John Steinbeck, hikayeyi oluştururken birçok noktaya odaklanıyor ama özellikle odaklandığı nokta çelişkilerle dolu düzenin devamlı kriz yaratacağı ve bu krizlerin mücadelenin devamlılığını sağlayacağı üzerine. Hem grev pratiklerini hem de devlet pratiklerini oldukça ayrıntılı bir şekilde açıyor, sonuçlarına da gerçekçi bir şekilde yaklaşıyor. Romantize etmeden oldukça edebi ve vurucu bir noktadan yorumladığını da gözden kaçıramayız, sonuçta mücadele tarihi görünür olduğu kadar görünmezdir. Grevler, isyanlar ve işgaller çoğu tarih kitabında yazar ama bazılarına göre mit haline gelmiştir. Oysaki toplumda en derin çelişkiler ve aksiyonlar insanın yazdığı, pratiğe geçirdiği tarihtedir
John Steinbeck’in Bitmeyen Kavga romanı ABD’nin Kaliforniya eyaletindeki tarım işçilerini anlatır. Tarım işçileri, kötü çalışma koşullarından ve düşük ücretlerden şikayetçidir fakat kendiliğinden bir hareket başlatamamışlardır. Durumu uzaktan izleyen komünist parti üyesi Mac ise grevi örgütlemeye, doğrudan grevin gerçekleştiği elma bahçesinde çalışmaya karar verir. Bu sırada Jim komünist partinin binasına giderek örgütlenmek istediğini söyler. Kendisine nedeni sorulduğunda ise hayatı boyunca yoksul bir yaşam sürdüğünü ve annesini kaybettiği için bunu yapmak istediğini belirtir. Jim, yaşadığı düzenin içinde kaybedecek hiçbir şeyi olmayan birisidir. Mac ve diğer parti üyeleriyle tanıştıktan sonra yeni bir grevin başladığını öğrenir. Artık hayatını, zamanını ve enerjisini sadece bu iş için harcayacağını orada anlar. Hayatın artık “kutsal” hale gelmiş kölelik zincirinin parçalanmasıyla mutlaka tanışacağımızı da gösterir bize.
Mac ile Jim, Torgas Vadisi’ndeki elma bahçesine varır ve bahçede işe girerler. Diğer işçiler gibi çalışmaya başlarlar, izledikleri strateji doğrudan bu yönde ilerler. İlk kriz başlar, doğum sancısı çeken bir kadın işçiye bez olarak kullanılmak üzere Mac tüm işçilerden tişört, atlet ve gömlek toplar. Mac, işçilerin güvenini biraz da olsa kazanmış olur. Bilerek gereğinden fazla kıyafet toplayan Mac’e Jim, şu soruyu yöneltir: “O kadar beze ihtiyacın yoktu. Niye London’a bunları yak dedin?” Mac de cevap verir: “…eşyasından bir parça veren herkes bu işin kendi işi olduğunu hissetti. O bebek için sorumluluk üstlendi hepsi. Bu bebek onların bebeği, çünkü kendilerinden bir parça gitti ona. O bezleri vermek bu olayla bağlarını koparmak anlamına gelecekti. Eğer bir insanı eylemin bir parçası yapmak istiyorsan, bu eylem için bir şeyler vermesini sağla…’’
Burada Mac’in kolektif bir şekilde tüm işçileri etkileyecek eylemlerde bulunacağını anlarız. Mac’in tercihi etik veya ahlaki açıdan sorgulanabilir bir yerde gözükebilir, kendisi zaten bunları göze alarak yapar. Büyük sorunları aşmak için kendi bireysel konumuyla ilgilenmez, fazladan kıyafetleri yaktığı öğrenilse ve linç edilme ihtimali doğsa da sonuç odaklı olmak gerekir. Risk almadan zaten başarabileceğimiz neredeyse hiçbir şey yoktur.
