Revizyonist tarihçilerin Burjuva Devrim Teorisi’ne yönelik bu tür saldırıları ilk muhafazakâr-liberal sağla başlamış, Hosbawm’ın deyişiyle sıkı soğuk savaşçı antikomünist, liberal İngiliz tarih profesörü Alfred Cobban’ın Fransız Devriminin Toplumsal Yorumu kitabı ile atağa kalkmış ve “bir tür kaba halkçı-Lenin” diyecek kadar kuduruk Furet’le yeni bir evreye taşınmıştır. Brenner’e gelince burjuva devrimlerine karşı muhafazakâr-liberal saldırının akademik Marksizm’e yansımasından başka bir şey değildir
Bir önceki bölümde değindiğimiz görüşlerin arka planı, Y. Doğan Çetinkaya’nın Büyük Yalan: Burjuva Devrimi ve Liberal Tarih Teorisi başlıklı videosunda [1] açıklık kazanıyor. Böylelikle neden liberal, ulusalcı ayrımı yapmadan Türkiye solunu toptan suçladığını anlamış oluyoruz. Ona göre, Türkiye solundaki fraksiyonların birçok yanlışının sebebi aynı Marksist-Leninist geleneğe dayanmalarıdır.
Bu başlık altında savunduklarının tamamını değilse de bir kısmını şöyle özetleyebiliriz:
1-Marksist “Burjuva Devrimi Teorisi” (bundan sonra “BDT”), 1830 devrimleri sırasında ilk defa F. Guizot gibi liberal tarihçi ve siyasetçiler tarafından ortaya atılmış bir mittir. Bu, Marx (ve Engels) tarafından liberallerden devralınmış, II. Enternasyonal ve arkasından III. Enternasyonal liderleri Lenin ve Stalin tarafından resmi tez haline getirilmiştir.
2-Tarih boyunca burjuva devrimi diye bir şey olmamıştır. Ne İngiltere’de ne de Fransa’da devrime katılan bir burjuva vardır. “BDT” tarihsel materyalizme ters, ona yabancı, olgusal olarak kanıtlanamaz, reddedilmesi gereken liberal, idealist, karşıdevrimci bir efsanedir.
3-Burjuva denilen İngiliz ve Fransız devrimleri kapitalizmin önünü açan değil, kapitalizmin ortaya çıkmasından sonra ortaya çıkan, onun sonucu olan devrimlerdir. Bunlar kapitalizme tepki olarak çıkan antikapitalist devrimlerdir; kapitalizmin önünü açmak için değil, bilakis onu engellemek için yapılmışlardır.
4-“BDT”, ezilen sınıfların mücadelesine ihanettir. Türkiye’deki döneklerin çoğunun liberal olması tesadüf değildir. Zira teorideki liberal teze geri dönmüşlerdir, çelişkili olan onlar değil Marksist teoridir. Marksist burjuva devrimi efsanesinin muhafazakâr, milliyetçi kesimler, hatta 12 Eylül rejimi tarafından savunulan Türk-İslam sentezi tarafından kabul görmesinin temelinde bu vardır.
Burada özetlediklerimiz kadar dikkati çeken bir şey de Çetinkaya’nın içlerinde Marx, Engels, Lenin, Stalin dahil gelmiş geçmiş bütün komünistler tarafından savunulmuş burjuva devrimi kavramını kullananları ve sahiplenenleri ihanetle ve liberal tarih anlayışına hizmetle suçlamakla yetinmeyip, küfürbaz mahalle kabadayılarına özgü “ilahiyat”, “iman”, “itikat” “abuk subuk”, “saçma sapan”, “cehalet”, “palyaço”, “zavallı” gibi sözler sarf etmesidir. Burjuvazinin önüne attığı artıklarla nasıl beslendiğini bilemem ama, büyük bir kıskançlıkla “Engels işçi sömürüsüyle yaşayan bir kapitalist” diyecek kadar küstah ve haddini bilmez biri olduğu anlaşılıyor.
