Esnek-mevsimlik-güvencesiz çalışmak özel sektörde olağan istihdam biçimine dönüştü. Tam da bu kısımda proletarya ile prekarya arasına sıkışmış, kendini bir işçi olarak görmekten imtina eden beyaz yakalı tavrımızla hesaplaşarak emeğimizle geçindiğimizi ve haklarımızı bu bilinçle alabileceğimizi bilmenin önemli olduğunu düşünüyorum
Sizlere bu yazıda yirmi yıldır özel sektörde çalışan bir öğretmen olarak güvencesizlik bağlamında yaşadığımız sorunları ve bu sorunlarla baş etme yollarımızı anlatmaya çalışacağım. Eğitim emekçileri, “mevsimlik eğitim işçileri” olarak güvencesizliğin öğretmen hali üzerine düşünmek ve bu düşüncelerimizde ortaklıklar kurmak aynı zamanda ihtiyacımız diye düşünüyorum.
Türkiye’de eğitim hayatınız hep bir engel atlayarak ilerler. Engellerle çakılı bir yolda düşe kalka bir diploma sahibi olur meslek hayatına adım atarsınız. 1980’li yıllardan itibaren eğitimin piyasalaşmasının, devletin eğitim üzerindeki kamu yükünü atmasının, devletin eğitim üzerindeki denetimsizliğinin, hayalet okulların, hayalet öğrencilerin, maarif modelin, yeni nesil öğrenci, veli ve yöneticilerin eğitimden beklentilerinin ve sonuçta diploma ticareti yapan kurumlara dönüşen bu özel okulların yarattığı bitmek tükenmez sorunlar var ve bunlar milyonlarca insanı aynı anda ilgilendiriyor. Sonuçları aynı anda milyonlarca insanı etkiliyor. Tüm bu sorunlar bir yana ben bu yazıda, özel sektörde çalışan öğretmenlerin çalışma biçimlerinin yol açtığı güvencesizliğe ve çalışma acılarına odaklanacağım.
Özel sektörde çalışmanın özgürce yapılmış bir tercih olarak algılanmasını ve koşullarını kendimizin belirlediğini düşünmemiz bir çeşit yanılsama gibi geliyor. Bu koşulları tercih ediş halimiz, Bourdieu’nun “bireyin bu sömürü koşullarını kendi kabul eder hale gelmesine yol açan ‘esnek- sömürü’nün, güvencesizliği kalıcı ve içinden çıkılmaz bir egemenlik biçimine dönüştürdüğü fikrini” aklıma getiriyor. Çünkü eğitimin piyasalaşmasının tarihi 80’lerden bugüne neredeyse yarım yüzyıl olmuş. Devlet çoktandır eğitim üzerindeki sorumluluğunu özel sektöre bıraktı. Bu bakımdan esnek-mevsimlik-güvencesiz çalışmak özel sektörde olağan istihdam biçimine dönüştü. Tam da bu kısımda proletarya ile prekarya arasına sıkışmış, kendini bir işçi olarak görmekten imtina eden beyaz yakalı tavrımızla hesaplaşarak emeğimizle geçindiğimizi ve haklarımızı bu bilinçle alabileceğimizi bilmenin önemli olduğunu düşünüyorum.
Bu güvencesizlik deneyimini yaşayanlar birbirini çok iyi anlayacaktır. Özel sektörde kurumlar, patronlar özel öğretim kurumları kanun ve yönetmeliklerine göre en az 1 yıllık sözleşmeler vasıtasıyla öğretmenlerle iş ilişkisi kurar. Özel sektör patronları da aslında pek çok işkolundaki patrondan farksızdır. Şirketleri kâr amacı güder, çalışanıyla münasebeti üstenci bir yaklaşımla “ekmek veriyorum” mantalitesi taşır. Bunu bir öğretmen içselleştirip patronuyla empati kurmaya kalkarsa her hak arayışında “ekmek yediğim yere…” diye söze başlar. Patronu için “aslında iyi insanlar” diyebilir ya da her seferinde “onların da çok giderleri var ama ucu ucuna yetişiyor her şey” noktasına gelebilir. Bu düşüncelerle tıpkı diğer sektörlerde, işyerlerinde olduğu gibi hak arayışının önüne geçen anlayışlar olarak mücadele edilmesi gerekiyor.
