Kaybedilmiş mücadele, terkedilmiş olandır; Arjantin’de Plaza De Mayo Annelerinin bu şiarı bugün hem Galatasaray Meydanı’ndan hem de demokrasi mücadelesinin bütün alanlarından vazgeçmeyenlerin bilinç ve eyleminde ete kemiğe büründü
Kayıplarla ilgili mücadele geleneğinin oluşmasında önemli rol oynayan, hepimiz için direnişin, saygının ifadesi olarak “Emine Ana”da özleşen Emine Ocak aramızdan ayrıldı. Bugün geniş çevrelerce anılıyor olması evladını kaybetmiş bir ana olarak üstüne düşen tarihsel sorumluluğu hakkıyla yerine getirmiş olmasından kaynaklıdır. Evladını ya da yakınını gözaltında kaybetmiş birinin duyarlılığını veya acısını anne veya baba olarak ayrı ayrı ölçülere koyamayız. Ama eylemin devamlılığı kendi dilini ve literatürünü de oluşturur. “Cumartesi Anneleri” kavramı, aklımıza bir anne veya anneleri değil, yakınlarını kaybetmiş babaları, kardeşleri, amcaları, teyzeleri, torunları ve hatta Galatasaray Lisesi önündeki eylemlere katılmayı aksatmayan “Cumartesi İnsanı” olarak da adlandırılan aktivistleri de kapsamaktadır.
Bu yanıyla siyasi kayıpları arama mücadelesi ülkemizin demokrasi mücadelesinin asıl parçalarından biridir. Çünkü siyasi duruşu ve tavrı nedeniyle birini aleni ya da sinsice gözaltına alıp ardından organize bir biçimde inkâra gitmek bir yanda faşizmin varlığını gösterirken, karşısında tavır alanların mücadelesinin de esaslı bir hukuk ve demokrasi mücadelesi olduğunu açığa vurur.
Ana ve babalar başta olmak üzere 30 yıldır kayıpların akıbetinin ortaya çıkarılması için iradi bir mücadele yürütülüyor. Kuşkusuz otuz yıldan önce de bu mücadele vardı. Daha önceki yıllar dışında, özellikle ’90’lı yıllarda kaybetme politikası sistematik bir devlet politikasıydı. Kayıplarda aktif rol alanlar aynı devletin içinde terfi de aldı, başka yerlerde sefalarını da sürdü ve sürmeye devam ediyorlar. Anaların ve kayıpların acısı, arayış ve hesap sorma uğraşı ise hiç dinmedi. Ömürlerinden geçen her gün yaralarını kanatmaya devam etti. Evladının bir gün bir yerden çıkıp geleceğini düşünerek yattığı yatağa dokunmayanlar, kulağı kapıda olanlar, geceleri karabasanlara bulananlar, gözleri açık olarak hayata veda etti… “Evladımın kemikleri bulunsun, bir torbaya koyup nereye gidersem sırtımda taşıyacağım” diyen annelerin acısının dinmesi mümkün olmadığı gibi kararlılığı da hiç eksilmedi.
Emine Ocak veya hepimiz için o, Emine Ana; geleneksel kalıplar içinde yaşam süren bir kadının, ülkeyi hatta dünyayı ilgilendiren bir olay nedeniyle yeri geldiğinde nasıl başat bir özne rolüne geçtiğinin tipik bir örneği… Yıl 1995’e geldiğinde eşi baba Ocak, evlatları Ali, Hüseyin, Hüsniye, Aysel, Maside ile gözaltına alınıp kendisinden haber alınmayan oğlu Hasan Ocak’ı bulmak için seferber oldu. Aile bir bütün olarak önce Hasan’a sağ kavuşmak için olağanüstü bir çaba harcarken diğer kayıp yakınlarını da yanlarına almayı, bir güç oluşturmayı ihmal etmedi. Karakollar, gözaltı merkezleri başta olmak üzere sorumlu resmi kurumlar didik didik edildi. Vekilinden, bakanlara kadar doğrudan ve dolaylı ilgililerin karşısına çıkıldı. Ocak ailesinin fertleri aynı süreçte kaybedilen Rıdvan Karakoç ve İsmail Bahçeci ile ilgili çeşitli ipuçlarını da yakalamayı başardılar. Hasan Ocak’la birlikte Rıdvan Karakoç’un kemiklerine de bu sayede ulaşıldı. Ortada bir katliam ve yok etme vardı ama sorumluluğu üstüne alan bir yetkili, bir devlet kurumu yoktu. Hasan Ocak ve Rıdvan Karakoç’un kemikleri bulundu. Baba Ocak’ın, oğlunun zor tanınan bir iskelete dönüşmüş varlığı başında içine ağan ağıtı, insanın yüreğine işleyen gözyaşları onun toprağı Dersim’in ikinci büyük acısını yaşayışına benziyordu. Ve Hasan’ı toprağa vermenin ardından Ocak ailesi evine çekilmeyip acısını kuşanarak kayıpların akıbetini ve hesabını sormak için kaldığı yerden mücadeleye devam etti. Kayıp yakınları onların açtığı yol üzerinde İnsan Hakları Derneği aracılığıyla bir araya gelerek sayısı bini bulan kayıpların beş yüzden fazlasının kimliğine, fotoğrafına, kaybetme biçim bilgisine bir noktaya kadar erişmiş de oldu. Gözaltında kaybedilenler için 1061 haftadır yapılan eylemlerin ardında böyle bir emek ve tarih bulunmaktadır.
