toplumsal sebepleri olan olguları yasaklarla değiştirmenin mümkün olduğu fikri, tam da içinde yaşadığımız otokratik rejime uygun bir kafa yapısı. sağlık bakanlığı, bizi tartacağına piyasadaki abur cuburu denetlese hatta yasaklasa çok daha iyi olur
sağlık bakanlığı, ideal kilonu öğren, sağlıklı yaşa diye bir kampanya başlatmış. ülkenin her yerinde insanları sokakta çevirip tartıyorlar. tıpkı alkol kontrolünde olduğu gibi, vatandaşların kilo çevirmesine takılmamak için birbiriyle haberleştiği şakaları dolaşmaya başlamış bile.
şu gerçek; türkiye’de obezite oranı giderek artıyor; şu an yüzde 17. kadınlarda bu rakam yüzde 20.9’a çıkıyor. yani her beş kadından en az biri obez. toplumsal sebepleri olan olguları yasaklarla değiştirmenin mümkün olduğu fikri, tam da içinde yaşadığımız otokratik rejime uygun bir kafa yapısı. diğer yandan bu, türkiye’de de bulunan, aslında tip 2 diyabet tedavisi için üretilmiş ama son zamanlarda zayıflatıcı etkisi için de kullanılan bir ilacın “lansman” çalışması da olabilir; ithalatçısının kim olduğuna bağlı.
eskiden karikatüristler zenginleri, patronları şişman erkekler olarak çizerdi. ne büyük hata! şişmanlık dünyanın her yerinde yoksullara mahsus bir olgu ve ucuz beslenmeyle çok yakından ilgili. 50-60 liraya 1000 kalori almanız gayet kolay, karnınız da doyar. ama bedenin ihtiyaç duyduğu lif, protein, kalsiyum vb’yi içeren bir sofra öyle ucuza kurulmuyor. doyup, kalori alıp ama gerekli besinleri almamaya gizli açlık deniyor ve gizli açlıkla pekala şişmanlamak mümkün. bunun bir sonucu, daha ucuza doymak için daha fazla kalori almak.
siz de görmüş olabilirsiniz, türkiye yüzde 37.1’le, gıda enflasyonu konusunda oecd ülkeleri arasında birinci sırada. çocuklarda yetersiz beslenmenin bodurluk gibi vahim sonuçları oluyor. ama tencere her gün biraz daha zor kaynarken, besleyici değeri düşüyor, kalori oranı yükseliyor. yani makarnayla geçiştirilen daha fazla öğün, daha fazla kalori ve daha fazla kilo demek.
burada bir parantez açmak istiyorum. gıda yeterliliği genellikle bir eve ne kadar et girdiği üzerinden tarifleniyor. oysa hayvansal gıdalar tek protein kaynağı değil. kediyi köpeği severken ineği, tavuğu gıda olarak görmenin ne derece mantıklı ve ahlaki olduğu bir yana, özellikle kırmızı et tüketmenin bağırsak kanseriyle ilişkisi bilinirken, gıda yeterliliğiyle ilgili başka kriterlerin oluşması gerekiyor, bence.
parantezi kapatıp devam ediyorum.
mesele sadece temel gıdaya ulaşımdaki sorunlar değil. temel gıdaların yerine konulan ucuz alternatiflerin sağlıkla ilişkisi. örneğin meyve fiyatları bu kadar yüksekken özellikle çocukların tükettiği ucuz paketli, şekerli ürünler. bunlar hem zararlı maddeler içeriyor hem kalorileri yüksek hem de çok tatlı oldukları için damaklarımızı daha keskin lezzetlere, daha yüksek şekere alıştırıyor. dolayısıyla elmayı, portakalı beğenmez oluyor, yine özellikle çocuklar.
o yüzden sağlık bakanlığı, bizi tartacağına piyasadaki aburcuburu denetlese hatta yasaklasa çok daha iyi olur.
