Eğitim yöneticileri bir partinin değil, halkın çok sesli ve eşitlikçi taleplerinin temsilcisi olmak zorundadır. Bu nedenle, kamusal eğitim alanında yanlış uygulamaları yalnızca teşhir etmek yeterli değildir; aynı zamanda halkın eğitim hakkını laik, bilimsel, eşitlikçi ve kamusal bir anlayış çerçevesinde savunmak ve bu değerler etrafında örgütlü bir mücadele yürütmek zorunludur
Geçtiğimiz günlerde Antalya İl Millî Eğitim Müdürü’nün göreve başlama mesajı kamuoyuyla paylaşıldı. Bu açıklama, sıradan bir yöneticinin göreve başlamasını duyurduğu kısa bir metinden çok daha fazlasını içeriyor. “Maarif mefkûresi”, “kadim medeniyet”, “hikmet”, “irfan” gibi kavramlarla bezeli metin, dikkatle incelendiğinde, devletin tarafsızlığını ve kamusal hizmetlerin kapsayıcılığını tartışmaya açacak bir ideolojik çerçeve sunuyor.
Bu noktada, eğitim gibi doğrudan halkın ortak geleceğini ilgilendiren bir kamusal hizmette, yöneticilerin kişisel dünya görüşü ya da iktidarın ideolojik tercihleriyle değil, Anayasa ve yasal ilkelerle hareket etmesi beklenir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2. maddesi, devleti “laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti” olarak tanımlar. Aynı zamanda 24. madde, eğitim ve öğretimin devletin gözetim ve denetimi altında ve laiklik ilkesi doğrultusunda yürütülmesini zorunlu kılar.
1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu da bu anayasal çerçevenin altını çizerek, eğitimde laiklik, bilimsellik, genellik ve eşitlik gibi temel ilkeleri vazgeçilmez olarak tanımlar. Laiklik ilkesi, eğitimde dini telkin yerine bireyin özgürce kendi düşünce ve inanç dünyasını oluşturabilmesini sağlar. Bilimsellik ilkesi ise her türlü dogmatik yaklaşıma karşı bilimsel yöntemi esas alır ve eleştirel düşünceyi temel alır.
Ancak söz konusu mesajda kullanılan dini temenniler (örneğin “Rabb’im nasip etsin”) ve “kadim medeniyet” vurguları, laik ve bilimsel eğitimin gerektirdiği tarafsızlıktan uzak bir dilin tercih edildiğini göstermektedir. Bu tür bir söylem, toplumun farklı inanç ve düşünce yapılarından gelen bireylerini dışlayıcı bir tutum doğurabilir. Özellikle bir eğitim yöneticisinin, tüm halka eşit uzaklıkta durması gerekirken, belirli bir inanç ve kültür çerçevesini önceleyen ifadelerle kamuoyuna seslenmesi, kamusal eğitimin çoğulcu niteliğine gölge düşürür.
Ayrıca dikkat çekilmesi gereken bir diğer nokta da, bu mesaj ideolojik bir hattın ilanı niteliğindedir. Eğitim gibi çok boyutlu ve kamusal niteliği yüksek bir alanda bu denli dar ve taraflı bir yaklaşım, eğitim yöneticisinin görevinin kamusal değil, siyasal bir niteliğe bürünmesine yol açmaktadır.
Gerçekte ise eğitim, toplumun ortak değeri ve tüm çocukların eşit haklarla erişebileceği bir özgürleşme alanı olmak zorundadır. Bugün Türkiye’de eğitim sisteminin öncelikli sorunları; fırsat eşitsizliği, öğretmenlerin güvencesizliği, bölgesel farklılıklar, yoksullukla derinleşen öğrenme kayıpları ve müfredatın ideolojik biçimlendirilmesidir. Bu gerçeklik ortadayken, göreve yeni başlayan bir eğitim yöneticisinin halkın acil eğitim sorunları yerine, soyut ve ideolojik göndermelerle yüklü bir dille kamuoyuna seslenmesi, hem yönetsel sorumluluk açısından hem de toplumsal karşılık açısından ciddi bir boşluk yaratmaktadır.