Mac’e göre hangi krizin nasıl şekillendiğini önemli değildir, önemli olan dayanışmayı sağlamaktır. Mac bu stratejiyi en kaba şekilde ilerletmeye çalışır, onun için yaşanan sorunlar yalnızca güven sağlama amaçlıdır. Bütün bunlar devam ederken yine de işçilerde grev başlatacak öfkeyi göremezler, aralarındaki tartışmalar Jim’in umutsuz olduğunu gösterir. Mac önce yoldaşının sonra işçilerin öfkesini harekete geçirmesi gerektiğinin bilincindedir. Bu sırada yaşlı bir işçi olan Dan’in ağaçtan düşüp yaralanması bütün bahçede öfkeyi tamamen görünür kılar, artık bahçenin her köşesinde akıllar ortak, yumruklar birdir. Mac, grevi başlatır. Tabii ki grev başladıktan sonra patronlar grevi sonlandırmak için her türlü kirli yola başvurur. Grevin durması için grev kırıcı işçiler getirilir, bu işçilerin arasına komünist partinin başka bir üyesi olan Joy sızar. Grev kırıcılara karşı önlem almak üzere konuşma yaptığı sırada Joy faşist bir grup tarafından vurularak öldürülür. Grev birçok sorun yaşasa da sarsıntılı olarak devam eder. İşler ciddileşir. Grev kırıcıların tarafına katılanlar da olur. Yine de Mac, deneyimli olduğu için devamlı olarak başarılı müdahalelerde bulunur. Joy, yıllardır dostluk ettiği ve sevdiği bir insandır. Ama bu durumu arkasında bırakabileceğini bilir, onun için arkadaşlık diye bir şey yoktur. Joy’un ölümünün korku yaratacağının farkındadır fakat bazı çelişkileri ortaya çıkaracağının da farkındadır. Geçmişi onu duygusal biri olmaktan uzaklaştırmıştır, tam bağdaşmasa da belki de herkes için geçerlidir. İlk barikata yürümekle yüzüncü barikata yürümenin arasında fark vardır.
Devlet, şiddetin dozunu daha da arttırır. İşçilerin grev alanı Al’ın babası olan Anderson’a aittir ve Al işçileri bu araziyi belirli riskleri göze alarak işçilere açmıştır. Al, bu sebepten dolayı patronun adamları tarafından öldüresiye dövülür. Sonrasında ambarları yıkılır. Bu durumdan sonra Al, birçok şey kaybetmesine rağmen komünist partiye katılmak istediğini söyler. Jim ile benzer bir durum yaşamıştır, düzen içerisinde yoksunlaştıkça çaresiz kalınır bu doğrudur, bunu aşmak için ise başka bir yol tercih edilmelidir. Uzaktan bakıldığında gözde büyüyen o riskler anlamsızlaşır, saf tutmak zorunlu hale gelir. Al’ın babası Anderson işçilere grev alanını terk etmelerini söyler, patronla anlaşmıştır. Mac ve Jim çaresiz kalmıştır artık. Yoldaşları öldürülmüş, kaldıkları araziden kovulmuşlardır. İşçiler arasındaki umut gittikçe yok olmaktadır. Jim ise baştaki umutsuz haline rağmen deneyimler edinmiştir.