bu işin bir yanı. bir de şişmanlık korkusu meselesi var. biliyorsunuz, “şişman” o kadar lanetli bir sözcük ki, nadiren kullanılıyor, onun yerine “kilolu” deniyor! özellikle kadınlar arasında, kilosundan ve bedeninden memnun olan çok az. o kadar çok kadın, başkalarının hiç fark etmediği bir yerinde “fazlalık” görüyor ki. aslında bu konuda bir yandan feminizmin eleştirileri diğer yandan dünyada magazin figürü olan kadınların tutumunun değişmesiyle büyük ilerleme kaydedildi.[1]
ama türkiye’de, özelikle ekranlarda işler farklı. çok geriye gitmeye gerek yok, bugünün yıldızları, 1980’lerin, 1990’ların en “seksi” en “güzel” kadınlarından en az bir beden daha küçük. müjde ar’ı, zerrin egeliler’i, türkan şoray’ı düşünün.
bugün türkiye’de de birçok genç kadın, geniş bedenini gururla taşıyor, ne güzel! hatta iş biraz tersine dönmüş durumda, bugünlerde spor salonlarında bedenlerini mükemmelleştirmeye çalışanların çoğu erkek, bu erkeklerin ciddi bir kısmı da heteroseksüel! bunun altını çizmemin sebebi şu; anoreksiya, blumiya gibi şişmanlık korkusuna dayanan yeme bozuklukları kadınlar ve eşcinsel erkekler arasında yaygın!
izleyenleriniz vardır; yakın zamanlarda netflix’te gösterime giren adolesence adlı dizide, siyah polis memuru ve beyaz yoksul babanın ortak noktalarından biri spor salonunda geçirilen saatler ve gömlek kollarını sıkan pazulardı. yoksul ailelerde annelerin, böyle bir şeye ayıracak bütçesi de, zamanı da olamıyor, dünyanın neredeyse her yerinde.
internette siz de “suçluluk içermeyen tatlı” gibi tariflere rastlamış olabilirsiniz. bir pasta, un, şeker, yumurta, meyve, kakao, süt içerebilir, suçluluk ne alaka! kadınların -ve artık kimi erkeklerin- biraz yüksek kalorili bir şeyi suçluluk duygusuyla yediği olgusu maalesef bir efsane değil. yiyeceğin açlık, tokluk, lezzet, canının çekmesi gibi bedensel dürtülerden kopması, ceza, ödül, suç denklemlerinde algılanması çoğumuzun yabancısı olmadığı bir durum ve yiyecekle olan ilişkimizi bozan şeylerden biri bu.
kadın şişmanlığı feministlerin uzun zamandır haklı olarak üzerinde durduğu, ele aldığı bir olgu. bu konu çok yazıldı, çizildi. ama iki temel yaklaşımdan söz etmek mümkün. birincisi, ikinci dalga feminizmin önemli yazarlarından susie orbach’ın, fat is a feminist issue the anti-diet guide for women[2] adlı kitabı. diğer yaklaşımın önemli bir temsilcisi virgie tovar’ın şişmanlık hakkımız adlı kitabı.[3] bu iki yaklaşımın farklı bakış açıları olsa da ortak noktaları diyetlerin çözüm olmadığı; kadınların yiyecekle ilişkisini bozduğu. bunun da bedenleriyle olan ilişkilerini çarpıttığı.
sağlığının bozulması pahasına zayıflamak isteyen ne kadar çok kadın olduğunu düşünün. aynı şekilde, yemek keyfinden başka fiziksel bir haz tanımayan ne kadar çok kadın da var.
her beden üretir, haz alır, haz verir ve hem kendimiz hem başkaları tarafından sevilmeye, beğenilmeye layıktır. ona iyi bakalım, diyeceğim, söylemesi kolay diyeceksiniz, haklısınız.
yine de bedenle ilgili meselelerin, başta bilinç yükseltme olmak üzere feminist çalışmaların parçası olması çok önemli. feminist olmak her birimizin hayatında da çok şeyi değiştiriyor ve bedenimizle olan ilişkimiz bunların arasında yer almalı.
Dipnotlar:
[1] rihanna, kardashianlar gibi kadınları kastediyorum.
[2] adı şişmanlık feminist bir meseledir kadınlar için anti-diyet rehber olarak çevrilebilecek bu kitap türkçe, sanırım kadınlar neden şişmanlar? olarak tercüme edildi.
[3] şişmanlık hakkımız, virgie tovar, çev. füsun özlen, güldünya yayınları.
Kaynak: Kadın İşçi
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.