Bu portreler yalnızca geçmişte kalmış kahramanlıklar değil; bugün Rodriguez’in sesiyle yankılanan, çağımıza yöneltilmiş bir hatırlatmadır. Enternasyonalizm, hiçbir zaman nostaljik bir kavram olmadı; her çağda bir “vicdan” gibi yerini aldı
“Halilintar”, yıldırım ya da gök gürültüsü gibi bir şeyi ifade eden bir kelimedir. İnsanlar, bir eylemin ardından onun anlamını sabitlemek için bir metin arar; bu da öyle bir denemedir. İsraillilerin Filistin’e karşı işlediği vahşet, tanımlanamaz ve sayılarla ifade edilemez. Bu vahşeti okumaktan çok izliyoruz — çoğu zaman videolarda, bazen de canlı yayınlarda. Birkaç ay içinde ölüm sayıları hızla artarken, İsrail ölüleri sayma kapasitesini yok etti; bu da yürüttüğü soykırıma fazlasıyla hizmet etti.” – Elias Rodriguez
1948’den bu yana süren Filistin’e yönelik işgal, bugün en vahşi boyutlarına ulaşmış durumda. İletişim çağının çelişkili yapısı, bu trajediyi bir “haber akışı”na dönüştürüyor: Gazze’ye düşen bir bombanın görüntüsü birkaç dakika içinde sosyal medyada dolaşıma giriyor, bir hastanenin yıkılışı anlık öfkelere yol açıyor ama ardından hızla unutuluyor. Ölü sayıları, artık sadece istatistiklerden ibaret. Soykırım, sıradan bir haber başlığına indirgeniyor. Bu rutinleşme yalnızca çaresizliği ve seyirciliği derinleştirmiyor; aynı zamanda kolektif bir duyarsızlık, hatta evrensel ölçekte bir “toplumsal çürüme” yaratıyor.
Soykırıma anbean tanıklık edilebilen bu çağda, Elias Rodriguez’in eylemi yankı buldu. 20 Mayıs 2025’te Chicago’daki İsrail Konsolosluğu önünde gerçekleştirdiği protesto, yalnızca bir vicdan çığlığı değil; aynı zamanda soykırıma karşı halklar nezdinde devrimci şiddetin tarihsel ve politik meşruiyetini hatırlatan bir eylem olarak da tarihe geçti.
Bu başkaldırı, yalnızca bireysel bir ‘not düşme’ değil; tarihe kazınabilecek bir devrimci sorumluluk biçimiydi de. Rodriguez, eyleminin ardından bıraktığı 900 kelimelik, adeta bir “manifesto” niteliği olan mektubu ile, bizleri farklı dönemlerde aynı fay hatlarında kırılmış direnişlerin izlerine götürüyor ve Che Guevara’nın sözleri kulaklarımızda yankılanıyor: “Devrimcinin görevi, ezilen halklara zafer dilemek değil; onların davası için savaşmaktır.”
Kaleme aldığımız bu yazı, Filistin için silaha sarılan devrimcilerin tümünü anlatmak iddiasında değil. Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve bu yolda can vermiş Kürt ve Türk devrimcilerin hikâyeleri ise başlı başına ayrı bir yazının eksenini oluşturmayı hak ediyor. Bu nedenle, burada dünyanın dört bir yanından, farklı dönemlerde Filistin halkının yanında saf tutmuş enternasyonalist devrimcilerin bazılarını anımsatmakla yetiniyoruz. Amacımız, bu mücadelelerin devrimci bellekteki izlerini tazelemek ve Filistin’in yalnız olmadığını yeniden hatırlatmak.