Hiçbir yol kalmadığını düşünmektedir herkes. Eli kolu bağlı bir şekilde gökten mucize gelmesi gerekiyordur belki de. Ya da bir anda patronların sınıf değiştirmesi. Bunların hiçbiri olmaz, olamaz da. Gece vakti işçiler toplanmıştır. Bir çocuk alana dalarak doktor olduğunu söyleyen bir adam olduğunu belirtir. Doktora ihtiyaçları olan Jim ve Mac, ormanlık alana doğru yürür. Jim hızlıca önden gider. Yürüdükleri esnada karşısına çıkan silahlı ekipler tarafından vurulur, yere düşer. Silah seslerini duyup gelen Mac yerde yatan Jim’e bakar. Hareketsiz kalır, bir şey söyleyemez. Diz çöker. Yoldaşına bakar. Yavaşça onu sırtına alır ve işçilerin yanına yürümeye başlar. İşçilerin arasından geçer, bir platforma çıkar. Jim’in cansız bedenini köşeye dayar, bir fener alıp Jim’in yüzünü aydınlatır. İşçilere seslenir: ‘‘Yoldaşlar, o hiçbir zaman kendini düşünmedi.’’ Jim, çaresiz kalan işçilerle beraber son defa dövüşebilmek için bir fırsat yaratır. Arkadaşının cansız bedeniyle. Tekrar edelim, düşündüğümüz tek şey bizi yok etmek isteyendir.
John Steinbeck, hikayeyi oluştururken birçok noktaya odaklanıyor ama özellikle odaklandığı nokta çelişkilerle dolu düzenin devamlı kriz yaratacağı ve bu krizlerin mücadelenin devamlılığını sağlayacağı üzerine. Hem grev pratiklerini hem de devlet pratiklerini oldukça ayrıntılı bir şekilde açıyor, sonuçlarına da gerçekçi bir şekilde yaklaşıyor. Romantize etmeden oldukça edebi ve vurucu bir noktadan yorumladığını da gözden kaçıramayız, sonuçta mücadele tarihi görünür olduğu kadar görünmezdir. Grevler, isyanlar ve işgaller çoğu tarih kitabında yazar ama bazılarına göre mit haline gelmiştir. Oysaki toplumda en derin çelişkiler ve aksiyonlar insanın yazdığı, pratiğe geçirdiği tarihtedir.
Mac için insanların öldürülmesi, yaralanması veya doğum yapması fırsattır. Aslında kendisi için değil işçiler için önemli bir fırsattır. Steinbeck kurguda bir zorunluluk yaratıyor. Bu zorunluluk, birilerinin partiye katılacağı, katıldıktan sonra grevleri örgütleyeceği, grevleri örgütlerken çeşitli zorluklarla başa çıkacağıdır. Jim bu akışın tam içinde yer alır, Mac ise akışı yönlendirmeye çalışmaktadır. Mac, duygularını kaybetmiş bir robot değildir. Grev yaşlı işçinin yaralanmasıyla, Joy ve Jim’in ölümüyle devam edecekse oturup sızlanmak yerine fırsata çevirmek zorundadır. Grevin atmosferi oldukça iç karartıcı bir şekilde ilerlediği için kurgu bize büyük ‘sürprizler’ sayesinde sürüyormuş gibi görünüyor, Steinbeck’in istediği şey ise bize politik karşıtlığın sert olduğunu göstermek. İşçiler, düşük ücretlerin bilincinde olduğunda tümüyle bir gelişim sağlayamaz, kitap bize bunu öğretiyor. Uzun ve sancılı bir süreçte devletin şiddet pratiğinin yanında politik müdahale alanı açanlar sayesinde dönüşümün mümkün olduğunu gösteriyor.
Devlet, karşısındaki grevi veya çeşitli toplumsal hareketleri sönümlendirmeye çalışırken oldukça panik bir hale bürünebiliyor. Ya da kaçınılmaz bir şekilde hata yapabiliyor. Jim’i kasıtlı olarak öldürmesi grevin örgütleyicilerini etkisiz hale getirmekten geliyor. Ona göre düşmanları tek tek yok etmek güç ilişkisini açığa çıkarıyor, korkutma yoluyla egemenlik ilişkisini yaratıyor. Zaten çaresiz kalan işçiler belki de grevi sonlandıracak, yeniden işe başlayacaklardı. Jim ve Mac de alandan güvenli bir şekilde ayrıldıklarında eve dönebileceklerdi.
