her nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, adına ne dersek diyelim, ilerleyen süreç hem parlamenter siyaset hem iktidar hem de türkiye solu açısından çeşitli altüst oluşlara sebep olacak. belki de ittifak kurmadan yan yana yürümek mümkündür, her durumda el ele yürümek şart değildir, eleştirel dayanışma fena bir fikir değildir
cesena mağarasındaki silah yakma töreninde en önde yürüyen bese hozat’ın annesi, 92 yaşındaymış. ailesi doğduğunda ona ceylan anlamına gelen xezal adını vermek istemiş, bugün sık kullanılan hazal. ama nüfus memuru bunu kabul etmeyerek adını geyik olarak kaydetmiş. hadi diyelim kürtçe diye xezal’ı kabul etmedi, edemedi. onun yerine örneğin ceylan yazabilirdi, hadi olmadı hazan yazabilirdi, değil mi! bir kız çocuğuna geyik adını uygun görmek, kabul edersiniz ki başka bir hainlik ve bunu makul gösteren milliyetçilik, buna imkân veren bir devlet yapısı ve buna itiraz etmeyi zorlaştıran bir baskı rejimi gerektiriyor.
o yüzden, kürt hareketinin yanlış şeyler yapmış olması ihtimalinde dahi kürtlerin davası haklıdır.
dünya tarihini az buçuk biliyorsak, böyle muamele gören çocukların çocuklarının, silahlarını yakarken dahi “sömürgecilik bitecek, özgürlük kazanacak” demesine şaşırmayız! ama bu tarihsel gerçek, güncel tartışmaları etkileyemiyor, o gerçeği örneğin afrika’da gören, bölgede görmeyi kabul edemiyor. kabul edemiyor derken, devletle ilişkisi vatandaşlıktan öte geçmeyen sıradan insanları kastediyorum yoksa o zamanın şartları öyle yapılmasını gerektiriyordu falan diyerek her türden zulmü makul bulan erkân olduğunun farkındayım.
bugüne dönersek, savaşın sadece politik ve jeopolitik etkilerinden ve sonuçlarından söz ediliyor. oysa toplumsal etkileri en az bunlar kadar önemli.
ikinci dünya savaşı’nın ardından 1945’te, ho şi minh önderliğindeki viet minh vietnam’ın egemenliğini ilan etti, 1954’e kadar, bölgedeki hakimiyetini korumak isteyen fransa’ya karşı gerilla savaşı yürüttü, 1954’te onları yendi ve aynı yıl düzenlenen cenevre konferansı vietnam’ın bağımsızlığını tanıdı. cenevre anlaşmaları ülkeyi geçici olarak kuzey ve güney olarak ikiye böldü ve temmuz 1956’da birleşmeyi sağlayacak genel seçimlerin yapılmasını öngördü. kuzey, bağımsızlık savaşı da yürütmüş olan güçlerin yönetimi altındayken güney, hem kuzey vietnam’da güçlü olan komünizme hem de birleşmeye karşıydı. cenevre anlaşmasını imzalamamış olan abd, 1960’tan sonra, “komünizmin yayılmasını engelleme” amacıyla bölgeye asker gönderdi, vietnamlıların abd savaşı, amerikalıların da vietnam savaşı olarak adlandırdığı çatışma güney asya’ya büyük zarar verdi ve 1975’te, abd’nin yenilerek çekilmesi ve kuzey ile güney’in bir sosyalist cumhuriyet olarak birleşmesiyle sonuçlandı. meraklısının zaten bildiği şeyler, özet geçtim.
asker ve sivil vietnamlı kayıpların sayısı konusunda verilen rakamlar 970 binle 3 milyon arasında değişiyor, hayatını kaybeden kamboçyalı ve laosluların sayısı da 500 binin üzerinde, abd ise sadece 58.220 asker kaybetmiş.
vietnamlı kadınlar arasında da gerillaya katılanlar vardı, abd askerleri onları ele geçirdiklerinde, öldürmeden önce tecavüz ediyordu. bazı kadınlar toplu tecavüze uğruyor, hem onların hem de çocukların kolları bacakları öldürülmeden önce kesiliyordu. birçok vietnamlı kadına, tıpkı kore’de olduğu gibi zorla seks köleliği yaptırılıyordu. bu kadınların yanı sıra amerikalı askerlerle flört eden, onların kendileriyle evlenip abd’ye götüreceği hayalini kuran kadınlar içinde hamile kalanlar, bu çocukları doğuranlar oldu. abd’nin kullandığı portakal gazı, yetişkinleri, çocukları hatta anne karnındaki fetüsleri etkiledi. [1]
belki adını bile bilmedikleri bir toprağa, hiçbir fikirleri olmayan bir konu için savaşmaya giden ve yukarıda andığım suçları ve çok daha fazlasını işleyen askerler vietnam sendromu olarak tanımlanan bir durumda döndü ülkelerine. amerikan sineması onyıllar boyu bu adamları “anlamaya çalışan” filmler yaptı. agresiftiler, gündelik hayatı uyum sağlayamıyorlardı, içki ve madde bağımlısı olmuşlardı ve sürekli olarak şiddet olaylarına karışıyorlardı. vietnamlılara cehennemi yaşatmış olan, gözünü kırpmadan sivilleri, çocukları katleden bu adamları merhamet duymak zor ama sonlarının pek hayırlı olmadığını da unutmamak gerek.