Dünyanın her yerinde faşist cuntaların zorbalığının biçimi özünde hep aynıydı. Latin Amerika ülkelerinde gözaltında kaybedilen yakınlarını arayanlar ile ülkemizdekilerin ailelerini bir araya getiren de aynı şeydi. Cumartesi Annelerinin kararlılığı dünyanın öte başında aynı kaybetme olaylarını yaşayanlarla da bizleri buluşturdu. Ulusal ve Uluslararası Gözaltında Kayıplar Sempozyumu’nun temelinde bu acı yatıyordu. Aradan onlarca yıl geçmiş olmasına rağmen yakınını arayanların çoğunluğu direnişini aileden birine bırakmış olarak yaşama veda etmiş olsa da kayıpları arayış mücadelesi demokrasi güçlerinin vazgeçilmez talepleri arasında iyiden iyiye yerini bulmuştur.
Hani acılarda ortaklaşmak bakımından gözyaşının ve acının rengi yoktur denir. Evet acı olumsuz bir ruh hali, gözyaşı da onun teridir. Öyle de olsun ama bir kayıp anası yüreğindeki acıyı açtığında onunkinde ister istemez çok farklı bir renk olduğu görülür. O an kurduğunuz empati duygusu size hiç olmadığı kadar derin ve dolaşık bir ip yığını çıkmazlığında bambaşka bir acı hissettirir. Emine Ocak ve ondan önce giden kayıp yakınları yüreğinde farklı bir acıyla toprağa yattılar. Bu nedenle onların uluslararası boyutta ilişkileri de içine alarak yarattığı geleneğe sahip çıkmanın önemini iyi kavramak gerekir. Kaybedenler, yakınlarının akıbetinin peşine düşenlerin bir gün ya yaşama veda ederek ya da yorularak tükeneceği hesabıyla baskılarını arttırarak sürdürmektedir. Değil Cumartesi Annelerine, gün geldi İstiklal Caddesi’ne, İHD’nin sokağına ve hiç durmadan Galatasaray Meydanı’na dahi bariyerler örüp kelepçe taktılar.
Kayıp acısının rengi hem farklıdır hem tarif edilemez niteliktedir ve sadece kendi gerçekliği ile yaşanır. Kendisi üç yaşındayken babası kaybedilen bir çocuk bugün büyümüş ve çoluk çocuk sahibi olarak sokaklarda hala babası sandığı kişilerin yüzüne bakıyor, arkasına takılıyor dersek, sanırım o acının duygusunu daha kuvvetli biçimde duyumsamış oluruz.
Kaybedilmiş mücadele, terkedilmiş olandır; Arjantin’de Plaza De Mayo Annelerinin bu şiarı bugün hem Galatasaray Meydanı’ndan hem de demokrasi mücadelesinin bütün alanlarından vazgeçmeyenlerin bilinç ve eyleminde ete kemiğe büründü. ‘90’lı yıllardan günümüze, devletin baskı ve işkence politikalarında bir değişiklik yok! Ki o zaman olduğu gibi bugün de gözaltına alınanlara “seni kimse bilmiyor, aramıyor sormuyor, öldürüp atsak kimsenin ruhu duymaz” şeklinde tehditler savurulduğu da biliniyor. Ki bunun fiili denemelerini de çok yaptılar. Onların bu konudaki cesaretini kıran şey ise kayıplar konusunda yürütülen kararlı mücadelenin kendisidir. Kayıplarla ilgili mücadelenin 700. haftasında olağanüstü polis kuşatması altında yaşına rağmen o alana gelip gözaltına alınan Emine Ocak’ın direngen görüntüsü, bugün kayıplarla ilgili defterin kapatılamayacağının hesabı bakımından çok önemlidir.
Yüreği kayıp yakınlarının yurdu olduğu kadar tüm ezilenlerin de yurdu gibi çarpan Emine Ocak’a elveda… Onun bilincini direncini kattığı, öncesi de dahil son otuz yıllık mücadelesi şimdi hepimize emanet!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.