1948’de Münih’te, Batı Almanya’nın orta sınıf bir ailesinde dünyaya gelen Ernst Wilfried Böse, 1960’ların sonunda Avrupa’yı sarsan öğrenci hareketleri ve Yeni Sol’un dönüştürücü rüzgârıyla devrimci bir bilince kavuştu. 1968 hareketinin radikal dalgası, Vietnam Savaşı’na karşı yükselen öfke ve Batı Almanya’nın savaş sonrası kapitalist düzenine duyulan tepki, Böse’nin antiemperyalist bir dünya görüşü benimsemesinde mihenk taşı oldu. Üniversite yıllarında Marksist-Leninist teoriden, Che Guevara’nın enternasyonalist ruhundan ve Üçüncü Dünya devrimci mücadelelerinden ilham alarak, Batı Almanya’nın NATO ittifakındaki rolünü ve İsrail’in Filistin topraklarındaki işgal politikalarını eleştiren bir çizgiye yöneldi. Böse, Filistin davasını yalnızca ideolojik bir mesele olarak değil, enternasyonal antiemperyalist mücadelenin somut bir cephesi olarak gördü.
1968 protestolarında Kara Panter dayanışma grupları gibi çeşitli sol hareketlerle bağ kuran Böse, 1970’te sol bir yayınevi olan Roter Stern’in (Kızıl Yıldız) yöneticiliğini üstlendi. Bu dönemde, bazı kaynaklara göre “Küçük Şişko” (Der kleine Dicke) kod adıyla Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) adına faaliyetlerde bulundu ve 1972 Münih Olimpiyatları’nda Kara Eylül’ün İsrail takımına yönelik eylemine destek verdiği öne sürüldü. Ancak Böse, RAF’ın hiyerarşik yapısını ve şehir gerillası taktiklerini eleştirerek, daha esnek ve özerk bir örgütlenme modeli arayışına girişti. 1972 yazında, Brigitte Kuhlmann, Johannes Weinrich, Helga Kopp ve Hans-Joachim Klein gibi yoldaşlarıyla Devrimci Hücreler’i (Revolutionäre Zellen, RZ) kurdu. RZ, merkeziyetçi olmayan yapısıyla, kapitalist kurumlara ve emperyalist politikaları destekleyen hedeflere karşı sabotaj, propaganda ve doğrudan eylemler düzenledi.
Böse’nin Filistin davasına bağlılığı, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) ile kurduğu yakın ilişkilerde somutlaştı. 1975’te Güney Yemen’de FHKC’nin gerilla kamplarında eğitim alarak “Mahmud” savaş adını aldı ve burada Kuhlmann ile romantik bir bağ kurdu. Çift, 20 Eylül 1975’te Frankfurt’taki evlerini terk ederek kendilerini tamamen RZ ve FHKC’nin mücadelesine adadı. Böse’nin entelektüel ve pratik yolculuğu, Filistin direnişini enternasyonal devrimin kalbi olarak görmesini pekiştirdi. Bu bağlılık, onun en bilinen eylemi olan “Entebbe Operasyonu”nda (27 Haziran – 4 Temmuz 1976) doruğa ulaştı. FHKC’nin dış operasyonlar birimiyle ortaklaşa planlanan bu eylemde, Air France 139 sefer sayılı uçağın kaçırılmasıyla Filistinli mahkumların serbest bırakılması talep edildi. Böse, Kuhlmann ve iki Filistinli militanla birlikte operasyonda yer aldı, ancak İsrail özel kuvvetlerinin (Sayeret Matkal) Entebbe Havalimanı’na düzenlediği baskında hayatını kaybetti. Eylem, rehinelerin kurtarılmasıyla sonuçlansa da, Filistin davasına dünya çapında dikkat çekti.
Onun hikâyesi, bambaşka bir çerçeveye çiziyor önümüze: Enternasyonalizmin, sadece sözle değil, hayatla da kurulduğu bir direniş hattına çeviriyor bakışlarımızı. Böse’nin yaşamı, bireysel isyanı kolektif direnişe dönüştürenlerin yolculuğuydu. Filistin davası onun için soyut bir dayanışma değil; devrimci bir zorunluluktu.
