“Enkazları kaldırdılar, öyle mi? Görünene aldanma… Ben hâlâ, ruhumun bitmeyen sarsıntılarının yarattığı enkazın altındayım” dedi bir tanesi… Sanırım, 6 Şubat 2023 depremlerinin yarattığı derin duygusal/psikolojik yıkımı tarif eden daha güçlü bir metafor olamaz… O zaman, başlayayım!
6 Şubat 2023 sabaha karşı 04.17’de, ben ve benim gibi yüzbinlerin hayatı bir anda değişti… Öylesine bir gürültüyle uyandık ki o an, daha önce deprem yaşamışlar olarak, o anı tarif etmek de, “evet bu bir depremdi” deyip geçmek de mümkün olmadı… 890 gün geçti üzerinden ve ben, Hatay/Samandağ’da doğan, Antakya’da büyüyen biri olarak, uzun bir zaman sonra, şehrimdeyim…
Bugün, ilk günüm şehirde ve bir zamanlar ‘merkez’ diye tanımlanan yerde yürüdüm biraz, devasa iş makinelerinin indirildiği ve on yıllar boyu hep yapılmaya çalışılan o rehabilite çalışmalarından biri için ufak bir mola aldım, Asi Nehri kıyısında, ki dükkanları yıkılan esnaf kalabalığı için açılan konteyner çarşıları da unutmadım!
İktidara yakın isimler, “hayat akıyor” diyor, bunlara bakınca, “buna da şükür” diye de ekliyor hatta ama… Öyle değil! Akan o ‘hayat’, nefes almıyor! “Enkazları kaldırdılar, öyle mi? Görünene aldanma… Ben hala, ruhumun bitmeyen sarsıntılarının yarattığı enkazın altındayım” diyor bir tanesi, o “normalleşiyoruz” söyleminin iki yüzlü halinde dururken… Ekliyor da; “Bir dükkan düşün! Darabası (kepenk) her gün özenle açılan, müşteri bekleyen, ama satış yapamayan… Her gün itinayla tekrar eden bir sahne bu… O daraba hep açılır, o dükkan, bir umut müşterisini bekler… Bizim her gün yatağımızdan kalkma hali de o darabası ısrarla açılan dükkan gibi! Belki bugün bir şeyler değişir, umudu gibi! Değişir mi…?”
Antakya kent merkezinde, Asi Nehri’ne bakan kısımlarda inşa edilen konteyner çarşılarda ‘yok’ yok! Kuyumcular, tamirciler, restoranlar, butikler, ayakkabıcılar, tatlıcılar ve daha neler neler… Sokakta konuştuğum bir tanesine bunu sorunca, elini cebinden çıkardı, ama cebinin iç astarını da dışarı çıkartarak, “Var gibi görünen her şey, bir şeylere sahip olanlar için anlam ifade ediyor bu şehirde… Bizim gibi, depremden sonra ‘ihtiyaç sahibi’ sıfatı eklenenlere değil! Dükkan sahibiydim, şimdi birinin yanında çalışıyorum… 3 çocuk, toplam 5 kişi, konteynerdeyiz… Ama ‘iyi misin’ diye soruyorsan, değilim, hiç değilim! Boşver, zaten kimse ‘iyi misin’ diye sormuyor bize” dedi ve yavaş adımlarla uzaklaştı yanımdan… “İsminiz” diye seslenince de, “Onu da sen boşver! Şikayet edeni sevmiyorlar bu ülkede” dedi!
