CHP, halkı sınıf mücadelesinin dışına koymakta, işçiyi ise onun karşısına yerleştirmektedir. Sanki işçi halktan, halksa işçiden farklı bir şeymiş gibi! Bu, siyasi olarak orta sınıf popülizminin, sınıfsal olarak da belediye patronluğunun ürünüdür. CHP, grevde tarafsız değil; sınıfın karşısında, sermayenin yanındadır
İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlı İZENERJİ, İZELMAN ve Egeşehir şirketlerinde çalışan yaklaşık 23 bin işçinin haklı ve onurlu grevi birinci haftasına girmeye doğru devam ederken, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in 2 Haziran 2025 tarihinde yaptığı açıklamalar, bizlere partinin işçi sınıfıyla kurduğu ilişkinin en net fotoğraflarından birini sundu. Özel, işçilerin taleplerini doğrudan hedef almasa da, “makuliyetinizi kaybettikçe desteğinizi kaybedersiniz” diyerek, grevci işçileri toplum desteğinden dışlayan, taleplerini “aşırılık” olarak çerçeveleyen bir söylem geliştirdi. Üstelik bununla da yetinmeyerek, çöpleri toplayan yurttaşları örnek gösterip, “İzmir halkı da mı grev kırıcı?” diyerek fiilen grev kırıcılığını meşrulaştırdı. Bu açıklama sadece Özel’in değil, CHP’nin sınıfsal reflekslerinin nasıl çalıştığını da gözler önüne sermektedir.
İşin aslı aslında oldukça basit. Grevin temel talebi “eşit işe eşit ücret” ilkesidir. Aynı işi yapan belediye işçileri arasında günlük ücret farkı yüzde 50’yi aşmış durumda. Belediye yönetimi işçilere yıllık yüzde 29,16 zam teklif ederken, başka bir belediye şirketi olan İZDOĞA’da işçilere günlük brüt 1740 TL ödeniyor. Grevci işçilere önerilen ise 1450 TL. Üstelik bu ücretin içine sosyal haklar da eklenmiş halde sunularak tablo çarpıtılıyor.
Bu fark, tesadüf eseri oluşmamıştır, belediye eliyle yaratılmış bir ücret adaletsizliğidir. Grev de tam olarak bu adaletsizliğe karşı yapılmaktadır. CHP’li belediye ise kendi yarattığı ücret uçurumunu kapatmak yerine, sokağa işçilerin karşısına “halk”ı çıkarmaya çalışmaktadır.
Özgür Özel’in “Makuliyetinizi kaybettikçe desteğinizi kaybedersiniz” çıkışı, bir dil sürçmesi olarak okunamaz. Bu söylem, CHP’nin tarihsel sınıf pozisyonunun günümüzdeki yeniden üretimidir. “Makuliyet” burada ideolojik bir sınırdır; işçilerin hak talebi, ancak sermaye sınıfının tahammül edebileceği kadarsa meşrudur. Yoksa “toplum” ya da “halk” denilen soyut kütlenin huzuru bozulmuş olur.
Peki kimdir bu toplum? Çalışan mı? Asgari ücretli mi? Emekli mi? Öğrenciler mi? Hayır. CHP’nin kastettiği “toplum”, görece ayrıcalıklı orta sınıfla (ya da ondan geriye ne kalmışsa) bütünleştirilmiş bir “halk” imgesidir. Özgür Özel’in dilinde “İzmir halkı”nın çöp toplaması, işçilerin mücadelesini değil, orta sınıf konforunun bozulmasını ifade etmektedir.
İdeolojik perdelerin işte tam olarak burada yırtıldığına şahit oluyoruz. Çünkü grev kırıcılık dediğimiz şey, yalnızca fiziki bir müdahale değil, sınıf mücadelesini meşruiyet zemininin dışına itme girişimidir. Özel’in sözleri, işçiyi “makul” olmamakla suçlayarak, grevin meşruiyetine ideolojik bir saldırıya dönüşmektedir. Belediye başkanı Cemil Tugay’ın halkı çöpleri toplamaya çağırması ise bu söylemin pratikteki karşılığıdır: Örgütlü işgücü yerine gönüllü grev kırıcılık çağrısı. Bu, açıkça sınıf düşmanlığı yapmaktır.
CHP burada yalnızca kapitalist belediye patronu gibi değil, ideolojik bir aygıt gibi davranmaktadır. Sınıf çelişkisini “sorun çıkaran işçi”ye, toplumun huzurunu bozan “aşırılığa” dönüştürmektedir. Bu, liberal-burjuva ideolojinin tipik hegemonik formudur: Haklı olanı meşru olmaktan çıkarmak.
CHP, Özel liderliğinde kendini “sosyal demokrat” olarak tanımlamaya ağırlık vermiştir. Ancak CHP’nin sosyal demokrasisi, Avrupa’daki düzen taraftarı, reformist, sözde işçi partilerinin bile gerisindedir; onunki daha çok bir tür toplumsal barışçılıktır: Sınıf çelişkilerinin görünmez kılındığı, düzen içi hak taleplerinin “makul” kaldığı sürece tolere edildiği bir düzen partisi konumu.