Devlet bu seçeneği ele alıp çok düşünmez, sorunu kökünden yok etmesi gerekiyorsa Jim’in ölmesi gerekir. Targos Vadisi’nde bir grev tekrarlanacaksa Jim’in ölümü hatırlatılır diğer işçilere. Hikayenin bu şekilde işlemesi gerekir burjuvazi için. Ama hikayenin hiç böyle işlemediğini biliyoruz, önceden de yazıldığı gibi Mac bir robot değildi. Bu hikayenin karşı tarafın istediği gibi işlenmemesi için Jim’in cansız bedenini platforma çıkardı.
Devletin öldürerek yok etme stratejisi yalnızca grevlerde değil hayatın her alanında işliyor. Bizim için ölenler her zaman ‘kahraman’ değil, yola devam etmemiz için bir sebep de olabiliyor. Gezi direnişinde katledilenlerin isimlerinin her eylemde yankılanması, Berkin Elvan’ın milyonlarca kişiden oluşan cenazesinin bir kararlılık gösterisiyle bağdaşması ve Ali İsmail Korkmaz’ın silüetinin çoğu ildeki kampüslerde bulunması, silindikçe tekrar tekrar boyanması bunu gösterir. Ölüm; bir acizlik durumu değildir, belki zayıflamaya işaret edebilir ama sonrası için çelişkileri daha da çok görebilen kitleleri yaratır.
Bu yüzden Steinbeck’in yazdıkları bir mitten ziyade yaşadıklarımızın kendisidir. Jim, belirsiz bir amaç için kurban gitmemiştir. Hayatının dönüm noktasında ne yapacağını her zaman bilemeyen bir parti için harekete geçmiştir, gidişatı belirsiz bir grev için yola çıkmıştır. Yalnızca Jim’in kendisi yapmamıştır bunu. Yapması için zorlanmıştır, mecbur kalmıştır.
Devlet için birçok Jim vardır, önemli olan Jim’den sonra ne yapacağımızdır. Fazlasıyla determinist bir yapıda gibi görülebilir bu hikaye, bizim ele alacağımız noktalar nasıl davranmamız gerektiği üzerinedir. Mac gibi davranabiliriz, davranmayabiliriz. Devlet bu stratejisini sürdürmeye devam edecek, onu biliyoruz. Yahya Sinvar’ın katledilmeden önce yaralı koluyla onu görüntüleyen drone’a bir nesne fırlatması da bu diyalektiğin devamını sağlar şekilde. Düşman, Yahya Sinvar’ı aciz bir şekilde gösteremiyor, drone görüntüleriyle tüm dünyaya güç ilişkisini ilan ederken düşmanın karşısında durmak isteyenler Sinvar’ın son kez fırlattığı nesnenin gücünü görüyor, drone’un gücünü değil. İşte dönüşüm bu şekilde başlıyor, yalnızca topraklarımızın ve emeğimizin elimizden alınması yeterli değil. Dönüşümümüz birbirini etkileyen olayların büyümesiyle gerçekleşiyor. Karşılık verebilmenin meşru bir eylem olduğu da buradan okunabiliyor.
Şiddetin büyümesinden çekinmek hiçbir zaman devrimcilerin lehine olmamıştır. Biz ne zaman sussak o şiddet her şeyi hatırlatır bize. Ahlaki bir ikileme savrulmak değildir Steinbeck’in anlattığı, düşmanın yaptıkları karşısında duygusal bir tarafa savrulmamamız gerektiğidir. Birilerinin ölmesi gerektiğini söylemez, elimizle birilerini düşmanın önüne attıktan sonra ölmesini sağlayıp mücadeleyi büyütmek gibi bir amacı da yoktur.
Ölümün de, yoksullaştırmanın da, insanca yaşayamamanın da zaten düşmanın uygulamak zorunda kaldığı pratikler olarak önümüze çıkarır. Bize düşense ölenlerin hiçbir zaman kendisini düşünmediğini söylemektir.
Kaynak: e-komite
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.