Belirli süreli sözleşmeler öğretmen ve yönetici sınıfının arasındaki ilişkiyi birbirine pamuk ipliğine bağlıymışçasına düzenler. Öğretmeni “bir yıl sonra yokum, resti çekerim” diyerek yaşadığı sorunları ötelemesine, kurum patronlarını da “sözleşmesi bitince nasılsa ilişiğini keseriz” diyerek hakkından hukukundan da mahrum bırakarak öğretmeni işten çıkarmasına götürüyor. Bu ilişkilenme biçimi daha eğitim öğretim faaliyeti sürerken tarafların davranışına yansıyor. Öğretmenler olarak bizler yaşadığımız güvensizliği sınıfta öğrencilere, eğitim öğretim faaliyetinin hiçbirine yansıtmadan çalışmaya özen gösteririz. Bunun büyük bir çaba gerektirdiğini düşünmenizi isterim.
Özel okullarda 1 yıllık olan bu belirli süreli sözleşmeler kurslarda yasanın da dışına çıkılarak 10 aylık yapılıyor. Yani yaz aylarında tamamen gelirsiz geçinmeye zorlanıyorsunuz. Bütün bir yaz ne yiyip ne içeceğiniz, nasıl seyahat edeceğiniz, tatil yapıp yapamamanız, nasıl geçindiğiniz başta teknik olarak kimsenin sorumluluk alanına girmiyor, toplumsal ve manevi olarak da kimsenin umurunda bile olmuyorsunuz. Belirli süreli iş sözleşmeleri bizlerin mevsimlik çalıştığımızın ve güvencesizliğimizin önemli bir göstergesidir. İşte tüm bu sebeplerden bundan sonraki tüm zamanlarda gerçek bir güvenceye erişene kadar her seferinde rahatlıkla “mevsimlik eğitim işçisi” diyebiliriz kendimize.
Belirli süreli sözleşme yapılmasının yarattığı en önemli sorun iş güvencesinden yoksunluk olarak karşımıza çıkıyor. Her sözleşme dönemi karnımıza ağrılar giriyor. Her senenin sonunda sözleşmenin sona ermesi, sözleşmeyi devam ettirme ya da yeni bir iş bulma kaygısı, yeni dönem maaş ve zam oranlarının ne olacağı yaşadığımız en önemli sorunlardır. Seneye aynı kurumda bazen kalmak istemeseniz bile işsiz kalma telaşıyla kötü bir sözleşmeye imza atmak zorunda kalabilirsiniz. Ya da mevcut kurumun ücret teklifini beğenmediğiniz için önünüze istifa belgesi konur. Çoğu öğretmen arkadaş baskı altında bu belgeyi imzalamak zorunda bırakılarak kıdem, fazla çalışma gibi haklarından da mahrum bırakılmaktadır. Ezber bozarak istifa imzalamamak her zaman patronun ayarlarını bozmaktadır. İşin sonunda bu belirli süreli olan sözleşmeler belirsiz bir süreç ve döngü başlatır: Seneye ne yapacağım, nerede olacağım, yeni bir kurum bulabilecek miyim?
Her sene yeni bir çalışma ortamına alışmak zorunda kalmanın, yeni öğrenciler tanımanın, yeni iş arkadaşları edinmenin zorlukları var. Yeni bir iş aynı zamanda her sabah okula gideceğin yeni bir güzergâh demek. Yaşamını her sene yeniden inşa etmek, kurmak gibidir. Bunun ne kadar zor ve yıpratıcı olduğunu da tahmin etmenizi isterim.