1943’te Nikaragua’da doğan Patrick José Argüello, Sandinist hareketten Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne (FHKC) uzanan devrimci pratiğiyle, antiemperyalist mücadelenin enternasyonalist ruhunu temsil eder. Nikaragua’da Somoza diktatörlüğüne karşı şekillenen politik bilinci, 1960’ların sonunda Şili’de Fulbright bursuyla yüksek lisans yaparken Latin Amerika’nın sol hareketleriyle derinleşti. Che Guevara’nın 1967’de katledilmesi ve Anastasio Somoza’ya karşı mücadele, Argüello’yu devrimci bir yola sevk etti. Ulusal Sandinist Kurtuluş Cephesi’nde (FSLN) aktif rol alsa da, onun vizyonu yerel sınırları aştı; Filistin davasını Latin Amerika’nın antiemperyalist direnişiyle birleştiren bir köprü kurdu.
1970’te Ürdün’deki FHKC kamplarında gerilla eğitimi alan Argüello, Filistin’in İsrail işgaline karşı mücadelesini enternasyonalist hareketin ayrılmaz bir parçası olarak gördü. Bu eğitim, onun devrimci pratiğini teorik bir çerçeveyle güçlendirdi ve Filistin davasına olan bağlılığını somut bir eyleme dönüştürdü. Argüello’nun en çarpıcı katkısı, 6 Eylül 1970’te FHKC’nin “Dawson’s Field” uçak kaçırma eylemlerine katılımı oldu. İsrail’in El Al Havayolları’na ait 219 sefer sayılı uçağı, Amsterdam’dan New York’a giderken Leyla Halid ile birlikte kaçırmaya çalıştı. Amaç, İsrail ve diğer ülkelerde tutulan Filistinli mahkumların serbest bırakılmasını talep etmek ve işgale karşı enternasyonal farkındalık yaratmaktı. Ancak uçak mürettebatının ve bir hava güvenlik görevlisinin direnişiyle karşılaşan Argüello, çatışmada ağır yaralandı. Uçak Londra’ya acil iniş yaptığında, 27 yaşındaki Argüello hastanede hayatını kaybetti. Resmi raporlar onun güvenlik görevlileri tarafından vurulduğunu belirtse de, devrimci çevreler bu ölümü bir katliam olarak niteledi.
Argüello’nun hikâyesi, Latin Amerika’nın devrimci ruhunu Ortadoğu’nun işgal altındaki topraklarına taşıyan eşsiz bir köprü misali karşımıza çıkıyor: Yalnızca silahla değil, inançla ve dayanışmayla yoğrulmıuş bir yaşam yolculuğu; bir halkın değil, insanlığın özgürlük düşüne yazılmış, kısa ama sonsuz yankılar taşıyan bir cümle.
1945’te Tokyo’da doğan Fusako Şigenobu, Japon Kızıl Ordusu’nun (JKO) kurucusu olarak, Filistin davasına adanmış bir enternasyonalist devrimcidir. 1960’larda Japonya’daki Yeni Sol hareketinin yükselişiyle politik bilinci şekillenen Şigenobu, Japonya’nın kapitalist düzenine ve ABD’nin küresel hegemonyasına karşı mücadele ederken, Filistin’in İsrail işgaline karşı direnişini antiemperyalist mücadelenin merkezi olarak gördü. 1971’de Lübnan’a yerleşerek Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) ile işbirliği yaptı ve JKO’yu kurdu. JKO, Filistin davasını desteklemek için silahlı eylemler düzenleyen enternasyonalist bir örgüt olarak, Lübnan, Suriye ve Libya’dan lojistik destek aldı.
