Bugün emperyalist devletlerin işgal senaryoları İran üzerine işliyor. Yazdıkları senaryoları hayata geçirmek için yine yalan mekanizmasına başvuruyorlar. Propaganda aygıtları yalan üzerine kurulu haberlerini televizyon ekranlarından, gazete sayfalarından evlerin içine sokuyorlar
İran’ın nükleer programını görüşmeye hazır olduğunu belirtmesine, ABD ile İran arasında altıncı tur görüşmeler 15 Haziran’da Umman’ın başkenti Maskat’ta yapılacakken Amerika’nın görüşmelerden çekilmesi, İran’ın nükleer programını yok etme gerekçesinin/yalanının arkasına saklanarak İsrail’in İran’a saldırı başlatması, Amerika’nın İsrail’e her türlü desteği vermesinin ardından 21 Haziran’da İran’ı bombalamaya başlaması bize bu gerçeği bir kez daha hatırlattı: Emperyalizmin propaganda aygıtı yalan üzerine işler.
Emperyalist saldırganlıklarda yalanı propaganda makinasının tek malzemesi haline getiren ilk ülke Nazi Almanya’sı oldu.
İkinci Dünya Savaşında Almanya yarattığı propaganda aygıtı sayesinde Almanlar ne Nazi toplama-çalışma kamplarındaki gaz odalarında öldürülüp krematoryumlarda yakılan, çoğu Yahudi milyonlarca insandan haberleri oldu ne de Berlin’in Sovyet askerleri tarafından kuşatılıncaya kadar Almanya’nın savaşta yenilmeye başladığından. Nazi propaganda aygıtı öyle bir işliyordu ki yıllarca Almanya’da yaşanan baskılar, katliamlar, yasaklar, hukuksuzluklar insanların gözünden uzaklaştırılarak bir rüyanın, bir illüzyonun içinde yaşar hale getirildiler. Rüyadan uyanan Almanlar karşılarında rüyalarında kendilerine anlatılanlardan bambaşka bir Almanya gördüler, ama iş işten geçmişti.
Nazi propaganda aygıtının oluşturulmasında ilk adım Almanya’daki radyo ve gazetelerin ele geçirilmesi, muhalif olanların kapatılması oldu.
Berlin’de çıkan günlük gazetelerin yazı işleri müdürleri ile Almanya’nın başka yerlerinde çıkan gazetelerin muhabirleri her sabah Propaganda Bakanlığında toplanırlardı. Orada Dr. Geobbles kendilerine ya da yardımcılarına hangi haberlerin yayınlanacağını, hangi haberlerin yayınlanmayacağını, haberleri nasıl yazacaklarını ve nasıl başlık atacaklarını, ne gibi kampanyaların açılacağını ya da kapatılacağını ve nasıl bir başyazı yazılacağını anlatırdı. Herhangi bir yanlış anlaşılmayı önlemek üzere de, sözle anlatılana ek olarak yazılı bir günlük emir verilirdi. Şehir dışındaki küçük gazetelerle dergilere bu emirler telgrafla ya da mektupla ulaştırılırdı.[1]
Nazi Almanya’sında Propaganda Bakanı olan Joseph Goebbels “Yeterince büyük bir yalan söyler ve onu tekrar etmeye devam ederseniz, insanlar sonunda ona inanmaya başlayacaklardır” demişti. Bugün bütün emperyalist saldırganlıklarda, savaş suçlarının üzerinin örtülmesinde Goebbles’in bu sözleri emperyalist devletlere rehberlik etmeye devam ediyor.
Yalan üzerine kurulu propaganda işini güvenceye almak için yasal düzenlemeler yapılır, gazetelerin yönetim organları buna göre düzenlenir, gazetecilik meslek ahlakı bir kenara itilir.
Nazi Almanyasında bir gazetenin yazı işleri müdürü olmak için her şeyden önce siyaset ve ırk bakımından ‘temiz’ olmak gerekirdi. Gazeteciliği, kanunla düzenlenmiş bir ‘kamu mesleği’ sayan 4 Ekim 1933 tarihli Alman Basın Kanunu, bütün yazı işleri müdürlerinin Alman uyruklu olmasını, Âri bir aileden gelmiş, Yahudiyle evlenmemiş bulunmasını şart koşmuştu. Basın Kanunu’nun 14’üncü bölümü yazı işleri müdürlerine, ‘halkı herhangi bir şekilde yanlış bir yola götürecek, özel amaçları toplum amaçları ile karıştıran, içerden ve dışardan Almanya’nın gücünü, Alman halkının ortak iradesini, Alman savunmasını, kültürünü ve ekonomisini zayıflatacağı anlaşılan… ya da Almanya’nın namus ve şerefini bozan herhangi bir haberi’ yayımlamamaları emrediliyordu. Bu kanun 1933 yılından önce çıkarılmış olsaydı ülkedeki bütün Nazi yayınlarının yasaklanması gerekirdi. Ama şimdi, Nazi olmayan ya da olamayan gazetelerin ve gazetecilerin silinmesine yaradı.[2]
Nazi Almanya’sının propaganda aygıtı bugün de işlemeye devam ediyor.