Antakya kent merkezinde, bir zamanların cıvıl cıvıl kalabalığıyla bilinen Saray Caddesi’nden tarihi Kurtuluş Caddesi’ne doğru yürürken, Hatay Valiliği binasından geriye kalanda durdum… Hissettiğim şey öfke oldu, sadece öfke! 6 Şubat depreminin üzerinden kaç gün geçmişti sahi? 30 gün mü? 40 mı? Dönemin Hatay Valisi Rahmi Doğan, 14 Mayıs’ta yapılacak olan milletvekili seçimlerinde aday adayı başvurusu nedeniyle görevinden istifa ettiğini duyurmuştu kamuoyuna… Açıklamasında, “Devlet büyüklerimin de müsaadeleriyle” demişti bir de! Müsaade! Valilik binasına bakarken, dünde kaldım epeyce… O ‘müsaade’ deneni ‘kim’ ya da ‘kimler’ verdi, onda kaldım! Müsaade alıp gidende kaldım! Giderken, geride neyi, kimi, ne halde bıraktığını hiç sorgulamayan, bugüne kadar da tek bir kere bile bunun için ‘özür’ dilemeyende kaldım! Sevdiklerini, evlerini, anılarını, geleceğini ve güvende hissetme duygusunu kaybetmiş bir şehirde, her yerin hâlâ koca bir inşaat şantiyesi içinde nefes almaya çalıştığını izlerken, öfkemle baş başa kaldım!
Yazımı yazmak için, kentin tarihi kısmında hâlâ işleyen bir otelin imkanlarını kullandım… Bu, garip bir histi, itiraf edeyim… Yıkıntıların hâlâ bu kadar çok ve yapılacaklar listesinin bu denli uzun olduğu bu 890 günlük felaket sürecinin orta yerinde, bu otele girer girmez, dünyanız değişiveriyor… Depremden hiç etkilenmeyen; iç mekanı, müziği, her türlü içecek ve yiyecek servisi olan bir otel… Kapının dışında bıraktığınızı sanıyorsunuz tüm o acıları, ama yanılıyorsunuz ve bunu anlamanız da çok uzun sürmüyor… Bana kahve getiren kadın bir çalışanla ayaküstü sohbet etme fırsatım oldu… Depremden bu yana hiç terk etmemişler kenti, ama vazgeçmemişler de! “Başka bir çaremiz de yoktu zaten” diyor, “niye terk etmemişler” soruna cevap verirken! En büyük kayıpları, depremden sonra kamulaştırılan zeytinlik alanlarına eklenen, sahip oldukları 10 dönümlük zeytinlikleri olmuş… “Karşılığı ödenecek” demişler demesine de, “2 sene oldu, artık hesaplarımızı ‘acaba para geldi mi’ diye kontrol bile etmiyoruz” diyor! Yok, bitmemiş! 6 Şubat’ın ‘insan’ yapısı sarsıntıları hiç bitmemiş!
Şehrin ve insanlarının size fısıldadıkları arasındayken, hissettiğiniz en önemli şey, aslında kendi kendinize yaptığınız en önemli tespit şu oluyor sanırım; “Deprem, bir anda geldi… Kimimizi öldürdü, kimimizi yaraladı, kimimiz sakat kaldı, birçoğumuz her şeyini kaybetti, hatırladığımız tüm güzel şeyler fotoğraflarda kaldı belki ama… Aradan geçen yıllar boyunca depremden bağımsız yaşadığımız sarsıntılar, ruhumuzu yara bere içinde bıraktı, bırakmaya da devam ediyor… Umutsuzluk, çaresizlik, işsizlik, parasızlık, yarını beklemekten yorgun düşmüş moraller, her gün uyandığınız şehrin üçüncü senesinde bile bitmemiş iş makineleri gürültüleri, toz/toprak içindeki yollar, ‘bir gün inşallah’ diye başlayan cümleler… Filmin sonunda ‘mutlu son’ yazacakmış! Yetkili birileriyle ne zaman konuşsak, o ‘mutlu son’ denenden bahsediyor itinayla… Depremin üçüncü senesindeyiz ve ben, vazgeçtim… Varsa da bir hakkım, alacağım, ‘haram/zıkkım olsun’ diyorum…”
Depremin kentinde ilk günden bu kadar, ama bu tek gün bile buradaki mental yorgunluğun derinliğini ve karanlığını görmek için yetti…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.