Doçent Dühring’le benzetmek gibi olmasın ama kendisi de doçent Y. Doğan Çetinkaya, Marksizm’in kurucularına sataşarak ün kazanmak istediği izlenimi veriyor.
Çetinkaya, Marx ve Engels’in “Burjuva Devrim Teorisi”ni, Guizot adıyla sembolleştirdiği burjuva tarihçilerinden aldığını, Türkiye’deki bütün liberal sol/milliyetçi/“Stalinist” sapmaların da buradan kaynaklandığını ileri sürüyor.
Bu Marksizm’in aleyhine kullanılabilecek bir argüman değildir ve olamaz. Zira Marx, en önemli iki keşfinden biri olan materyalist tarih anlayışını; Morgan, Therry, Mignet, Guizot gibi tarihçilerden, Hegel ve Feuerbach gibi filozoflardan, Adam Smith ve David Ricardo gibi iktisatçılardan yararlanarak, ama onları kapsamlı ve köklü bir eleştiriden geçirerek oluşturdu, bunu da saklamadı. Bunları bir peygamber olmadığı için yukarıdan vahiy yoluyla indirilen ayet ve surelerle değil, kendinden önceki sosyal ve doğal bilimlerin buluşlarından yararlanarak ortaya koydu. Başka türlü olması da bilimin doğasına aykırı olurdu. Hem bu kavramları rastgele değil kendi sistemine uygun olanlardan seçti ve her birini idealist ve metafizik yönlerinden arındırıp, kendi sistemiyle çelişmeyecek bir onarım ve yeni bir anlamlandırma sürecinden geçirdikten sonra, yani ayakları üzerine dikip kullanıma soktu.
Buna karşılık Çetinkaya, Marx’ın materyalist tarih anlayışını kurarken, Guizot, Thierry, Mignet gibi restorasyon dönemi tarihçilerinden yararlanmasını burjuva teorilerin kuyruğuna takılmak gibi basit ve yüzeysel bir düşünceden hareket ediyor ve kendisi sınıf mücadelelerine kitlelerin katılımını ne kadar vurgularsa kendisinin o kadar devrimci görüneceğini sanıyor. Oysa sınıf mücadeleleri Guizot’dan da önce keşfedilmişti. Restorasyon dönemi tarihçilerine gelince, kralların, fatihlerin tarihi anlayışını geride bırakan, Fransa tarihi araştırmalarına katkıları olan yeni bir aşamayı temsil ediyorlardı. Ve Fransız Devrimi’ni incelerken tarihi yaratanın devlet adamları değil kitleler olduğuna, devrimdeki politik gruplaşmaların ardında aristokratlarla burjuvaların sınıf çıkarlarının yattığına işaret ediyorlardı. Marx; Thierry, Mignet ve Guziot’un sınıf mücadeleleri hakkındaki eksik, defolu bulgularından yararlandı ama hiç değiştirmeden, düzeltmeden de değil.
