TRT yönetimine düşen görev, Anayasa’nın 133. maddesini ve TRT Kanunu’nu tekrar okumak, anlamak ve uygulamaktır. Halkın verdiği her kuruşun nereye harcandığının hesabını şeffaf bir şekilde vermek, kamuoyu nezdindeki tartışmaları dindirecek tek yoldur
Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT), kuruluşundan bu yana Türkiye siyasi tarihinde hep önemli bir rol oynadı. Ancak bu rol, çoğu zaman tarafsız kamu yayıncılığı ilkesinden uzak, iktidarların ya da askeri vesayetin sesi olma yönünde evrildi. Darbeler döneminde yaşananları hatırladıkça, bugün TRT’nin bazı yayın politikalarının yarattığı rahatsızlık daha da anlam kazanıyor.
27 Mayıs 1960 darbesinde TRT henüz yoktu ama “Devlet Radyosu” darbenin ilk sesini duyuran organ olmuştu. Bu, medyanın siyasi müdahalelerdeki gücünün ilk habercisiydi. 12 Mart 1971 muhtırası ve özellikle 12 Eylül 1980 darbesi sırasında TRT, doğrudan askeri yönetimin kontrolüne girdi. Darbe bildirileri radyodan okundu, tüm yayınlar durduruldu, haberler sansürlendi. Kurum, adeta bir propaganda aracına dönüştü. “Milli birlik ve beraberlik” adı altında tek sesli, iktidar odaklı yayıncılık benimsendi. Sol görüşlü sanatçılar, gazeteciler tasfiye edildi.
28 Şubat 1997 “postmodern darbe” sürecinde ise durum biraz farklıydı. Doğrudan askeri müdahale olmasa da, TRT asker-medya-bürokrasi ittifakının bir parçası olarak yönlendirildi. Dönemin hükümetine karşı eleştirel yayınlar yapıldı, askeri brifingler tarafsızlık ilkesinden uzak bir şekilde sunuldu. Bu, TRT’nin sivil görünse de vesayetin hizmetinde rol oynadığı bir dönemdi.
Peki, geçmişte yaşanan bu acı tecrübelerden ne ders çıkardık? Bugün Türkiye’de darbe yok, ancak TRT’nin bazı yayın politikaları, maalesef geçmişin tartışmalı dönemlerini anımsatıyor. Özellikle seçim dönemlerinde kurumun, belirli bir siyasi partinin propaganda aracı haline geldiği yönündeki eleştiriler giderek daha sık dile getiriliyor.
Halkın vergileriyle ayakta duran bir kurumun, halkın çıkarını gözetmek yerine, tek bir siyasi görüşün temsilcisi gibi hareket etmesi kabul edilemez. KESK’e bağlı Haber-Sen’in bu kanala sürekli “kamu hizmeti yayıncılığı” ilkesine dönüş çağrısı yapması, bu endişelerin ne kadar derin olduğunu gösteriyor.
TRT Kanunu’nun Yayın Esasları bölümünün 5. maddesi çok açık: Kurum, “Anayasa’nın sözüne ve ruhuna bağlı olmak; kamu yararını korumak ve kollamak, tek yönlü, taraf tutan yayın yapmamak ve bir siyasi partinin, grubun, çıkar çevresinin, inanç veya düşüncenin menfaatlerine alet olmamak” zorunda. Ayrıca, haberlerin toplanması, seçilmesi ve yayımlanmasında tarafsızlık, doğruluk ve çabukluk ilkelerine bağlı kalınması gerektiği de yasayla sabit.
Ancak seçim dönemi yayınlarına ilişkin veriler, bu hükümlerin ne yazık ki çiğnendiğini ortaya koyuyor. TRT Haber’in, iktidar partisinin bakış açısını ve politikalarını bu denli meşrulaştırması, kamuoyunun özgürce oluşmasının engellenmesi anlamına geliyor ve açıkça kanunlara aykırı.
TRT yönetimine düşen görev, Anayasa’nın 133. maddesini ve TRT Kanunu’nu tekrar okumak, anlamak ve uygulamaktır. Halkın verdiği her kuruşun nereye harcandığının hesabını şeffaf bir şekilde vermek, kamuoyu nezdindeki tartışmaları dindirecek tek yoldur.
TRT’nin geçmişteki vesayet dönemlerini geride bırakarak, gerçekten bağımsız, tarafsız ve halka hizmet eden bir kamu yayıncısı olması, Türkiye demokrasisinin sağlığı için hayati önem taşıyor. Aksi takdirde, darbe olmasa bile, darbe dönemlerinin gölgesinde bir işleyişi sürdürmek, demokratik kazanımlara gölge düşürecektir.
* Mesut Balcan, Haber-Sen Genel Başkanı
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.