İran’ın nükleer silaha sahip olduğu için değil, nükleer silaha sahip olmadığı için egemenliğinin ihlal edilmesini yakından izleyen ülkeler için bu mantıklı bir korumadır. Nükleer silahların yayılmasına yönelik en büyük teşvik, İran’a yönelik bu saldırılar olacaktır
Amerika Birleşik Devletleri (ABD), 22 Haziran Pazar günü İran’da üç farklı noktaya büyük çaplı askeri saldırılar düzenledi. Bu saldırılarda nükleer enerji tesislerinin bulunduğu Fordo, İsfahan ve Natanz bölgeleri hedef alındı.
Şunu açıkça belirtmek gerekir ki, İran’ın nükleer enerji tesisleri yasal ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEA) tarafından düzenli olarak denetlenip onaylanmaktadır. İran, Birleşmiş Milletler’e (BM) bağlı ajansın kurulmasından kısa bir süre sonra, 1958 yılında UAEA’na üye oldu. O tarihten bu yana kurumun üyesi olan İran, nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanımına ilişkin belirlenen genel kurallara da büyük ölçüde uydu. Küresel Kuzey’in İran’a yaptırım uygulaması için UAEA üzerinde kurduğu yoğun baskılara rağmen ajansın raporları, İran’ın nükleer silah sahibi olmadığı ve kuralları ihlal etmediğini açık bir şekilde ortaya koyuyor. Ayrıca İran, ABD’yi tehdit etmediği gibi ABD’ye ya da onun herhangi bir varlığına da saldırmadı. Aynı zamanda, BM Antlaşması’nın VII. bölümü uyarınca, ABD’nin İran’a saldırmasına izin veren bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı da bulunmuyor. Dolayısıyla ABD ve İsrail’in İran’a karşı yürüttükleri saldırgan savaş, uluslararası hukukun ihlali anlamına geliyor.
Saldırıların ardından İran yaptığı açıklamada, tesislerin bulunduğu bölgede nükleer kirliliğin meydana gelmediğini açıkladı. Bu da ABD’nin sıkı güvenlik önlemleriyle korunan merkezlere giremediği anlamına geliyor. Şu ana kadar Donald Trump yönetiminin hava saldırılarının çapını genişletmeye ve Bush yönetiminin Irak’ta yaptığı gibi saldırgan savaşı İran’ın şehirlerine taşımaya pek istekli olmadığı görülüyor. Ancak bu savaşın genişlemeyeceği ve nükleer enerji santrallerine yönelik saldırıların ötesine geçmeyeceğinin herhangi bir garantisi yok. Eğer İran, yapılması beklenen görüşmelerde teslim olmazsa ABD ve İsrail’in Tahran’ı bombalaması, İran’ın liderliğini ortadan kaldırmaya ve hükümeti devirmeye çalışması ihtimaller dahilinde olabilir.
Hem ABD hem de İsrail, İran’ı yanlış yorumladı. Dünya Değerler Anketi’nin sonuçları, İranlıların milli onurla ilgili sorulara net ve yüksek oranlarda yanıt verdiğini ortaya koyuyor: İranlıların yüzde 83’ü ülkeleriyle gurur duyduğunu, yüzde 72’si de ülkeleri için savaşmaya hazır olduklarını belirtti (ABD’de ise bu oran sadece yüzde 59). İran’da 11 Şubat Devrimi’ni kutlamak için her yıl düzenlenen mitinglere çok sayıda insan katılıyor ve coşkuyla yürüyorlar. İran’a yönelik gerçekleştirilen bu saldırıların halkın kararlılığını zayıflatmadığı aksine artırdığı görülüyor. Saldırılara rağmen İranlılar, saldırılara duydukları öfkeyi ve ülkenin egemenliğine saldıran herkese karşı mücadele etme kararlılıklarını göstermek için sokaklara akın ediyor.
ABD ve İsrail için İslam Cumhuriyeti’ni yıkmak ve İran Şahı’nın Los Angeles’ta yaşayan halefi Reza Pehlevi gibi destekledikleri kişileri iktidara taşımak kolay olmayacaktır. İran’daki yüksek yurtseverlik oranı ve halkın kararlılığı, ABD’nin İran’ı işgal etmeye yönelik girişimlerini engelleyecektir (İran’ın nüfusu 90, Irak’ın nüfusu ise 45 milyon. ABD Irak’a boyun eğdiremediğine göre, nüfusu iki kat daha fazla ve ortanca yaşı 33 olan genç nüfuslu ülkeyi zaptetmesi pek mümkün gözükmüyor). İran’a yönelik korkakça bombalama saldırısı zaten yapıldı. Fakat İran’a yönelik askeri bir işgal hareketi, sokak sokak güçlü bir direnişle karşılaşmak istemeyen ülkeler için söz konusu bile değil.
ABD ve NATO’nun Libya’yı yok etmesi (2011) ve şimdi de ABD ve İsrail’in İran’a yönelik saldırısı, Kuzey Kore gibi ülkelere nükleer bir kalkanın olması gerektiğini gösteriyor. Şüphesiz, Kuzey Kore’nin askeri yapısını nükleer silahlardan arındırmayı reddetmesi, Küresel Güney’deki ülkeler için egemenliklerini korumak istiyorlarsa konvansiyonel bir ordu kurmanın yetersiz olduğunu açıkça göstermektedir. Muhtemelen İran, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’ndan (1968) çekilecek, UAEA’yla işbirliğini sonlandıracak ve nükleer silah geliştirecektir.
Muhtemelen Mısır, Suudi Arabistan ve Türkiye de bunu takip ederek Ortadoğu’yu tamamen istikrarsızlaştıracak, Myanmar ise füze ve nükleer silah için Kuzey Kore’yle işbirliğini artıracaktır. İran’ın nükleer silaha sahip olduğu için değil, nükleer silaha sahip olmadığı için egemenliğinin ihlal edilmesini yakından izleyen ülkeler için bu mantıklı bir korumadır.
Nükleer silahların yayılmasına yönelik en büyük teşvik, İran’a yönelik bu saldırılar olacaktır.
İsrail, ardından da ABD’nin gerçekleştirdiği bu hiper-emperyalist saldırıların doğuracağı sonuçlardan endişe duyanlar, giderek daha kalabalık gruplar halinde sokaklara çıkıyor. Dünyanın dört bir yanındaki gruplar, bu saldırıları kınayan ve dünya halklarının savaş ve geri kalmışlık değil, barış ve kalkınma istediğini vurgulayan açıklamalar yaptı. Küresel Güney halkları arasında İsrail ve ABD’nin bu saldırısının İran’ın tutumları nedeniyle değil, Küresel Kuzey’in Batı Asya’yı egemenliği altına alma yönündeki savaş amaçlarıyla ilgili olduğu konusunda hiçbir kafa karışıklığı yok.
Orijinal spot: Vijay Prashad, ABD’nin İran’daki nükleer tesislere yönelik saldırısının neden yasa dışı olduğunu ve bu saldırının nükleer silahlanmayı nasıl teşvik edebileceğini anlatıyor
[Peoples Dispatch’te yer alan İngilizce orijinalinden Özde Çelikbilek tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.