Amerika yeni sınırlar çizmek ya da bölgesel savaşlarla bir ülkeyi kendi denetimi altına almak istediğinde bazen Birleşmiş Milletler’i kullanıp Birleşmiş Milletler Barış Gücü adı altında, bazen NATO’yu kullanarak, bazen de yanına aldığı ülkelerle askeri müdahalelere girişmeden önce kamuoyunu hazırlamak için birçok haber yaptırır. Haberleri yapanlar, yapılan haberlerin gerçekle ilgisinin olup olmadığını önemsemezler. Gerçeğin bir süre sonra açığa çıkacak olmasına da aldırış etmezler. Onlar için önemli olan amaçlarını gerçekleştirinceye kadar kamuoyunu yönlendirip, yapacakları işgale destek vermelerini sağlamaktır.
Amerika’nın yaptırdığı haberlerin gerçekle ilgisi olmadığını, yapılan askeri harekatların sonrasında bağımsız gözlemcilerin, gazetecilerin yaptığı araştırmalarda açığa çıktığını birçok olayda yaşayıp gördük.
Amerika elinde tuttuğu ya da yönlendirdiği iletişim araçlarının sonuçlarıyla Baba Bush’un 1991 yılında Irak’a yaptığı ve Birinci Körfez Savaşı olarak bilinen (Amerika’nın bu savaşa verdiği resmi adı Çöl Fırtınası Harekâtı) Irak’a yaptığı hava saldırılarında karşı karşıya geldik.
Bu savaşta insanları yönlendirmek için kullandıkları en etkili haberlerden biri petrole bulanmış karabatakların görüntüleri ile Kuveytli bir kızın anlattıkları oldu.
1991 Birinci Körfez Savaşı’ndan önce, hatta savaş anında sadece Amerikan televizyonlarında değil, çoğu ülke televizyonlarında petrole bulanmış, can çekişen karabatakların görüntüleri sürekli olarak yayınlanıp durdu. Savaşta Irak kentlerine atılan binlerce tonluk bombalar, ölen insanlar değil (bu savaşta Irak topraklarına 85 bin ton bomba atıldı, 250 bin kişi öldürüldü) karabatakların denize bırakılan petrole bulanmış görüntüleri tartıştırıldı. Yapılan haberlerde petrole bulanan karabatakların görüntüleri ile birlikte Saddam Hüseyin’in petrol tesislerini havaya uçurduğunu, denizin temizlenmeyecek duruma geldiğini, Irak’ta ve Irak’ın işgal ettiği Kuveyt’te sadece insanların ölmediğini, denizde yaşayan canlıların da öldüğünü, bu nedenle insanlarla birlikte diğer canlıların da kurtarılmayı bekledikleri anlatılıp duruldu.
Televizyonlarda yayımlanan görüntülerin Irak’la ya da Ortadoğu ve Basra Körfezi ile bir ilgisi yoktu. Televizyon ekranlarından insanların gözlerinin içine sokulurcasına sürekli gösterilip duran görüntüler Alaska’da yaşanan ve Körfez Savaşı’ndan çok önce gerçekleşen bir tanker kazasından sonra ortaya çıkan görüntülerdi. Buna rağmen bu tanker kazasından sonra zifte bulanan karabatakların görüntüleri Irak’la ilişkilendirilmesinde bir sakınca görmediler. Sakınca görmedikleri için yaptıkları yalan haberlerle insanlara Irak’ı işgal etmenin “gerekliliğini” anlatıp durdular.
Birinci Körfez Savaşı’ndan yaklaşık dört ay önce 10 Ekim 1990 günü Amerikan Kongresi’ne Kuveytli olduğu söylenen 15 yaşında bir kız çocuğu çıkartılıp konuşturuldu. Neyyire adındaki bu kızın anlattıkları ilginçti. Neyyire konuşmasında şunları söyledi:
Ablam beş aylık yeğenimle kaçıp kurtulmak için çölü geçti. Kuveyt’te bebekler için süt kalmamıştı. Çölde ablalarım kuma saplandı, Suudi Arabistan’dan yardım geldi de zorlukla kaçabildiler. Bense geride kalıp ülkem için bir şeyler yapmak istedim. İşgalden iki hafta sonra insanlara yardım etmek isteyen on iki kadın ile birlikte Ed-Dar Hastanesi’nde çalışmak için gönüllü oldum. İçlerinde en genci bendim, diğer kadınlar 20-30 yaşlarındaydı. Ben oradayken silahlı Irak askerlerinin hastaneye girdiğini gördüm. Bebekleri kuvözlerinden çıkarıp ölmeleri için soğuk zemine bıraktılar. Kuvözleri de alıp gittiler. Korkunçtu. Elimden bir şey gelmiyordu. Prematüre doğan ve belki çoktan ölmüş yeğenim geliyordu aklıma.
