Her şeyin ötesinde CHP, ülkenin artık birinci partisi ve sürece karşı olmadığı gibi, Kürt sorununun demokratik ilkelerle çözümü bahsinde AKP’den daha ileri bir vizyona sahip. 2025 yılındaki bir çözüm sürecini, çoğunluk desteğini arkasına almış bir CHP’yi şeytanlaştırarak başarıya ulaştırabilmek etik açıdan ve siyaseten mümkün değil. Muhalefet, iktidarın taktik hamlelerine karşı uyanık olmalı ve geniş direniş hattını korumak için azami dikkat göstermeli. Süreç, bu evreden sonra Erdoğan’a rağmen devam edemez. Aklındaki ihtimaller gerçeğe dönüşmezse, Erdoğan derhal manevra yapmak için kolları sıvayacaktır. Ancak bu, rejim ittifakı içindeki gerilimleri büyütme de dahil ağır bir siyasi maliyet sorunuyla baş başa kalmak demek
1 Ekim’de Bahçeli’nin DEM Parti yöneticileriyle tokalaşmasıyla başlayan ve 27 Şubat’ta Öcalan’ın örgütüne yaptığı fesih çağrısıyla ilerleyen sürecin ilk faslı, 11 Temmuz’da PKK’li bir grubun silahlarını yaktığı törenle tamamlandı.
Şimdi bir dizi sorunun cevabı aranıyor. Cevabı en merak edilen soru ise sürecin, DEM Parti’yi iktidara yakın ya da iktidarın yararına olacak bir siyasi pozisyona sürükleyip sürüklemeyeceği. Erdoğan açısından bakılırsa, onun süreci sahiplenen bir noktaya gelmesindeki en temel motivasyon kaynağı, DEM’deki olası pozisyon değişikliği.
Erdoğan 12 Temmuz günü Kızılcahamam’da yaptığı açıklamada hayli tartışılan ifadeler kullandı. Konuşmasında AKP, MHP, DEM Parti’yi “biz” olarak tanımladı ve “üçlü olarak yürümeye kararı verdiklerini” söyledi: “Şunu herkes bilsin ki artık yumrukları sıkmaya gerek yok. Musaffa edeceğiz, kucaklaşacağız, konuşacağız, birbirimize karşı adım atarak yürüyeceğiz.” İlk adım olarak Meclis’te komisyon kurulacağını ve sürecin yasal ihtiyaçlarının burada konuşulacağını belirten Erdoğan AKP, MHP ve DEM Parti’nin “süreci pişirerek geleceğe taşıyacağını” dile getirdi.
Erdoğan’ın konuşmasındaki bir diğer önemli bölüm de “Türk-Kürt-Arap” ortaklığına değindiği yerdi. Malazgirt’ten, İstanbul’un fethinden girip, Çanakkale’den, Kurtuluş Savaşı’ndan çıktı. Binbir Gece Masalları’nın Bağdat’ını bu üç halkın inşa ettiğini söyledi. “Kudüs’ü Selahaddin Eyyubi’nin komutasında Türk, Kürt, Arap fethetmiştir” dedi, “Şam, Diyarbakır, Mardin, Musul, Kerkük, Süleymaniye, Erbil, Halep, Hatay, İstanbul, Ankara bizim ortak şehrimizdir” mesajını verdi.
Şam, Kerkük, Süleymaniye, Halep… Türkiye sınırlarını aşan sözler yeni Osmanlıcı, fetihçi heveslerin yansımasıydı kuşkusuz. Türk ile Kürdün yanına Arap’ı eklemesi de büyük oranda sınır ötesine uzanma arzusunun ürünüydü. Türk-Kürt-Arap ortaklığına dair birçok şey söyledi Erdoğan ama “Cumhuriyeti birlikte kurduk” demedi. Bunun yerine, “Bugün Malazgirt ruhu, Kudüs İttifakı, İstiklal Savaşı’nın nüvesi yeniden şekilleniyor. Bugün büyük ve güçlü Türkiye’nin şafağı söküyor” dedi.
Meselenin kilit noktası da burası zaten. Erdoğan’ın, DEM Parti’ye yönelik söylemini değiştirmesi ve “Türk-Kürt” temalı sözleri bir “kardeşlik özlemi” görülmemeli. İkisi arasında ideolojik bir bağlantı var. Erdoğan, Cumhuriyet’in “laik ulus devlet” projesine tarihsel düzlemde muhalif olan iki siyasi akımı, İslamcılık ve Kürt milliyetçiliğini, güç krizine çare olması için ortak bir hedefte buluşturmaya çabalıyor. Bu nedenle ümmetçi bir vizyon ortaya koyuyor. Toplum nezdindeki cazibesini artırmak için de yayılmacı bir çizgiye işaret ediyor.
