Sadece stresli de değil kızgın ve öfkeliydim. Çünkü ben masanın üzerine konulmuş derisi vücudundan ayrılmış kuzunun tarafındaydım. Çünkü ben insanın vahşiliğini her zaman büyük şölenlerle gizlediğini öğrenmiştim. Nasıl kuzunun tarafında olmazsınız?
Garip tipli bir adam garip hareketler yaparak masanın üzerine konmuş canlı bir gövdenin üzerine tuz serpiyordu. Yaptığı şey o kadar hayret vericiydi ki etrafındaki insanlar onun bu garip hareketlerini büyük bir hayranlıkla izliyorlardı. Cansız yatan gövdenin etrafını saran masalarda çift ya da gruplar halinde oturan onlara göre tarz kıyafetli ve şık aksesuarlılar, bana göre ise nesnelerin içine saklanmış insan canlıları önlerine konacak cinayet artığı etleri bekliyorlardı. Etrafta çok güzel bir koku vardı. Kaliteli parfüm ya da her ne diyorlarsa şişelerden vücuda sıkılan ve sonra vücuttan etrafa yayılan bu koku cinayet kokusunu bastırmak için sıkılmış olmalıydı. Her cenazenin arkasından yapılan çeşitli ritüeller olduğu gibi bu cenazenin arkasından da müzik çalıyordu. Ancak bu cenazede bir yas havası yoktu. İlginç biçimde insanlar neşeli görünüyorlardı. Hatta aralarında zaman zaman kahkaha atan, dans edenler ve hatta birbirine çiçek verenler vardı. Etrafta dolaşan kadın ve erkek garsonlar en az cenaze yemeğine gelenler kadar, hatta kimileri cenaze yemeğine katılanlardan daha şıktı.
Cansız gövdenin üzerine tuzu serpen adam ortalıktan kaybolduktan sonra servis araçlarıyla şık tencere, tava ya da adı her neyse taşınan ceset parçaları cenaze yemeğine katılanlara servis edilmeye başlanmıştı. İnsanlar önlerine konan ceset parçalarını o kadar rahat yiyorlardı ki kimilerinin gözleri parlıyor kimilerinin ağzı kulaklarına varıyordu. Ve bir televizyon kamerası etrafta olup biten tüm bunları hatta daha fazlasını canlı yayınla bu cenaze yemeğinde olmayanlara servis ediyordu. Ve sınıfsal pozisyonları gereği hiçbir zaman böyle bir yerde cenaze yemeğine katılamayacaklara servis ediyordu. Ama yine de onların da başka yerlerde başka biçimlerde cenaze yemeklerine katılıp mutlu ve mesut olarak ayrılmaları isteniyor olmalıydı.
Ancak benim stresli bir suratım vardı. Sadece stresli de değil kızgın ve öfkeliydim. Çünkü ben masanın üzerine konulmuş derisi vücudundan ayrılmış kuzunun tarafındaydım. Çünkü ben insanın vahşiliğini her zaman büyük şölenlerle gizlediğini öğrenmiştim. Nasıl kuzunun tarafında olmazsınız? Annesinin kırmızı memesinden akan ak sütten koparılıp yaşam hakkı alınmış bir canlının pişirilip yenmesinin neyine sevinebilirsiniz? Annesinden koparıldığı zaman başına kötü şeylerin geleceğini sezecek kadar duygusu olan ama ne yapmasını bilecek kadar zeka seviyesine ulaşamayan bir (canlının) kuzunun cesedi başında insan neşeli olabilir mi? Bunu etraftakilerle konuşmaya başladığınız zaman ilk söyledikleri şey “Aslan da ceylan yiyor” oluyor. Ama onun ekolojik bir döngü olduğunu, insanın ihtiyacı olmadığı halde kuzu yemesini ya da diğer canlıların etini ve onların etini yemesinin bir cinayet olduğunu kabullenmiyorlar. Kabullenmek istemiyorlar. Masalarında duran her türlü sebze ve içeceklere ve diğer gıdalardan ürünlere bakarak “Biz ne yiyeceğiz?” diyebiliyorlar. Hadi biz yedik, ya fakirler. O fakirler et yemesin mi? Fakirliğin et yemekle alakası olmadığını anlatmak ne mümkün! Ya endüstriyel pazar ne olurmuş. Zaten en büyük katliam da endüstriyel talanla yapılmıyor mu? Ya dini bayramlar, adaklar… İnanç biçiminiz ne olursa olsun size yaşatmayı sorgulatmıyor mu? Ya çocukların beslenmesi… Peki çocuklarınız et yiyemedikleri için mi eziliyorlar yoksa bunun sınıfsal kökenleri mi var?
Aslında mesele çok basit. 21. yüzyılda beslenme alışkanlıklarını değiştirecek onca gıda ve takviye ilaç ve vitaminler var. Kapitalizme alternatif başka bir sistemde, yeme alışkanlıklarını değiştirecek yol ve yöntemler çoğaltılabilir. Ancak bizim o sisteme geçebilmemiz için bu vicdanını yitirmiş uçanı, yüzeni, yürüyeni, hatta sokakta kendince yaşama mücadelesi vereni öldüren, yiyen, sömüren düzeni her anlamda reddedebilmeliyiz. Sendikalar, siyasi partiler vb. hak mücadelelerini türlerin mücadelesi olarak ele almayı öğrenmek zorunda. Ekolojinin hayvanların yaşam hakkı da dahil olmak üzere bir bütün olduğunu anlayabilmeli.
Kuzunun cinayete kurban gittiğini şikayet edeceğim bir yer yok. Onun için şikayet dilekçesini tek bir yere yazmalıyım. Önce kendi vicdanıma sonra hala direnen ve umudu var edecek olan insanlığın vicdanına. Türcülüğü reddedenlerin vicdanına. Türcülük; Oxford sözlüğünde şöyle tarif ediliyormuş: İnsan türünün “üstünlüğü varsayımına” dayanarak belli hayvan türlerinin sömürülmesi ya da ayrımcılığa uğraması. Sevgili Oxford fazlasıyla nahif tarif etmiş. Bana göre sömürülmesi ve ayrımcılığa uğratılmasından sonra insan dışı tüm canlı türlerinin farklı topluluklarda farklı canlıları çeşitli zulüm ve işkencelere maruz bıraktıktan sonra cesetlerinin yenmesi derdim.
İlk iş ne mi olmalı? Cinayet sofralarından kalkmalıyız!
Son söz yerine aslanın ceylanı yemesi ekolojik ve zorunluluktur, insanın kuzuyu yemesi cinayettir! İnsanın başka türden bir canlıyı yemesi cinayettir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.