Şigenobu’nun liderliğinde JKO, 30 Mayıs 1972’deki Lod Havalimanı Katliamı’yla Filistin davasına dünya çapında dikkat çekti. FHKC ile koordineli olarak Tel Aviv’deki havalimanına düzenlenen bu eylemde, JKO militanları Tsuyoşi Okudaira, Yasuyuki Yasuda ve Kozo Okamoto, makineli tüfek ve el bombalarıyla saldırarak 26 kişiyi öldürdü, 80 kişiyi yaraladı. Amaç, İsrail işgaline karşı farkındalık yaratmak ve Filistinli mahkumların serbest bırakılmasını talep etmekti. Şigenobu, eylemi Lübnan’dan planladı, ancak sahada yer almadı. Okudaira ve Yasuda çatışmada öldürülürken, Okamoto yaralı yakalandı ve 1985’te mahkum takasıyla serbest bırakıldı. Eylem, sivil kayıplar nedeniyle tartışmalı olsa da, Filistin davasını dünya gündemine taşıdı.
Şigenobu’nun liderliği, JKO’yu Filistin davasına adanmış bir enternasyonalist güç haline getirdi. Onun stratejik vizyonu, ideolojik tutarlılığı ve organizasyon becerisi, JKO’nun enternasyonal antiemperyalist mücadelede bir sembol olmasını sağladı. 2000’de Japonya’da tutuklanan Şigenobu, 2006’da 20 yıl hapse mahkum edildi ve 2022’de serbest bırakıldı.
Hapisteki yıllarında bile Filistin davasını savunmaya devam eden Şigenobu, enternasyonalist dayanışmanın kararlı bir temsilcisi olarak öne çıkıyor. Onun yaşam hikâyesi, “Filistin yalnız değildir” diyen bir iradenin sınır tanımayan kararlılıkla ete kemiğe bürünmüş halidir.
1951’de Lübnan’ın kuzeyinde, Hristiyan bir ailede doğan Corc Abdallah, Filistin davasına adanmış bir devrimci ve Lübnan Silahlı Devrimci Tugayları’nın (FARL) lideri olarak antiemperyalist mücadelenin sembollerinden biridir. 1970’lerde Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne (FHKC) katılarak devrimci bilincini geliştiren Abdallah, Lübnan İç Savaşı’nın kaotik ortamında Filistin davasını enternasyonal bir mücadele olarak benimsedi. FARL’yi kurarak, ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki politikalarına karşı silahlı direniş yolunu seçti. Abdallah, Filistin mülteci kamplarının savunulmasını ve İsrail işgaline karşı mücadeleyi antiemperyalist bir çerçevede birleştirdi.
Abdallah’ın en dikkat çekici eylemleri, 1982’de İsrail’in Lübnan’ı işgaline yanıt olarak FARL’nin düzenlediği saldırılardı. Paris’te ABD askeri ataşesi Charles Ray’e suikast ve İsrail diplomatı Yacov Barsimantov’un öldürülmesi, FARL’nin Filistin direnişine destek amacıyla gerçekleştirdiği eylemler arasında yer aldı. Bu eylemler, İsrail ve ABD’nin Ortadoğu’daki politikalarına karşı dünya genelinde farkındalık yaratmayı hedefledi. Ancak Abdallah, 1984’te Lyon’da sahte pasaportla yakalandı ve 1987’de Charles Ray suikastı nedeniyle ömür boyu hapse mahkum edildi. Fransa’daki Pau Cezaevi’nde 40 yılı aşkın süredir tutsak olan Abdallah, 1999’dan itibaren şartlı tahliye hakkına sahip olmasına rağmen, siyasi baskılar nedeniyle serbest bırakılmadı. 2024’te tahliye kararı alınsa da, savcılığın itirazı süreci belirsizliğe sürükledi.
Yalnızca Filistin için değil, devrimci enternasyonalizm için de bir referans noktası olan Abdallah’ın yaşamı, işgale karşı silah kuşananların; adaletsizliğe karşı susmayanların; ve ne olursa olsun mücadeleyi sürdürenlerin hikâyesine kazınmış bir direniş imzası gibi. Abdallah, tutsak bedeniyle bile Filistin’in özgürlük çığlığını dünya sahnesine taşımaya devam ediyor.