Erdoğan, anayasa değişikliğini sağlayacak ve böylece kendi iktidarını kalıcı hale getirecek ideolojik enerjiyi bu akstan üretebileceğini düşünüyor. Çünkü artık ona Cumhur İttifakı’nın siyasi çerçevesi yetmiyor. Cumhur İttifakı’nın iddiası, bir “güvenlik rejimi” inşa edip Türkiye’nin bekasını “teröre” ve “dış tehditlere” karşı güvence altına almaktı. Bu çerçeve bir süre Erdoğan’ın siyasi ömrünü uzatmış olsa da ekonomik ve sosyal çöküşün ülkeyi getirdiği yer, CHP karşısında gerileyen Erdoğan’ı farklı bir konsepte zorlamaya başladı.
Bugün Kürt hareketiyle yürütülen süreç, Bahçeli aracılığıyla, ABD ile İsrail’in Ortadoğu dizaynına Türkiye’yi entegre etme politikasının ürünü olarak devlet içindeki bir kanat tarafından geliştirildi. Bahçeli sürecin içinde Erdoğan’ı iştahlandırmak için iktidarda kalmasının yolunun buradan geçtiğini ima eden açıklamalar yaptı. Bugün gelinen aşamada Erdoğan süreci, yeni siyasi konsept arayışına eklemleme çabası içinde.
Erdoğan bu siyaseti işlerken, muhalefet blokundaki potansiyel kırılma bölgelerini görüyor ve özellikle buralara yükleniyor. Geniş muhalefet blokunun içinde, Kürt seçmenin bütününü dışlayacak bir aksiyon gelişmesini ümit ediyor. “AKP-MHP-DEM ittifakı” söylemi bir niyet beyanı olmasının ötesinde muhalefet içindeki zıtlıkları derinleştirmek amacıyla piyasaya sürülüyor.
Bununla birlikte Kürt hareketine yönelik eleştirilerin sadece Erdoğan’ın sözlerinden kaynaklanmadığını da belirtmek gerek. Hareketin ileri gelenlerinin kimi açıklamaları, DEM Parti’nin iktidar karşıtı tavrını esneteceğine dair endişeleri körükledi ve haliyle muhalif tabandan tepkiler yükseldi. Yine de Erdoğan’ın sözleri sonrası gerek Pervin Buldan’dan gelen “Bu ittifak süreç ittifakıdır” cevabı gerekse de Tülay Hatimoğulları’nın (muğlak devlet-hükümet ayrımı analizine rağmen) “Üçlü ittifak yoktur” sözleri not edilmeli.
Bugün iktidara muhalifi Kürtlerin Erdoğan’a dönük eğilimi, bütün halinde değişebilir mi? Kürt hareketinin Cumhuriyet’e dönük ideolojik eleştirileri olsa da bu doğrudan hareketin yekpare şekilde kadro, hatta seçmen düzeyinde Erdoğan’ın ümmetçi projesine ikna olacağı anlamına gelmez. DEM Parti süreçle birlikte doğrudan rejim karşıtı bir pozisyon almaktan ziyade, “rejimin anti-demokratik aşırılıklarını engelleme” iddiasını taşıyan bir muhalefete dönüşse bile Kürt seçmenin önemli bölümü, ülkeyi yoksulluğa mahkum eden bu baskıcı iktidarı değiştirme arzusundan vazgeçmeyecektir. Dolayısıyla muhalif cephe içinde, Kürtlere dönük toptancı ve kestirmeci yaklaşımlar sorgulanmalı. Aksi halde duygusal kopuş politik ayrışmaya dönüşecek, istediğini alan Erdoğan olacak.
2000’li yılların başında değiliz. Bugünkü imajıyla Erdoğan’ın “demokrasi” söylemini kullanarak –birkaç YAE’ci liberal dışında- geniş kesimleri ikna edebilmesi oldukça zor. Baskıya başvurması da zaten bundan ileri geliyor. Her şeyin ötesinde CHP, ülkenin artık birinci partisi ve sürece karşı olmadığı gibi, Kürt sorununun demokratik ilkelerle çözümü bahsinde AKP’den daha ileri bir vizyona sahip. 2025 yılındaki bir çözüm sürecini, çoğunluk desteğini arkasına almış bir CHP’yi şeytanlaştırarak başarıya ulaştırabilmek etik açıdan ve siyaseten mümkün değil.
Muhalefet, iktidarın taktik hamlelerine karşı uyanık olmalı ve geniş direniş hattını korumak için azami dikkat göstermeli. Süreç, bu evreden sonra Erdoğan’a rağmen devam edemez. Aklındaki ihtimaller gerçeğe dönüşmezse, Erdoğan derhal manevra yapmak için kolları sıvayacaktır. Ancak bu, rejim ittifakı içindeki gerilimleri büyütme de dahil ağır bir siyasi maliyet sorunuyla baş başa kalmak demek. Bırakalım da bu Erdoğan’ın sorunu olsun.
Kaynak: BirGün
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.