francesca albanese bir röportajında, “güç karşısında hiç çekinmeden konuşabildiğimin farkındayım… hiç korkmuyorum ve bu benim için yeni bir şey. içimde böyle bir şey olduğunu bilmiyordum, diyor ki, trump dahil herkes buna şahit
geçen şubat ayında, fransa cumhurbaşkanı macron, el aksa tufanı operasyonunu, “yüzyılın en geniş antisemitik katliamı” olarak tanımladığında, “7 ekim katliamının kurbanları yahudilikleri nedeniyle değil, İsrail baskısına karşılık olarak öldürüldüler,” diye cevap vermişti. fransız dışişleri bu açıklamayı kınadı, israil onu “persona non grata” yani istenmeyen kişi ilan etti ama francesca albanese geri adım atmadı: “bazılarının tweetimi hamas’ın birçok kez şiddetle kınadığım suçlarını ‘meşrulaştırmak’ olarak yorumlamasına teessüf ediyorum. antisemitizm de dahil olmak üzere her türlü ırkçılığı reddediyorum. ancak bu suçların ‘antisemitik’ olarak nitelendirilmesi, işlenmelerinin gerçek nedenini gizlemektedir.”
birleşmiş milletler işgal altındaki filistin toprakları özel raportörü olarak 2022’de üç yıllığına, atanmıştı, görevi bir üç yıl yıl daha uzatıldı. bu görevi üstlenen ilk kadın. ilkleri bununla sınırlı değil. aynı zamanda abd’nin yaptırım uyguladığı ilk bm raportörü de o! buna da, “mafya tarzı yıldırma taktikleri hakkında yorum yapmayacağım. ben üye devletlere soykırımı durdurma ve bundan yararlananları cezalandırma yükümlülüklerini hatırlatmakla meşgulüm” diye cevap verdi.
bir röportajında, “güç karşısında hiç çekinmeden konuşabildiğimin farkındayım… hiç korkmuyorum ve bu benim için yeni bir şey. içimde böyle bir şey olduğunu bilmiyordum diyor ki, trump dahil herkes buna şahit.
ama en etkili ve çarpıcı işi 3 temmuz’da bm insan hakları konseyi’ne sunulan “İşgal ekonomisinden soykırım ekonomisine” adlı rapor oldu. geçen yılki bir “soykırımın anatomisi” başlıklı raporu da etkileyiciydi ama son rapor, filistinli yazar ve gazeteci ramzy baroud’un ifadesiyle “israil’in filistinlilere karşı savaşını ve soykırımını sürdürmesine izin veren şirketleri cesurca isimleriyle suçluyor ve aynı zamanda bu korkunç olaylar karşısında sessiz kalanları da hedef alıyor.(…) kolektif vicdanın gazze’de acımasızca sınandığı bir dünyada, akademik bir çalışma veya basit bir ahlaki mesajdan çok daha fazlasını ifade ediyor. bu rapor, birbiriyle bağlantılı birçok nedenden dolayı önemlidir. en önemlisi, yalın bir diplomatik ve hukuki retoriğin ötesine geçerek, hesap verebilirliğe yönelik pratik yollar sunmasıdır. ayrıca, uluslararası hukuka yeni bir yaklaşım sunarak, onu hassas bir siyasi denge oyunu olarak değil, savaş suçlarına ortak olmaya karşı çıkmak ve gazze’deki mevcut uluslararası mekanizmaların derin başarısızlıklarını ortaya çıkarmak için güçlü bir araç olarak konumlandırmaktadır.”[1]
albanese, bolca siyaset konuşulan, aile yemeklerinde dış politikanın tartışıldığı, sosyalist bir ailede büyümüş; o yıllarda italya’da filistin meselesine, bir iç politika konusu kadar önem verilirmiş. pisa üniversitesi’nde hukuk okuduktan sonra londra’daki doğu ve afrika çalışmaları okulu’nda yüksek lisans yapmış, orada, filistin’in sadece sokak eylemleriyle değil, uluslararası hukuk temelinde savunulması gerektiğine karar vermiş. onu filistin savunuculuğu yoluna iten şey, “uzun süren adaletsizlik karşısında duyduğu derin bir öfke duygusu”ymuş.
2010’da, 33 yaşındayken birleşmiş milletler yakın doğu’daki filistinli mültecilere yardım ve bayındırlık ajansı’nın (unrwa) hukuk işleri departmanı’nda çalışmak üzere kudüs’e taşınmış. buraya ilk gelişi değilmiş, 2009’da henüz evli değilken eşiyle birlikte burayı ziyaret etmiş.
siyasi bilinç, yanlış yapma ihtimali olduğunda insanı rahatsız eder. o da orada kaldığı süre için kendisine önerilen evin asıl sahiplerinin yerlerinden edilip edilmediğini araştırmış, daha sonra eşiyle alışveriş yaparken aldıklarının yerleşimcilerin ürünü olmamasına dikkat etmiş.
israil’in 2014 saldırısı, onun için bir dönüm noktası, büyük bir sarsıntı olmuş. orada değilmiş, “kızım leila kucağımda, yaşanan vahşeti izliyordum ve gazze’deki meslektaşlarımın, arkadaşlarımın ölüm haberlerini alıyordum. insanların, sadece filistinli oldukları için cezalandırıldıklarını gördüm ve büyük bir acizlik duygusuna kapıldım,” derken duralıyor, “ama geçtiğimiz 14-15 ayda o duygudan kurtuldum. biliyorum ki en azından uluslararası hukukun tüm gücünü kullanarak konuşabilirim.”
filistin konusunda düşünen birçok yazar, onun farkının konuyu başka bir boyutta ele alabilmesi olduğunu söylüyor. albanese, “batı bu vahşete neden izin veriyor?” sorusuna “kendi antisemitik geçmişiyle hesaplaştığı için” gibi, beylik cevaplarla yetinmiyor.