vietnam’a gidenler zorunlu askerlerdi, ırak’ta ise profesyonel orduya geçilmişti, iletişim araçlarının da gelişmesiyle abd askerlerinin oradaki vahşetini hepimiz gördük. onlar da, döndüklerinde travma sonrası stres bozukluğuyla -yani bu kez ırak sendromuyla- hem kendilerine hem de topluma zarar veriyor.
savaş ekonomiye büyük bir yük, sebep olduğu can ve sağlık kayıpları korkunç ama toplumda yol açtığı çürüme de bunlar kadar kötü. erkekleri savaşmaya ikna etmek için kullanılan ideolojik araçların verdiği hasar da cabası. bugün her yerde kurtlar vadisi adamları görüyorsak, güçlüyse ezmek, zayıfsa teslim olmaktan başka yol bilmeyen, bütün ilişkilerini böyle kuran erkekler bu kadar çoksa hatta kurtlar vadisi gibi bir dizi çekilip ilgi gördüyse, sebebi on yıllar boyunca süren savaş. bu toplumsal yıkıma son vermek önemsiz değil.
evet, savaş, insanlığın başına gelen en korkunç şeylerden biri. ama insanlığa sadece yıkım getiren paylaşım savaşlarıyla ulusal kurtuluş savaşlarını bir tutmak doğru ve mümkün değil. aynı sebeple, paylaşım savaşlarında komünistlerin yükselttiği barış talebi, ulusal kurtuluş mücadeleleri için onurlu barış olarak zenginleştirilmeli ki binlerce insanın canına mal olan mücadele boşa verilmiş olmasın. o açıdan baktığımda bugün barış’tan ziyade çözüm’ü ümit ve merak ediyorum.
kürt özgürlük hareketinin çok önemli bir vasfı, ortaya çıkarttığı toplumsal dönüşüm. bu hareket, kendi toplumunun dokusuna işlemiş, kadınların güçlenmesi ve özgürleşmesi konusunda büyük mesafe kat etmiş, kültürel alanda önemli adımlar atmış, hareketin neşet ettiği tarihi koşulların da etkisiyle toplumun politik bilinci yükselmiş. çünkü bu halkın, ihtiyaç duyduğu dönüşümler için siyasetten beklentileri var. buna karşılık, türkiye toplumunun geneli, kendi gündelik hayatıyla siyaset arasında güçlü bir bağ kurmadı geçtiğimiz on yıllar boyunca. o yüzden kürtler umutlu da olsa temkinli, türkler her duyduğuna inanmaya hazır ve öfkeli.
bu iktidardan herhangi bir demokratik adım beklenebilir mi? bu haklı bir soru ama bunun cevabı mutlak biçimde olumsuzsa, “… arkadaşlarımızı derhal serbest bırakın”, “… yasayı derhal geri çekin” diye biten bildiriler neden yayımlanıyor?
bu iktidardan bir çözümün gerektirdiği adımlar beklenebilir mi? eğer türkiye’nin bütün siyasal ihtiyaçlarını kürt hareketinin başlattığı sürece havale etmiyorsak, o adımlar sınırlıdır ve son aylarda olup biten bir sürü şeyin de daha önce beklenmediğini göz önüne alarak, bu soruya mutlak biçimde olumsuz bir cevap vermek gerekmeyebilir. çünkü tekrar hatırlatmakta fayda var; kürt hareketi barış’tan söz ediyor, demokratik türkiye’den değil. ve evet, ancak gözlerinizi kısıp görebilecek kadar uzaktan bakmıyorsanız, bu ikisi tıpatıp aynı şey değil.
diğer yandan, iktidar uzunca bir süredir kürt meselesini bir yönetim aracı olarak kullanıyor, “domates biber diyorlar, bir merminin fiyatı nedir?” sözünü hatırlarsınız. bu silahın iktidarın elinden düşmesinin ne kadar yararlı olacağı açık. yeni şeytan ana muhalefet ama onu destekleyenler köh’ü destekleyenlerden çok daha geniş ve toplum geneli için daha meşru bir kitle ve bunun bir fark yaratacağı kesin. yeri gelmişken, özgür özel’in, tabanını aşan bir şekilde kürt halkına sahip çıktığını teslim etmek gerek. ayrıca, iktidar sözcülerinin kendi tabanlarını konsolide etmek için söylediği şeylerin hesabını dem’den sormak adil de değil, doğru da.
