Küre Dağları’nın karstik yapısı, bölgeyi adeta bir su cennetine dönüştürmüş. Ilıca, Ulukaya ve Horma şelaleleri, denize dökülen Gideros’un gözyaşı gibi akan suları… Bunların her biri sadece birer manzara değil; çevresindeki tüm canlıların yaşam kaynağı. O sular, siyanürle zehirlendiğinde sadece balıklar değil, hayatın kendisi ölecek
Ereğli’den yazıyorum. İçim yanıyor. Çünkü gözümün önünde yalnızca ağaçlar değil, bir halkın belleği yok edilmek isteniyor.
Batı Karadeniz’de tam 42 siyanürlü altın madeni planlanıyor. Evet, yanlış duymadınız. 42 ayrı sahada, 42 ayrı “İliç faciası” yaşanabilir. 6 maden sahasına ruhsatlar verildi bile, 36’sı ise ihale sürecinde. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüşülen yeni maden yasası geçerse, sadece 45 gün içinde tüm izinler tamamlanmış olacak. O noktadan sonra, geri dönüş yok.
Küre Dağları, yalnızca ağaçlar ve vadilerden ibaret değil. Orası yaşayan bir ekosistem, binlerce yıllık bir kültür atlası ve halkların ortak hafızası. Şimdi bu dağlar, hiç olmadığı kadar tehdit altında.
Küre Dağları’nın karstik yapısı, bölgeyi adeta bir su cennetine dönüştürmüş. Ilıca, Ulukaya ve Horma şelaleleri, denize dökülen Gideros’un gözyaşı gibi akan suları… Bunların her biri sadece birer manzara değil; çevresindeki tüm canlıların yaşam kaynağı. O sular, siyanürle zehirlendiğinde sadece balıklar değil, hayatın kendisi ölecek.
Bölgenin ormanları, anıt ağaçlarla dolu. Kayın, köknar, meşe, sarıçam… Asırlık gövdeleriyle bu ağaçlar, bize doğanın sabrını ve direncini öğretiyor. Onlar yıkılırsa, yalnızca orman değil, insanın kökü de kopar.
Küre Dağları’nın mağaraları ve kanyonları, yalnızca coğrafi oluşumlar değil; tarihin ve jeolojinin birlikte yazdığı destanlardır. Ilgarini Mağarası, Roma ve Bizans’tan izler taşır. Valla ve Horma Kanyonları, binlerce yılda oyulmuş birer doğa el yazmasıdır. Şimdi, bu harflerin üzeri betonla örtülmek isteniyor.
Burada sadece doğa değil, kültür ve inanç mirası da tehlike altında. Kastamonu’daki Mahmutbey Camii, Karabük’teki Safranbolu’nun taş evleri, Bartın’daki Aya Nikolas Kilisesi, Sinop’taki Selçuklu Alaaddin Camii… Hepsi bu toprakların belleği.
UNESCO’nun “koruyun” dediği miraslar, şimdi şirketlerin kazı listelerinde yer alıyor.
Meclis’e getirilen maden yasası, halkla değil şirketlerle hazırlanmış gibi. Ne bilim insanı dinlenmiş ne çevre örgütü çağrılmış. Her şey yangından mal kaçırır gibi.
Bolu, Düzce, Zonguldak, Bartın, Karabük, Kastamonu ve Sinop illerinde toplam 42 IV. grup maden sahasının açılması planlanıyor. Bu alanların çoğu, Küre Dağları’nın çevresinde yer alıyor. Yani “korunan alan” dediğimiz bölgelerin tam ortasında.
Ve ne yazık ki, bölge milletvekillerinden bazıları bu yasaya destek veriyor. Halkın değil, şirketlerin vekilliğini yapıyorlar.
Küre Dağları, sadece doğasıyla değil; emeğiyle, folkloruyla, kadınlarıyla direnen bir yerdir. Rıfat Ilgaz’ın dizelerinde geçen o sessizlik, aslında büyük bir uyarıdır:
“Sarı yazmalar” bağlandığında, o sessizlik bir çığlığa dönüşür.
Bu halk doğaya kefen biçenlere karşı sessiz kalmayacak. Çünkü Küre yalnızca bir dağ değil, geleceğimizin sırtını yasladığı bir vicdandır.
Bugün sessiz kalırsak, yarın elimizde yalnızca haritalarda adı kalmış bir dağ silsilesi olacak. Ne orman, ne su, ne kültür…
Küre Dağları’nın yok oluşuna seyirci kalmak, geleceğimizden vazgeçmektir.
Haydi ses ver! Küre Dağları’nın çığlığı, senin çığlığın.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.