Guizot, Tiers Etat’ın bütün kavgalarında vardı ve bunu avamın asalete karşı mücadelesi, yani sınıf mücadelesi olarak görüyordu. Bütün Fransa tarihi sınıf mücadeleleri, sınıflar arasındaki savaşın tarihiydi ve bunun “devrimden yüzyıllarca önce” bilinip söylendiğini vurguluyordu. Marx onun işçi sınıfı hareketinin amansız düşmanı olduğunu, restorasyon döneminde sınıf mücadelesini yüceltirken, 1848’den sonra tam da burjuva siyasetçisi olduğu için, “sınıf mücadelelerinin sonu”nu ilan edercesine, önceki söylemini terk ederek sosyal savaş kaosuna yol açacağı bahanesiyle “demokratik cumhuriyet” talebinin karşısına dikildiğini bilmiyor değildi. Gelgelelim aynı yıllarda “işçi sınıfının teorisyenleri, sosyalistler ve komünistler dahi, proletaryanın da yapacağı bir sosyal savaş, kazanacağı bir siyasi zafer olduğunu henüz anlamış değildiler.”[2]
Sonuç olarak Marx, sınıf mücadelesi ve 1789 üzerine belirlemelerini, burjuvazinin bakış açısını yansıtan restorasyon dönemi tarihçilerinin görüşlerini aynen devralarak değil, [3] tam tersine eleştirel bir süzgeçten geçirerek ve öteki buluşlarıyla sentezleyerek geliştirdi. Faraza artı değer gibi ikinci en önemli buluşunu gerçekleştiremeseydi, sadece kendinden önceki ütopik sosyalistlerin ve burjuva tarihçilerinin sınıf mücadelesi hakkındaki yanılsamalarını aşamamakla kalmaz, onu mantıki sonuçlarına kadar götürerek komünizme giden yolu da açıklığa kavuşturamazdı. Marx, 1852 yılında Weydemer’e yazdığı mektupta kendi çerçevesini çizmiştir:
Ve şimdi bana gelirsek, modern toplumda sınıfların varlığını ya da bunlar arasındaki mücadeleyi keşfetme onuru bana ait değildir. Benden çok daha önce burjuva tarihçileri, bu sınıf savaşımının tarihsel gelişmelerini, burjuva iktisatçıları da sınıfların ekonomik yapısını açıkça anlatmışlardır. Benim yaptığım yenilik şunları kanıtlamaktı: 1) sınıfların varlığının ancak üretimin gelişmesindeki belirli tarihi aşamalar ile sıkı ilişki içerisinde bulunduğu, 2) sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne varacağı, 3) bu diktatörlüğün kendisinin de sadece, bütün sınıfların ortadan kalkmasına ve sınıfsız bir topluma geçişten ibaret olduğu.
Doçent Çetinkaya’nın Türkiye solunu aşağılamakla kalmayıp, her bir fraksiyonunu eleştiri kılıfı altında azarlarken, piyasaya sürdüğü bu görüşleri kimlerden ve nereden aldığına bakmazsak konuyu eksik bırakmış oluruz.
Bir önceki yazımızda özetini verdiğim Marksist burjuva devrimi anlayışını, 20. yüzyılda Georges Lefebvre, Albert Soboul, Christopher Hill gibi büyük tarihçiler teorik ve olgusal araştırmalarla derinleştirirlerken, revizyonist adıyla anılan bazı sosyal bilimciler bunu reddediyor; İngiltere’de olsun Fransa’da olsun, olayların denildiği şekilde gerçekleşmediğini, her iki devrimde de burjuvazi ile aristokrasi arasında çatışma diye bir şey olmadığını, burjuvazinin devlet iktidarını ele geçirmek gibi bir hedefinin bulunmadığını öne sürdüler. Revizyonist tarihçiler diye anılan bu akıma göre, burjuvalar aristokratlaşmaya, aristokratlar burjuvalaşmaya çalışmışlardır. Bu, devrime burjuvaların değil entelektüellerin, meslek sahiplerinin ve küçük burjuvaların katılmalarından da çıkarılabilirdi.
Kimler çekiyordu revizyonist tarihçiler ekolünün başını? Fransız Komünist Partisi üyesi iken ondan kopup, Sosyalist Parti’nin sağ kanadında saf tutarak hınçla Marksizm-Leninizm’e saldıran dönek François Furet ve sırt sırta verdikleri İngiliz liberal tarih profesörü Alfred Cobban. Furet’nin dayanakları arasında Katolik ve eşraf bir ailenin çocuğu Augustin Cohin gibi devrimi reddeden anadan doğma Jakobenizm düşmanı harbiden bir karşıdevrimci de vardır. F. Furet, Devrimin Yorumu adlı kitabında, 1789 için kullanılan “burjuva devrimi” nitelemesini bir kavramdan çok, “bulanık” bir “maske”[4] olarak gördüğünden, Metafizik Bir Kahraman: Burjuva Devrimi ara başlığıyla sorgulamaya tabi tutar.[5] “’Burjuva devrimi’, tarihi gerçekliği elinde taşıdığı bir dizi kementle boğarak… bir kuruluş zemini haline getiren metafizik bir ucubedir” der. [6] “Devrim yeni bir halk, yeni bir Fransa yaratmamıştır”, “kökten bir dönüşüm olmaktan çok, eski düzen toplumunda yeşeren eğilimlerin sonucudur” [7] diye devam eder. Yazara göre devrim yorumunun kavramsal unsurlarını yaratan Tocqueville’den çok, Guizot’dur. [8] Devrimin motor gücü de sınıf mücadelesi değil, ideolojik, kültürel, siyasal dönüşümlerdir.