bir başka nokta şu; emekçiyi -ve tabii emekliyi- ezen enflasyonist politika ve yeni emek rejimi aynı zamanda önemli politik imkânlar sunuyor. “terör” konusunun “aradan” çekilmiş olmasının ivmeleyici etkisi olacağı aşikâr. bu yazının odağı değil ama bir parantez açmak istiyorum: 19 mart’ta ortaya çıkan politik hareketlilik muhakkak ki bazen gerileyen, bazen yükselen dalgalar halinde varlığını sürdürecek. ama eğer bu iktidarın ömrünü de aşan bir politik güç oluşturmak istiyorsak, işçi, kadın, lgbti+ hareketlerini hem kapsam hem de güç olarak öncelemek doğru olur. çünkü bunlar kelimenin dar anlamıyla iktidara yönelik olmanın ötesinde, toplumsal etkisi de olan hareketler.
bu yazı esas olarak türkiye odaklı ama burada rojava ile ilgili bir parantez açmak zorunlu. rojava hem dünyanın farklı yerlerinden ilerici, devrimci insanların desteği ve katılımıyla hem de marksizm dışı arayışlara dayanmasıyla 21. yüzyılın “1936 ispanya”sı bence. ancak rojava deneyiminin değerini, batılı muhaliflerin teveccühüyle gerekçelendirmek oryantalizmin dik alası. diğer yandan kürtlerin, bir devlet statüsünde olmasa da topraklarının bu parçasında bir tür özerklik sağlaması ve bunu muhafaza etmesi çok değerli. bunun için çeşitli tavizler verilmesi de anlaşılır ama…
bu ama’dan sonrası çok net değil. türkiye’deki gelişmeler suriye ile doğrudan bağlantılı ve ama suriye’deki istikrarsızlık kısa vadede geçecek gibi değil. şunu hatırlatmak boynumun borcu. abd ile konjonktürel ittifakı bugün tartışmak artık anlamsız ancak israil ile aynı tarafta kalma ihtimali üzerine düşünmek gerekir. siyasetin hele de bölgede ve devletlerarası siyasetin ahlakla yürümediğini biliyorum, israil’in ne olduğunu anlatmaya da gerek yok ama itirazım ahlaki sebeplere dayanmıyor. rojava’nın bu yüzyılın “1936 ispanya”sı olması gibi filistin de bu yüzyılın vietnam’ı. kendi devletlerinin politikasını yalanlayarak, protesto ederek sokakları dolduran milyonlar, aynı zamanda daha adil bir dünyanın da kurucu güçlerinden biri. ve onlardan vazgeçip sadece emperyal güçler arasındaki gerilimler üzerinden hareket etmek orta ve uzun vadede pratik riskler içermez mi!
kavramların içeriğinin çarpıtıldığı bir zamandan geçiyoruz. sosyalizmle ne kastedildiği de epeyce muğlak ama yine de iyimser bir yaklaşımla bir tür kamuculuğun, ücretli emeğin özgürleşmesiyle ilgili politikaların kastedildiğini düşünüyorum. ama sosyalizmin, halk için, esas olarak devletle derdi olan, patriyarkal sınıflar da dahil olmak üzere sınıflarla, devletlerarası da dahil olmak üzere sömürü ilişkileriyle derdi olmayan radikal demokrasi fikrinden çok daha kullanışlı bir kavram olduğuna şüphe yok. ama acaba köh de böyle mi anlıyor sosyalizmi?
bir ulusal hareket, aslında her hareket, istediği teorik çerçeve içinde düşünebilir. ancak devletle ilgili, özellikle lenin’in isabetli tespitlerini bir kenara koysak bile, sınıflar arası çelişkinin bu kadar keskinleştiği bir tarihsel anda, devlet-toplum çelişkisine odaklanmak halkın yararına olamaz.
sosyalizm demişken şunu hatırlamakta fayda var. bütün insanlığın kurtuluşunu sağlama iddiasında olanlar, iddiaları gereği ezilen uluslara borçludur, tam aksi değil. bu anda ve burada güç dengeleri, bu tartışmaların yapıldığı tarihtekinden farklı olsa da bu gerçek değişmez. ancak kürt hareketinin gücüyle, türkiye solunu, bugünün çok başvurulan terimiyle “dizayn” edecek adımlar attığını görmemek mümkün değil; bana sorarsanız bu adımlar çoğu zaman hayırlı sonuçlar vermedi.
her nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, adına ne dersek diyelim, ilerleyen süreç hem parlamenter siyaset hem iktidar hem de türkiye solu açısından çeşitli altüst oluşlara sebep olacak. belki de ittifak kurmadan yan yana yürümek mümkündür, her durumda el ele yürümek şart değildir, eleştirel dayanışma fena bir fikir değildir, belki bir meselenin hallolmuş olmasının ferahlığıyla kendi işlerimize bakabiliriz.
[1] dünyanın en önemli fotoğraf ajanslarından magnum photos’tan philip jones griffiths’in “portakal gazı: vietnam’da tali hasar” başlıklı fotoğrafları bu kouda bir fikir verebilir. https://www.magnumphotos.com/newsroom/conflict/philip-jones-griffiths-agent-orange-collateral-damage-in-vietnam/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.