul köylülerin, ezilen tüm kesimlerin sözcüsü oldu. 2010’lardan itibaren tüm ezilenlerle kurulan demokrasi ittifakına dayalı örgütlenmeler aracılığıyla sosyalistler, feministler, Ermeniler, Süryaniler, Aleviler, gençler ve aslında ‘hemen hemen’ toplumun bütün kolektif siyasal özenlerinin Meclis’te temsilini sağladı. Esas olarak hem sosyalist hareketin hem de burjuva siyasetin gündemini doğrudan belirlediği 84 sonrası için temel hedef, Kürt halkının kolektif haklarının tanınmasının yanı sıra Türkiye’nin bir bütün olarak demokratikleşmesi oldu. Ve bu 40 yıl boyunca [aslında 90’lardan itibaren] gerek silahlı mücadelenin gerekse yasal toplumsal alandaki mücadelenin kesişme noktaları ve siyasal yönelimleri esas olarak bu eksende şekillendi. Silahlı mücadele, KÖH’ün siyasi programında öne çıkan demokrasi ve barış mücadelesini, hem devlet nezdinde hem de Kürt halkı nezdinde belirleyici kılan esas siyasal özne olageldi. Bu 40 yıl boyunca Kürt siyasi hareketinin yanı sıra dayanışma göstereniyle göstermeyeniyle sosyalist hareketin ve demokrasi güçlerinin siyasal yönelimlerinde de belirleyici bir etkinliği söz konusuydu. Bugün ise hem burjuva siyaseti hem de sosyalist hareket ve diğer toplumsal muhalefet güçleriyle kurulacak ilişki yeni bir siyasal programla ve yeni bir örgütlenme tarzıyla inşa edilmeye hazırlanılıyor. Bu yeni inşa döneminin ortaya çıkaracağı zorluklar kuşkusuz öncelikle KÖH’ün kadroları ve kadrolarıyla Kürt halkı arasındaki ilişkide görünür olacak. Ancak hiç kuşku yok ki KÖH ile partilerde birlikte siyaset yapan sosyalistler ya da Kürt kadın hareketi ile dayanışma içinde siyaset yapan feministler de yeni dönemin siyasal ve toplumsal ilişkilerinin inşasında önemli tartışmalarla karşı karşıya kalacaklar.
Bu nedenle savaşın bitmesine, ölümlerin durmasına işaret eden barış adımlarının yanı sıra, Bese Hozat’ın Türkçesini okuduğu Barış ve Demokratik Toplum Grubu’nun açıklamasındaki siyasal hedeflerin bütününe dikkat etmek gerek. Doğrudan muhatap olarak “Başta kadınlar ve gençler, işçi ve emekçiler olmak üzere tüm halkları, demokratik ve sosyalist güçleri, aydın, yazar…” diyerek dayanışma çağrısı yapıyorlar. Ama en önemlisi Kürt sorununun demokratik çözümü için verilecek mücadelenin yanı sıra “küresel düzeyde demokratik, sosyalist enternasyonal mücadeleyi ve dayanışmayı geliştirip, güçlendirmeye çağırıyoruz” diyorlar.
Yıllarca Kürt sorununda demokratik çözüm için alınan her yolun bir bütün olarak Türkiye’deki toplumsal muhalefetin demokrasi ve sınıf mücadelesini geliştireceğini konuşuyoruz. Bugün ise KÖH bizi barışın inşasıyla birlikte sosyalizm ve enternasyonalizm mücadelesini birlikte örgütlemeye çağırıyor. Kuşkusuz sosyalizm ve/veya enternasyonalizm kavrayışlarımız bir dizi önemli farklılıklar taşıyor[iii], ancak ısrarla önce barış sonra diğer ezilenler diye bir öncelik sıralaması yapmazken, KÖH’ün barış ile birlikte sosyalizm ve enternasyonalizmi örgütleme çağrısını daha fazla dikkate almalı, tartışmalı ve yol yürürken tartışmanın örgütsel araçları üzerine daha fazla düşünmeliyiz. Silahların yakılmasını başlangıcın sonu olarak görerek enternasyonal dayanışmacı bir tartışma ile mücadele birliğini inşa etmeye çalışmak gerekiyor sanki.
[i] Rosa Luxemburg Kitabı, çev. Tunç Tayanç, Dipnot Yay., sf.188
[ii] Gramsci Kitabı, çev. İbrahim Yıldız, Dipnot Yay., sf. 282-283
[iii] Bu farklılığın önemini asla yadsımıyorum… Buna ilişkin tartışma için https://umutgazetesi45.org/arsivler/135210
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.