Bu akıma, güya Marksizm içinden ek itirazlar getiren, başını Amerikan Troçkistlerinden Robert Brenner [9] ve yandaşlarının çektiği “siyasi Marksizm” diye anılan akademisyenler de katılacaklardır. Takipçileri arasında “burjuva devrimi fikrini düpedüz bir yana atmak”tan [10] yana olanlar vardır. Siyasal Marksizm akımının baş temsilcisi Robert Brenner, tıpatıp bir Furet takipçisi olmamakla birlikte, Marx’ı iradecilik ve tarihselcilikle itham etmekten geri durmaz. Feodalizmden kapitalizme geçişe ilişkin görüşlerinin “Adam Smith’ten ödünç alınmış sakat bir model”e dayandığını, feodal aristokrasiye karşı yükselen bir burjuvaziden söz edilemeyeceğini, burjuva devrimine ilişkin eski Marksist tezin reddedilmesi gerektiğini savunur. [11] Hatta daha ileri giderek Marx’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’sının önsözünde ana hatlarını çizdiği tarihsel gelişime ilişkin modeli teleolojik olduğu gerekçesiyle reddeder. Burjuva devrimi kavramını sorgularken, feodalizmin 1640’taki kalkışmalardan çok önce öldüğü fikrinden yola çıkar. Marksist-Leninist yorumun terk edilmesini isterken de, İngiliz devriminde “geçişe ilişkin ‘geleneksel toplumsal yorum’un savunulamaz olduğunu, çünkü eldeki kanıtların, feodal bir aristokrasinin karşısındaki yükselen bir burjuvazi fikrini ayakta tutmadığını öne sürer.” [12] Kapitalizmin köylülerin soylulara karşı zaferinin bir sonucu olmadığı, kapitalizmin İngiltere’de burjuva devriminden önce geliştiği ve siyasal devrim olduğunda kapitalizmin çoktan yerleşik bir hal aldığı görüşündedir.
Bütün bunlara karşılık biz demiyoruz ki, Marx ve Engels’in burjuva devrimleri üzerine söyledikleri son şeklini almış, dokunulamaz, değiştirilemez, gelişmeye kapalı tespitlerdir. Böyle düşünmek dinsel sofuluk, sosyalist açıdan dogmacılık olur. Ancak Marksizm’i geliştirmek, onun ruhu korunarak, yöntemlerine bağlı kalınarak yapılırsa, komünizm davasına hizmet eder. Tersi burjuvaziye yarar.
Burada durum başkadır. Tekrar altı kalınca çizilmesi gereken şudur: Revizyonist tarihçilerin “BDT”ye yönelik bu tür saldırıları ilk muhafazakâr-liberal sağla başlamış, Hosbawm’ın deyişiyle sıkı soğuk savaşçı antikomünist, liberal İngiliz tarih profesörü Alfred Cobban’ın Fransız Devriminin Toplumsal Yorumu kitabı ile atağa kalkmış ve “bir tür kaba halkçı-Lenin” [13] diyecek kadar kuduruk Furet’le yeni bir evreye taşınmıştır. Brenner’e gelince burjuva devrimlerine karşı muhafazakâr-liberal saldırının akademik Marksizm’e yansımasından başka bir şey değildir.