1972’den 1989’a kadar Danimarka’da faaliyet gösteren Blekingegade Grubu, Marksist-Leninist-Maoist ideolojiyle Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne (FHKC) destek veren bir enternasyonalist oluşumdu. Banka soygunlarıyla elde ettikleri parayı ve silahları Filistin’in özgürlük mücadelesine aktaran grup, antiemperyalist direnişin kuzeydeki temsilcisi oldu. 1989’da Kopenhag’ın Blekingegade sokağında ortaya çıkan silah ve patlayıcı deposu, grubun adını duyurdu; hikayeleri ise devrimci dayanışmanın hem ilham verici hem de tartışmalı bir öyküsü olarak kaldı.
Grubun temelleri, 1963’te Gotfred Appel’in Danimarka Komünist Partisi’nden Maoist görüşleri nedeniyle ihraç edilmesiyle atıldı. Appel’in kurduğu Kommunistisk Arbejdskreds (KAK), Avrupa’nın ilk Maoist örgütü oldu. 1967’de gençlik kolu KUF’un kurulmasıyla grup, Filistin davasına yöneldi. 1970’te Gert Rasmussen ve Hans “Xander” Truelsen, Ürdün’deki FHKC kamplarında eğitim alan ilk Batılılar olarak dayanışmayı somutlaştırdı. Torkil Lauesen, Jan Weimann, Niels Jørgensen, Peter Døllner, Carsten Nielsen ve Marc Rudin’den oluşan çekirdek kadro, “Elmalar” (Apples) kod adıyla soygunlar düzenleyerek FHKC’ye milyonlarca dolar sağladı.
Grubun en dikkat çeken eylemi, 3 Kasım 1988’de Kopenhag’daki Købmagergade postanesine düzenledikleri soygundu. Yaklaşık 10 milyon kron çalınan bu operasyonda, bir polis memurunun ölümü grubun sonunu getirdi. 1989’da Blekingegade’deki sığınakta silahlar, sahte üniformalar ve belgeler ele geçirildi; Lauesen, Weimann, Døllner ve Jørgensen 1-10 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Cinayet suçlaması, kimin ateş ettiğinin belirlenememesi nedeniyle düşürüldü. Grup, 1982’de 768.000 kron ve 1983’te 8,3 milyon kronluk soygunlarla da ilişkilendirildi, ancak bu suçlamalardan mahkumiyet çıkmadı.
Torkil Lauesen, modkraft.dk’ya verdiği demeçte, “FHKC’nin mücadelesine destek için para ve silah çaldık, ama bu siyasi bir davaydı, terörizm değil” dedi. Blekingegade Grubu, Ürdün ve Lübnan’daki FHKC kamplarıyla bağ kurarak, Maoist ideolojiyle Filistin davasını kucakladı. Eylemleri sivil kayıplar nedeniyle eleştirilse de, sağladıkları destek FHKC’nin direnişine güç kattı. 2009’da bir TV dizisi ve Peter Øvig Knudsen’in kitaplarıyla popülerleşen grup, Filistin’in özgürlük mücadelesini Danimarka’dan dünya sahnesine taşıyan bir dayanışma sembolü oldu.”
Bu portreler yalnızca geçmişte kalmış kahramanlıklar değil; bugün Rodriguez’in sesiyle yankılanan, çağımıza yöneltilmiş bir hatırlatmadır. Enternasyonalizm, hiçbir zaman nostaljik bir kavram olmadı; her çağda bir “vicdan” gibi yerini aldı. Ve o vicdan, Filistin’de bombalanan bir hastane kadar yakıcı, enternasyonalist bir devrimcinin geride bıraktığı mektup kadar sarsıcıdır.
Bugün Rodriguez’in tek başına attığı çığlık, geçmişin fedakâr devrimcilerinin sesiyle birleşiyor.
Çünkü farklı zamanlarda, aynı fay hatlarında kırılan o sarsıntı hep aynı adı fısıldıyor: Filistin.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.