15 yaşındaki “Kuveytli” Neyyire’nin Amerikan Kongresi’nde ağlayarak anlattıkları 700 Amerikan televizyon kanalında yayınlandı. ABC ve NBC televizyonları bu haberi 50 milyon Amerikalının izlediğini açıkladılar. Bu konuşma sadece Amerikan televizyon kanallarında yayımlanmadı. Irak’ın bombalanmasına dolaylı ya da direk onay veren ülkelerin televizyon ekranlarında da yayınlanarak dünya kamuoyu işgale hazırlandı. Kuveyt’te hastanelerde çocukları öldüren Saddam Hüseyin’den Kuveyt ve Irak kurtarılmalıydı!
Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra Kuveyt Amerikan askerlerinin eline geçtiğinde, ABC News muhabirleri sözü geçen hastanede doktorlarla röportaj yaparak kuvözden çıkarılarak ölüme terkedilen çocukları sordu. Doktorlar böyle bir olayın asla gerçekleşmediğini söylediler. Bunun üzerine Uluslararası Af Örgütü bir araştırma yaptı. Uluslararası Af Örgütü’nün yaptığı araştırmada da böyle bir olayın yaşanmadığı ortaya çıktı.
Olayın iç yüzü daha sonra açığa çıktı. The New York Times’ın yaptığı haberde Neyyire’nin bir Kuveytli kız değil, ABD’nin Kuveyt Büyükelçisi’nin kızı olduğu belirtildi. Neyyire’ye o konuşmayı yaptıran Tom Lantos ve John Edward Porter adında iki kongre üyesi. Bu iki kongre üyesi böyle bir konuşma yaptırmak için Kuveytlilerden 50 bin dolar almışlar.
Yaptırılan yalan haberler ortaya çıkmış olsa da Amerika hedefine ulaşmıştı. Amerika için önemli olan buydu. Hedefe giden her yol mubahtır. Aradan 500 yıl geçmesine rağmen Machiavelli devletleri yönetecek günümüzün prenslerine bir devletin nasıl yönetileceğine dair öğütler vermeye devam ediyordu.
Burada Amerika’nın Irak’a bomba yağdırmasını eleştirirken Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal etmesini, Irak’ta yaşanan antidemokratik uygulamaları, I. Körfez Savaşı’ndan birkaç yıl önce yaşanan Halepçe katliamında kullanılan kimyasal silahlarla binlerce Kürt’ün katledilmesini onayladığım sonucu çıkartılmasın. Sorun Saddam Hüseyin’in yanlışlarını gerekçe yaparak emperyalist bir ülkenin Irak petrollerini kendi petrol tekellerinin kullanması için bir ülkeye bombalar yağdırmasıdır.
Amerika’nın 2003 yılında Irak’ı işgal etmeye başlamadan önce yalan aygıtı yine işlemeye başladı.
Amerika Başkanı Bush 2002 yılında yaptığı açıklamalarda sürekli olarak Irak’ta kimyasal silahların olduğunu söyleyerek, yakın zamanda nükleer güç haline geleceği ve önlem alınmadığında Amerika’nın müttefiklerinin balistik füzelerin hedefi olacağını anlatıp durdu, bu konuda gazete haberleri yaptırdı, televizyon programları hazırlattı. Hatta “Eğer uluslararası kuruluşlar Bağdat’a karşı üzerine düşeni yapmasa, Washington’ın müttefikleri ile beraber Irak’a müdahale edeceğini …” söyledi.
Dönemin Amerika Dışişleri Bakanı Colin Powell ise Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na sunduğu raporda “Saddam Hüseyin’in biyolojik silahlara sahip olduğundan hiç şüphe yok ve daha fazlasını üretebilecek kapasiteye sahip” dedi.
Dönemin İngiltere Başbakanı Tony Blair ise Amerika’ya destek çıkarak “Irak kimyasal ve biyolojik silahlara sahiptir. Saddam bunları üretmeye devam etti ve şimdide kullanmak niyetindedir” dedi.
Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra Irak kimyasal-nükleer silahların imha edilmesini kabul etmişti. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Irak’ın kimyasal silahları imha faaliyetlerini sürekli olarak kontrol etti. Birleşmiş Milletler Özel Komisyonu UNSCOM, yaptığı çalışmalar sonucunda Irak’ın bölge komşuları için artık bir tehdit oluşturmadığını, bütün kimyasal ve biyolojik silahların 1994 yılının sonuna kadar imha edildiğini açıklamıştı.
Irak’ta yapılan bütün gözlemler, araştırmalar Amerika’nın Irak’ta kimyasal silah var yalanına sarılmasını engellemedi. Bu konuda yapılan yalan haberler gazete sayfalarını süsleyerek ya da televizyon ekranlarından bütün dünyanın gözünün içine sokuldu.
Amerika’nın ürettiği yalanlar işe yaramıştı. Amerika Başkanı George Bush 18 Mart 2003 tarihinde kameraların karşısına geçerek Irak işgalinin başladığını duyurdu.
Bağdat’a ulaşan Amerika işgal güçleri bütün arama taramalarına rağmen Saddam Hüseyin’in kimyasal silah ürettiğini ortaya koyan bir delil ortaya koyamadılar.
Dönemin Amerika Dışişleri Bakanı Colin Powell savaştan bir yıl sonra Senato Hükümet İşleri Komitesi’nde yaptığı konuşmada Irak’ta kimyasal silahın olmadığını itiraf ederek “Saddam’ın kimyasal ve biyolojik silah stoklarının olduğu yönündeki yargının doğru olmadığı zaman içinde ortaya çıktı. Benim son bir yılda vardığım sonuç şu: BM’ye sunmam için bana verilen istihbarat kusurluydu, yanlıştı. Beni zorlayan, bu istihbaratın kaynağının yanlışlığıydı” dedi. İngiltere Başbakanı Tony Blair ise daha sonra yaptığı açıklamada Irak’ın kimyasal silaha sahip olmadığını savaştan önce bildiğini söyledi.
Afganistan’da, Libya’da, Suriye’de yaşananlar Irak’ta yaşananlardan farklı değildi. Afganistan’da El Kaide’yi, Suriye’de IŞİD’i kuranlar, eğitenler, donatanlar kendileri değillermiş gibi bu ülkeleri cihatçıların elinden kurtarma yalanlarına insanları ikna ettikten sonra yağmacı ordularını bu ülkelere soktular. Emperyalist saldırganlıklardan geriye yıkılan kentler, savaşlarda öleni yaralanan, sakat kalan, yakınlarını kaybeden, göç yollarına düşen milyonlar kaldı.
Bugün emperyalist devletlerin işgal senaryoları İran üzerine işliyor. Yazdıkları senaryoları hayata geçirmek için yine yalan mekanizmasına başvuruyorlar. Propaganda aygıtları yalan üzerine kurulu haberlerini televizyon ekranlarından, gazete sayfalarından evlerin içine sokuyorlar. İşbirlikçi ülkelerin televizyon kanalları aynı suçlara ortak olarak televizyon ekranlarına çıkarttıkları “uzmanların” ellerine bir çubuk tutuşturup, emperyalist merkezlerde üretilen yalanları yaymayı kendilerine bir görev kabul ederek aynı yalanlara ortak olmayı elden bırakmıyorlar.
Elbette ki İran’da gerici bir iktidar var. Bu iktidar 1979 yılından buyana her türlü zorbalığı, baskıyı, gericiliği, hukuksuzluğu hayata geçirmekte hiç tereddüt etmedi. Bugün İran’da yaşanan molla rejiminin ortaya çıkardığı baskıyı, hukuksuzluğu, gericiliği herkes görüyordur.
İran’daki baskıcı rejimin varlığı emperyalist saldırganlığı meşrulaştıramaz. Bu saldırganlığın İran halklarına özgürlük getirmek gibi bir amacının olmadığını Afganistan, Irak, Libya, Suriye’de yaşananlara bakarak görmek mümkün. Bir ülkeye demokrasiyi dışarıdan ihraç etmenin mümkün olmadığını, emperyalist devletlerin işgal ettikleri ülkelerde demokrasi getirmek için bir amacının olmadığını bugüne kadar yaşanmış deneyimlerden görmek çok zor olmamalı. Bir ülkeye demokrasi ancak o ülkenin halklarının talep, isteği ve mücadelesi sonucunda gelir. Meşru olan da bu mücadeledir.
[1] William L. Shirer, Nazi İmparatorluğu Cilt I, sayfa 389
[2] William L. Shirer, Nazi İmparatorluğu Cilt I, sayfa 389
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.