Gazeteciler kalemlerini özgürce oynattıkları için değil; doğruyu yazdıkları, iktidarın rahatını kaçırdıkları için hedef alınıyorlar. Bu durum sadece gazetecilerin değil, topyekûn bir toplumun haber alma hakkının gaspı anlamına geliyor
“Türkiye’de gazetecilik faaliyetinden dolayı kimse tutuklu değil, kimse yargılanmıyor.” Bu cümle, son yıllarda iktidar çevrelerinden sıkça duyduğumuz, adeta bir mantra haline gelmiş bir iddia. Gelgelelim, bu iddia ne Türkiye gerçekleriyle örtüşüyor ne de uluslararası raporların verileriyle. Sanki bambaşka bir evrende yaşıyormuşuz gibi, gerçekler gözümüzün önünde birer birer karartılırken, bize sürekli olarak bir illüzyon sunuluyor.
Bakın, uluslararası kuruluşlar durmadan Türkiye’nin karnesini gözler önüne seriyor. Freedom House raporunda Türkiye, 195 ülke arasında 146. sırada. Birleşmiş Milletler Demokrasi Endeksi’nde 102. sıradayız. Ve belki de en çarpıcısı, Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde tam 158. sıraya gerilemiş durumdayız. Bu rakamlar uyduruk mu? “Foncuların Türkiye’yi kötü gösterme çabası” mı? Dünyanın diğer ülkelerinin sıralamaları da sırf bizi kötü göstermek için mi yapılıyor, merak ediyorum. Bu kadar komik ve içi boş bir argüman olabilir mi? Eğer diğer ülkeler için aynı metodolojiyle hazırlanan bu raporlar bize özel bir “komplo” değilse, aynaya bakmanın ve rahatsız edici gerçeklerle yüzleşmenin vakti gelmedi mi?
İktidarın ve “milli muhalefetin” bir başka favori argümanı ise “terör” ve “ülkenin bölünmesi” kaygısı. Ne zaman bir gazeteci gerçekleri yazsa, özellikle de Kürt basını, hemen terörist damgası vuruluyor, vatan haini ilan ediliyor. Ülkenin bölünmesi korkusu, özgür basının boğazına sarılmak için her dönemin en kullanışlı gerekçesi olmuş durumda. Oysa çürümüş, yolsuzluğa batmış iktidarların en fazla korktuğu gazeteciler, tam da rant ve ekolojik tahribat haberleri yapanlardır. Neden mi? Çünkü bu haberler, onların kirli çamaşırlarını ortaya serer, halkın hakkını korur.
Son örnek mi? Artvin merkezli soruşturma kapsamında gözaltına alınıp tutuklanan gazeteciler Ozan Cırık, Eylem Yılmaz ve Dicle Baştürk… Ya ekolojik bir felaketin perdesi aralanmadan ya da bir operasyon, bir savaş arifesinde gazetecilerin ansızın tutuklanması tesadüften öte, sistematik bir sindirme operasyonudur. Gerçekler kamuoyuna ulaşmasın diye atılan adımlardır.
Türkiye’de basın özgürlüğü, kağıt üzerinde kalan bir ilke olmaktan öteye gidemiyor. Gazeteciler kalemlerini özgürce oynattıkları için değil; doğruyu yazdıkları, iktidarın rahatını kaçırdıkları için hedef alınıyorlar. Bu durum sadece gazetecilerin değil, topyekûn bir toplumun haber alma hakkının gaspı anlamına geliyor. Eğer bir ülke, kendisi hakkında yapılan eleştirileri “dış güçlerin oyunu” diyerek geçiştiriyor, uluslararası raporları “uyduruk” ilan ediyorsa, o ülkenin demokrasi karnesi zaten bellidir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.