Önümüzdeki eğitim öğretim yılı eğitim kadrosu oluşturulurken yapılan sözleşme görüşmeleri öğretmen açısından tam bir garabettir. Şu anda içinden geçtiğimiz bu süreçte çeşitli saçmalıklar öğretmeni beklemektedir.
Sözleşme görüşmelerinde, türlü gerekçelerle yollarını ayırmak isteyen patronların sizinle ilgili hakkaniyetsiz değerlendirmelerine maruz kalabilirsiniz. “İstediğimiz verimi alamadık” diyen patronlara “ama matematiği öğrettim ve sevdirdim” demenizin bir karşılığı yoktur. Ya da “olumsuz değerlendirmeler var” denilerek ücret pazarlığında elinizi zayıflatmak isterler. Kimi zaman performansa bağlı değerlendirmeler, öğrenci ve velilerle yapılan anket sonuçları bu görüşmelere damgasını vurur. “Öğrencilerden gelen şikâyetlere göre çok sertmişsiniz hocam, çok ders anlatıyormuşsunuz” gibi şeyler duyabilir ve kendinizi bir anda savunma pozisyonunda bulabilirsiniz. Tüm bu olumsuz ve hakkaniyetsiz değerlendirmelerin altında aslında şirketin küçülme amacıyla öğretmen çıkartmaya çalıştığını ya da sözleşmede emeğiniz üzerine pazarlık yaparken düşük maaşlara sizi razı etmeye çalıştıklarını unutmamak gerekir. Öğretmen emeğini daha fazla kâr amacıyla performansa indirgeyerek niteliksiz değerlendirmelerle güvencesizliğe iten bu açgözlülüğü, lümpenliği, keyfiliği ve hoyratlığı kabul etmiyoruz.
Sözleşme görüşmelerini belirsiz bir tarihe bırakarak geciktirmek de öğretmeni ayrıca zor durumda bırakmaktadır. Çalışırken yeni bir iş aramanın zorluklarını bilen meslektaşlarımız genellikle mevcut okulun koşullarını değerlendirerek yoluna devam etmek ister. Ama burada görüşmeleri sürüncemede bırakmak patronların işine gelir. Tüm kurumlar sözleşme dönemlerini tamamlamaya başladığında sizin yeni iş arayışınız artık geç kalınmış bir çaba ve hüsranla sonuçlanabilir ve mevcut okulun teklif ettiği düşük maaşlara rıza göstermek zorunda bırakılırsınız. Şu anda içinde olduğumuz bu sözleşme döneminde milyonlarca öğretmen işte bu dertlere her sene yeni baştan gark edilmektedir.
Bu sözleşmeler işçilere ciddi hak kayıpları yaşatabilmektedir. Sözleşme bitince iş güvencesinden, kıdem ve ihbar tazminatından yoksun kalırsınız. Feshe karşı dava açma hakkı sınırlıdır; işe iade davası gibi güvenceler uygulanmaz. Sendikal örgütlenmeye katılım zayıflar, toplu iş sözleşmesi hakları kısıtlanabilir ve çoğu zaman eşit işe eşit ücret ilkesi ortadan kalkar. Sürekli olarak işini kaybetme endişesiyle çalıştığından psikolojik baskı da artar. Belirli süreli sözleşmeler, aslında güvencesizliği kurumsallaştırmakta ve istihdamda ayrımcılığa zemin hazırlamaktadır.
Hem işe başlama aşamalarında hem çalışırken cinsiyetçi politikalardan payımıza düşeni alıyoruz. İş görüşmelerinde hâlâ kadın öğretmenleri “Evli misiniz, çocuğunuz var mı, çocuk yapmayı düşünüyor musunuz, bir yıl çocuk yapmamayı taahhüt eder misiniz?” türünden sorulara maruz bırakmak cinsiyetçiğin daniskasıdır.