“israil’in uzun süredir parçası olduğu batılı yerleşimci-sömürgeci blok kendini koruma eğiliminde,” diyor, “ama şimdi bunun daha derin bir şey olduğunu düşünüyorum. en ikna edici cevap, israil’e ne aktarıldığı değil; israil’in teknoloji, eğitim, silah, gözetleme teknolojisi ve kitlesel kontrol teknikleri anlamında tüm dünyaya ne sattığıdır.”
bu hem ekonomik hem de siyasal bir gerçek; dünyanın her yerinde baskıcı iktidarların israil’e ihtiyacı var. ve francesca albanese, bunu söyleyebilen, filistin meselesini, merhamet ve insan hakları söyleminin ötesine taşıyabilen ilk diplomatik görevli, başka hiçbir raportörün adı hatırlanmazken, onun bu kadar tanınması, sevilmesi boşa değil. nitekim ab parlamentosu’nun irlandalı üyesi aodhán ó ríordáin ve slovenyalı politikacı matjaž nemec tarafından nobel barış ödülü’ne aday gösterildi.
bu göreve gelmeden önce, bütün aileyi toplayıp kurduğu sofralar, hazırladığı lezzetli yemekler artık yok. geçmişte yapabildiği başka bir sürü şey de. iki kızı ve eşiyle, tunus’ta yaşadığı evin, dış dünyadaki hayatından farklı olarak çok huzurlu olduğunu söylüyor bir röportajda. daha önce birleşmiş milletler kalkınma programı’nda çalışmış olan ve şimdi dünya bankası’nda çalışan eşinin bağımlılık kavramına alerjisi olduğu için, evcil hayvanları yokmuş. bir çırpıda ve haklı olarak “emperyalist kurumlar” diyebileceğimiz dünya bankası ve birleşmiş milletler arasında örülmüş bir hayat. ama işte o hayatta bile, gerçekleri görebilmiş.
filistinliler arasında, uluslararası diplomasiyi ve özellikle batılı ülkelerin yürüteceği diplomasiyi çok önemsediğini, filistin halkı ve direniş de dahil olmak üzere doğuyu dikkate almayan bir yerden düşündüğünü gözlemleyenler var. yine de bm konseptlerini sarsan bir kadın olduğuna şüphe yok.
birkaç istisna dışında siyaset ve diplomasideki kadınları hep ceketli görmeye alışık olan bizler için kendine has, sık sık şallar kullandığı tarzı da ilgi çekici. gri gözlerine çok yakışan kır saçlarını bir zamanlar boyadığını gösteren fotoğrafları var. ve çok takı takıp hiç değerli bir şey takmaması dikkatimi çekmedi desem yalan olur, hiç takı takmayan, değerli şeyler takmayı üstüne para iliştirmeye benzeten duygu asena’yı hatırlattı.
yazıyı, 7-12 temmuz’da saraybosna’da gerçekleşen, “warm uluslararası güncel çatışmalar festivali”nin açılışında yaptığı ve son kitabından bir alıntı olan konuşmasıyla bitireyim:
“bir halk bir beden gibidir, kaybedilen her uzuv bütünü parçalar.
28.125 gün boyunca (nakba’nın gerçekleştiği 15 mayıs 1948’den itibaren geçen günler) filistin halkı parçalanmanın acısıyla yaşadı. 1948’de parçalanmış olanı iyileştirmek, onarmak için mücadele etti. ancak darbeler hiç durmadı: daha küçük parçalara bölündü. dövüldü, uyuşturuldu, üzerine tükürüldü, delindi, bütünlüğü ihlal edildi, alay edildi, küçümsendi. aşağılandı, suçlandı ve lekelendi. bir beden ne kadar acıya dayanabilir?
nakba geçmişte kalmış bir olay değildir. dördüncü cenevre sözleşmesi’nin 49. maddesi’nin, uluslararası medeni ve siyasi haklar sözleşmesi’nin 1. maddesi’nin, bm şartı’nın 1. maddesi’nin ve ‘insan onurunun’ en temel ilkelerinin sürekli ihlalidir. ‘hukukun kendisi’nin dilinde şu vaat yatar: hiçbir işgal sonsuza kadar yasal değildir, hiçbir sürgün ebedi değildir, hiçbir hatıra onun yargı yetkisinin sınırları dışında değildir.”
ve uluslararası hukuk var olduğu sürece, adalet kelimesi anlamını koruduğu sürece, nakba sadece bir yas değildir. bir iddianamedir. çözülmemiş bir emirdir. adalet yerini bulana kadar dünyanın yürümesi gereken ve terk edemeyeceği bir yoldur. bu en çok filistinliler için, ama hepimiz için.”
[1] https://sendika.org/2025/07/soykirim-ekonomisi-raporu-retorigin-otesinde-bir-hesaplasma-ramzy-baroud-729897
Kaynak: Kadın İşçi
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.