Unutulmamalıdır ki eğitim yöneticileri, bir iktidarın değil, tüm toplumun ortak geleceğini gözetmekle yükümlüdür. Görevleri yalnızca kurumsal işleyişi sağlamak değil, aynı zamanda kamu hizmetini halk yararına olacak biçimde tarafsız, eşitlikçi ve bilimsel temelde yürütmektir. Bu sorumluluk, kişisel inançları değil, anayasal düzeni öncelemeyi; dar ideolojik kavramları değil, halkın çeşitliliğini ve çoğulculuğunu esas almayı gerektirir.
Eğitimin dili; dışlayan değil, birleştiren; telkin eden değil, düşündüren; kapatan değil, özgürleştiren bir dil olmalıdır. Kamusal beyanlar, yalnızca kişisel duruşu değil, kurumsal yönelimi de yansıtır. Bu nedenle kamu görevi üstlenenlerin kullandığı her söz, yalnızca retorik değil, aynı zamanda kamunun hak ve özgürlüklerini etkileyen bir tercih anlamı taşır.
Kamusal eğitim, iktidarların ideolojik aygıtı değil; halkın ortak yararına hizmet eden, eşitlikçi ve özgürleştirici bir alan olmalıdır. Eğitim yöneticileri, siyasi iktidarın değil, halkın çıkarlarını ve çok sesli yapısını gözeterek hareket etmelidir. Hele ki çocuklarımızın geleceği söz konusu olduğunda, tek tipçi anlayışlara, dini referanslara ve soyut ideolojik kavramlara yönelik tutumlar; pedagoji ve bilime aykırı bir pratiğe de işaret eder.
Sonuç olarak; kamusal eğitim dilinin, bilimsel, çoğulcu ve laik bir çizgide olması sadece pedagojik bir gereklilik değil; Anayasal bir zorunluluk ve toplumsal bir sorumluluktur. Eğitim alanında görev yapan her kamu yöneticisi, bunu hatırlamak ve hatırlatmakla yükümlüdür.
Bu nedenle, kamusal eğitim alanında yanlış uygulamaları yalnızca teşhir etmek yeterli değildir; aynı zamanda halkın eğitim hakkını laik, bilimsel, eşitlikçi ve kamusal bir anlayış çerçevesinde savunmak ve bu değerler etrafında örgütlü bir mücadele yürütmek zorunludur. Son yirmi yılda eğitim politikaları; dini referansların kurumsal yapıya taşındığı, bilimselliğin yerini dogmaya bıraktığı, eşitlik ve laiklik ilkelerinin sistematik biçimde aşındırıldığı bir dönüşüm sürecine sahne olmuştur. Eğitim emekçileri, öğrenciler ve veliler; sınav sistemindeki keyfî değişikliklerden müfredatın ideolojik biçimlendirilmesine, okul türleri arasındaki dengesizliklerden kamusal eğitimin niteliksizleştirilmesine kadar birçok alanda doğrudan etkilenmiştir. Ancak bu dönüşüm karşısında sessizlik değil, parçalı da olsa örgütlü bir direniş gelişmiş; laiklik, bilimsellik ve eşitlik ilkeleri temelinde şekillenen bir mücadele hattı örülmüştür. Bugün yapılması gereken, geçmişin mücadele birikimini bugünün direnciyle buluşturarak, çoğulcu ve özgürlükçü bir kamusal eğitim için dayanışmayı büyütmek, toplumsal bir direniş hattını kararlı ve sürekli biçimde inşa etmektir. Halkın geleceğini inşa eden eğitim sistemi; toplumu ayrıştıran değil, birleştiren, susturan değil, konuşturan, itaat ettiren değil, özgürleştiren bir yapıda olmalıdır.
* Çiğdem Altıntaş, Eğitim Sen Antalya Şubesi Yürütme Kurulu Üyesi
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.