Marksistler hangi türde olursa olsun revizyonizmi durup dururken, sebepsiz ve maksatsız şekilde ortaya çıkmış bir şey olarak görmezler. Marksizm’in burjuva devrimi anlayışının eleştirisi adı altında ifade edilen görüşler, yalnızca komünizme açık veya dolaylı yoldan saldırarak unvan yapmak isteyen profesör takımının işi olarak görülemez. Arka planında Hosbawm’ın deyişiyle, “1970’lerle 1980’lerde Marksist sol(un), gerek siyasal gerekse ideolojik bakımdan bir geri çekilme dönemine girmesi” [14] yatmaktadır. Saldırının İngiliz ve Fransız devrimi görüntüsü altında yapılması kılıftır. “Fransız Devrimi’yle ilgili tarihin liberal anlayışla revizyonu, 1789 üzerinden tamamen 1917’yi hedef almıştır.” [15] Mesele, 1917’yi takip eden, edecek olan bütün siyasal ve toplumsal devrimler ve onlardan duyulan korkudur.
Y. Çetin Doğankaya’ya gelince, yukarıda adlarını andığımız, daha da genişletilebilecek külliyatı ezberlemiş, sosyalist sol içerisinde bir karşılığı olmayan, profesör olma yolunda emin adımlarla ilerleyen doçentimiz yerli bir çömezden başka bir şey değildir. Eksikleri ve kusurlarıyla yüzyıllık bir mücadeleye dayanan “Türkiye solu”na dışarıdan, ayrımsız, toptan ve üstten bir bakışla keskin suçlama hakkını kendinde gören böyle Dühring soyundan gelme tipler her zaman olmuştur ve daha da olacaktır. Küstahlığı ve küfürbazlığı, Türkiye solunun halihazırda süngüsünün düşüklüğünden cesaret almasından ileri gelmektedir. Bir koyun sürüsü bile emanet edilemeyecek böylesi adamların milyonlarca devrim savaşçısını ayağa kaldırmış, dünyanın üçte birini sosyalist yaparak milyarları kucaklayan şanlı bir geleneğe dil uzatması hadi ağzımı bozup maskaralık demeyeyim, en azından trajikomedidir.
[1] https://www.youtube.com/watch?v=Z5UpWJJwHZE
[2] G. V. Plehanov, Marksizmin Temel Sorunları, Sosyal Yayınlar, s. 205.
[3] Çetinkaya, Marx ve Engels bir yana Plehanov’un Marksizmin Temel sorunları adlı eserinin ilgili bölümlerini okumak zahmetine katlansaydı, orada tarihsel materyalizm ile teolojik ve idealist tarih anlayışları, bu arada önemleri sınıf mücadelelerini kabul eden Guziot ve Thierry gibi tarihçilerle Marksist yaklaşımı ayıran noktaları gösterdiğini belki anlar, Guizot’la Marx’ı aynı kefeye koymaya kalkmazdı.
[4] F. Furet, devrimin Yorumu, Doğu Batı Yayınları, s. 46.
[5] A.g.e., s. s. 178.
[6] A.g.e., s. 183.
[7] A.g.e., s. 200.
[8] A.g.e., s. 201.
[9] R. Brenner, Sovyetler Birliği’nin yıkılışını Stalinizm’in yıkılışı ve umut verici bir gelişme olarak selamlayan Amerikalı bir profesördür.
[10] Çağdaş Marksizm İçin Eleştirel Kılavuz içinde, “Siyasal Marksizm”, G. Comninel, Yordam Kitap, s. 265.
[11] A.g.e., s. 264-265.
[12] Çağdaş Marksizm İçin Eleştirel Kılavuz, s. 265.
[13] E. Hosbawm, Fransız Devrimi’ne Bakış, Dipnot Yayınları, s. 155.
[14] A.g.e., s. 177.
[15] A.g.e., s. 160.
Önceki yazılar:
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.