İzmir grevinde şu ana kadar yaşananlar bu barışçılığın nasıl işlediğini ortaya koymaktadır. İşçilerin ücret talebi, doğrudan CHP’nin kafasında kurguladığı “toplumsal huzur, barış, istikrar” algısını tehdit eder hale geldiği anda, grev doğrudan hedef alınmasa da meşruluğu sorgulanır hale getirilmiştir. Yani CHP, greve karşı doğrudan bir tutum almasa da, grevi halkın gözünde “orantısızlık” ve “sorun” olarak yeniden kodlamaktadır.
CHP’nin bu tutumu yeni değildir. Hatırlayalım, 15-16 Haziran 1970 işçi direnişi sırasında dönemin CHP’si “sakin olma” çağrılarıyla hareketi yalıtmaya çalışmış; 1990’larda sendikaların özelleştirmelere karşı direnişinde de CHP, “diyalog” ve “makul çözüm” adı altında pasifizmi pompalamıştı. Aynı refleks bugün de devrededir: CHP grevin taleplerini değil, “etkisini” konuşarak halkı işçinin karşısına çağırmaktadır. Cemil Tugay’ın grev kırıcılığını engellemek isteyen işçilerle karşı karşıya geldiğinde başvurduğu agresif ve grevin amacını bambaşka yöne çekmeye çalışan argümanlarını (“Belediyeyi batırtmayacağım size!”; “İzmir’in hakkını yiyemeyeceksiniz!”) meşrulaştırmakta, işçilerin haklarını aramasına tahammülü olmayan kesimlerin işçilere karşı hakaretlere kadar varan söylemlerine dolaylı olarak zemin hazırlamaktadır.
Haliyle CHP’nin sosyal demokrasisi, sınıf çelişkilerini bastırma sanatıdır. Ne sosyaldir ne demokrattır ne de halkçıdır. “Halk” dedikleri şey; işçiyle, emekçiyle değil, grevden rahatsız olan seçmenle özdeşleştirilmiştir.
Özgür Özel’in “İzmir halkı da mı grev kırıcı?” sorusu, aslında başka bir şeyi de itiraf etmektedir: CHP, halkı sınıf mücadelesinin dışına koymakta, işçiyi ise onun karşısına yerleştirmektedir. Sanki işçi halktan, halksa işçiden farklı bir şeymiş gibi! Bu, siyasi olarak orta sınıf popülizminin, sınıfsal olarak da belediye patronluğunun ürünüdür. CHP, grevde tarafsız değil; sınıfın karşısında, sermayenin yanındadır.
Özgür Özel’in “Sendikal mücadele de bizim yaptığımız siyaset de makule göre yapılır, ortalamaya göre yapılır” sözleri ise, Özel’in ve CHP’nin sınıf karakterini, sadece grev kırıcılığın sınırlarında değil, toplumsal dönüşüm tahayyülünün bizzat kendisinde nasıl düzen içi ve karşıdevrimci olduğunu tüm açıklığıyla gözler önüne sermektedir. Burada “makul”den kasıt, şüphesiz “düzen”dir. Özel’in burada önerdiği şey, statükonun huzuru adına sınıf çelişkilerini dondurma siyasetidir. Marksist-Leninist siyasetin esası, üretim ilişkilerinin ve sınıf çelişkilerinin dönüştürülmesidir. Özel’in “makule göre mücadele” sözüyse, mücadeleyi sınıf düşmanının tahammül sınırına sıkıştırmaktadır. Bu tam da Bernştayncı (Eduard Bernstein) reformizmin dilidir: “Aşırılığa gerek yok”, “orta sınıfın ortalaması ne diyorsa ona göre siyaset yapalım.”
Halbuki İzmir’de olanlar ne “aşırıdır” ne de “abartı”. Orada greve çıkmış işçiler, emeklerini değersizleştiren düzene karşı en meşru haklarını kullanmaktadırlar. Aynı işi yapanın arasında uçurum gibi fark varken, belediye eliyle yaratılmış bu adaletsizliğe karşı “eşit işe eşit ücret” demek en temel sınıf talebidir.
Bugün mesele, sadece maaş zammı meselesi değil, örgütlü emeğin toplumsal meşruiyetini koruma meselesidir. Grevin karşısına, işçi ve emekçilerin haklarının önüne “toplumun huzuru”nu koymak, sermayenin ve onun savunucularının (Fransa’dan İngiltere’sine, AKP’den CHP’sine) sıkıştıkları anda sarıldıkları tarihsel bir taktiktir. Grev kırıcılığı yalnızca çöp toplamakla yapılmaz; grev hakkını sorgulayan her söylem, işçinin karşısına kurulan bir barikattır.
Grev kırıcılığına karşı saf tutmak, sadece bir eylemi desteklemek değil; sınıf mücadelesine taraf olmaktır. Sınıf savaşımında tarafsızlık yoktur: Ya işçinin yanındasındır ya da düzenin. Ya işçilerle beraber grev hattında omuz omuza saf tutarsın ya da mikrofonlar karşısında “makuliyet”ten bahsedersin. Ortası yoktur.
Bugün İzmir’de onurlu bir sınıf mücadelesi var. Ve bu mücadele, tüm sosyalistlerin, tüm işçilerin, tüm ezilenlerin mücadelesidir. Makul olmayı değil, haklı olmayı seçen tüm işçileri selamlıyoruz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.