Bir iş görüşmesinde “Kurum politikası olarak kadın öğretmen almayı aslında çok tercih etmiyoruz” diyen yönetici gördüm. Kadın öğretmenlerin her konuyu sorun haline getirdiği, birbiriyle geçinemediğini, birbiriyle sürekli münakaşalı olduğunu, birbirini kıskandığını iddia eden cinsiyetçi yaklaşımları olmuştu. Kendisine şunu hatırlatmıştım: Takdir edersiniz ki kadın öğretmenler sorunları görmezden gelmez, çözüm arar, dönem arasında işsiz kalmayı da göze alabilir. Ortada kadın kadına bir münakaşa varsa da erkek meslektaşların pek de etliye sütlüye karışmadığından ileri gelir deyivermiştim. Erkek öğretmenler “ev geçindiren baba” modeline uyumlu davranarak işverenle sürtüşmeyi daha zor göze alıyor. Kadınları birbiriyle rekabet içinde görmek ve göstermek ayrıca erkek egemen anlayışların teorisidir. Üstelik erkek egemen ortamlarda kadınlarla erkeklerin ligi ve ringi de ayrıdır.
Kadın mesleği olarak algılanan öğretmenlik cinsiyet rolleri yüzünden “yarı zamanlı çalışır, eve ve çocuğa bakar” algısıyla pekiştirilerek sürdürülüyor. Çocuk-yaşlı bakımı, hane içi emek ile ilgili rolleri üstlenmeyen erkek öğretmenler çalışırken neredeyse hiç izin almak zorunda kalmazken annelik ve öğretmenlik yapan meslektaşlarımızın bu süreçlerden kaynaklanan durumlarda izin almak zorunda kalması işten çıkarılma tehlikesiyle karşı karşıya gelmelerine yol açıyor.
Kadınların yine ev ve çocuk bakımının yanında mesleği daha ikincil bir kimlik olarak kalıyor. Bu algı aynı işi yapan kadın ve erkekler arasında cinsiyet temelli ücret eşitsizliğine de yol açıyor. Okullarda işverenlerin, öğretmenlerin maaşlarını birbirine söylemesini zinhar yasaklaması özel sektöre özgü bir ücret eşitsizliğinin itirafı gibidir. Erkek meslektaşından daha düşük almasının sebebini soran kadın öğretmenlere “Hocam o hocamızın üç çocuğu var ve ev geçindiriyor” denebiliyor. Biz kadın öğretmenler ev geçindirmiyor muyuz, ya da evli değilsek insanca geçinecek bir ücret için evlenmek zorunda mıyız?
Bu kadar sorun içerisinde tek başına olmak, haklarınızı bireysel olarak almak o kadar kolay değil. Bunun için özel sektör patronları maaş ve zam oranlarını belirlerken, sözleşme tarihlerini belirlerken, piyasa koşullarını değerlendirirken, haklarımızı gasp ederken birlikte ve örgütlü davranıyor. Ya biz? Bir okulun içinde bile 40 öğretmen “zam oranımız şu olmazsa hiç görüşmeyelim” diyerek ağız birliği yapmakta zorlanıyoruz. Takım sözleşmesi ya da toplu sözleşme yapamıyoruz. Dahası pek çoğumuz daha haklarımızı dahi eksik ya da yanlış biliyoruz.
Özel sektör öğretmenlerinin sorunlarıyla dört yıldır yatıp kalkan bir sendikamız var: Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası. Şimdi “İnsanca çalışacağız, öğretmenliği yaşatacağız” parolasıyla haklarımızın daha görünür olması ve mesleğimizin değeri için mücadelesini sürdürüyor. Haklarımızı sendikamızdan öğrenebilir, hak arayışımızı sendikamızla birlikte sürdürebiliriz. Güvenceli çalışmak ve taban maaş gibi özlük haklarımızı içeren haklarımız ve taleplerimiz için sendikamıza yönümüzü dönmeli ve mutlaka üye olmalıyız.
İşte tüm bu karmaşık sorunlarımıza cevap olarak berrak bir yanıt verebiliriz. O da tarihten öğrendiğimiz sloganlarla: Hak verilmez alınır ve örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez. Haklarımızı bilmek, öğrenmek, sendikalı olmak her şeyden daha önemli.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.