Seçilmiş yargı, düşman ceza hukuku prosedürünü eksiksiz uyguluyor, algı yönetimi için bütün araç, alet ve edevat işe koşulmuş vaziyette, Yozgatlı köylü hatip tarafından turp metaforunun posası çıkartılmış olsa da hemen her gün Erdoğan “CHP, suç örgütü boyunduruğundan kurtulmalı” minvalinde demeçler vermeyi sürdürüyor
CHP hedef tahtasında. Başta Ekrem İmamoğlu olmak üzere CHP kurmayları karşılaştıkları muamelenin adını koydular: Düşman Ceza Hukuku. Aynı süreci betimlemek için yaygın kullanılan “yargının siyasallaşması” ve “yargı tacizi” gibi kavramların adalet terazisindeki darası “düşman ceza hukuku” saptamasının yanında hafif kalır. Zira aradaki fark, ülke yurttaşı olmakla, düşmanı olmak arasındaki farkla ilgilidir. O nedenle üzerinde ne kadar durulsa yeridir.
İyi bilindiği gibi Alman hukukçu Günter Jakobs düşman hukuku kavramını “medeni” ya da “yurttaş ceza hukukuna” karşı geliştirmiştir. Bu nedenle düşman ceza hukukunun failleri, yaşadığı ülkenin hukuk sistemini ve yasal normlarını reddeden ve süreklilik arz eder şekilde tehlike kaynağı olan kişiler olacaktır. Düşman ceza hukukunun fail tipolojisi böyle ise CHP “bize düşman hukuku uygulanıyor” derken, meseleyi abartıyor olabilir mi?
Jakobs’un düşman ceza hukukunun üç temel özelliği olarak sıraladığı hususlar CHP’li kurmayların ne denli isabetli bir teşhis yaptıklarının kanıtıdır: Düşman ceza hukukunda ceza, suç fiili gerçekleşmeden önce gelir; orantısız yaptırımlar içerir ve usul hakları bastırılır. Önü ve arkasıyla 19 Mart süreci düşünüldüğünde, “düşman ceza hukuku” göstergelerinin fazlası vardır, azı yoktur. Örneğin önleyici gözaltına alma tedbiri “düşman ceza hukukunun” tipik bir uygulamasıdır. Burada failin işlediği suçlara değil, gelecekte neden olabileceği zararlara bakılır. Jakobs’a göre, yasaya saygılı bir kişi, yargılanmaktan kaçmaya veya delilleri yok etmeye çalışmayacağı için düşman ceza hukukunun faili olamaz; düşman hukuku, hukuki işlemlere tehdit oluşturan ve düşman gibi davranan kişilere yöneliktir.
İstanbul Başsavcılığı ve ilgili mahkemeler tarafından bu süreçte alınan kararların ve yapılan açıklamaların dili, Düşman Ceza Hukuku uygulama prosedürünün rutin dilidir. Bu rutin dil, medyanın neredeyse tamamı tarafından kesintisiz bir şekilde topluma aktarılıyor olsa da Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarının kişisel ve kurumsal konumları karşısında oksimoron etkisi yaratmaktadır. “Korkunç güzel” örneğinde olduğu gibi, düşman hukukunun fail ve fiili tanımlarken kullandığı o korkutucu dil, güzeli ve iyiyi güçlendirmektedir.
Seçilmiş yargı, düşman ceza hukuku prosedürünü eksiksiz uyguluyor, algı yönetimi için bütün araç, alet ve edevat işe koşulmuş vaziyette, Yozgatlı köylü hatip tarafından turp metaforunun posası çıkartılmış olsa da hemen her gün Erdoğan “CHP, suç örgütü boyunduruğundan kurtulmalı” minvalinde demeçler vermeyi sürdürüyor. Ama olmuyor, toplum, ekseriyeti itibarıyla ikna edilemiyor. Neden?
Çünkü, basit, CHP, bu ülkenin hukuk sistemini ve yasal işleyişini süreğen şekilde tehdit eden bir düşman kuvveti değil. Aksine Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve siyasi yelpazenin ana-akım eğilimlerini kendi paltosundan çıkartan bir partiden söz ediyoruz. Düşman ceza hukukuna maruz bırakıldıkları an itibari ile %30 bandında oy oranıyla ülkenin hem birinci partisi hem de yönettikleri belediyelerin sayı ve büyüklükleri itibarıyla ülkenin yerel iktidarı.
Tarihsel kökleri, mevcut varlığı ve gelecek planlaması ile Türkiye’nin ana akımı demek olan bir siyasi partinin kurmay kadrosunu, düşman ceza hukukunun faili kılmak nasıl bir akıldır? Saray Rejimi, yargı eliyle nasıl bir yükün altına girdiğinin farkında mıdır? Düşman ceza hukuku normunu geliştiren Günter Jakobs’un ihtimal dahilinde görmediği bir gelişme ülkemizde yaşanabilir. Zira Jakobs dahil aklı başında değerlendirmeler yapan bütün hukukçular, konuyu sadece düşman hukukuna maruz kalan fail ve fiili açısından ele alıyorlar. Oysa konunun bir de bu süreci yürüten iktidar erki üzerindeki etkileri boyutu var ki o da rasyonel düşüncenin bir olasılık olarak dahi sormayacağı şu soru ile ilgili: Düşman ceza hukukunun hedefi o ülkenin düşmanı değil de halkı ise ne olur?
Özellikle siyasi davalarda yargı süreci, tek yönlü mekanik belirlenimli bir süreç olarak işlemez; örneğin mahkeme bir karar verdiğinde, hem yargılanan açısından bir sonuç doğmuş olur, hem de siyasi tarih indinde mahkeme kendisini belli bir konuma yerleştirmiş olur. Tekrar sorumuza dönecek olursak, örneğimizde olduğu gibi düşman ceza hukuku uygulanan fail, ülkenin düşmanı değil de ülkenin halkı ise, ana-akım çoğunluğun siyasal örgütlenmesi ise, bu durumda yargılayan irade kendisini nerede konumlandırmış olur? CHP tereddütsüz bir şekilde o konumu “milli iradeye karşı yapılmış bir darbe”, uygulayıcıları da “cunta” şeklinde niteledi ki Saray Rejimi bu hamlesinde ısrar ederse, söz konusu nitelemeyi arayacak bir konuma da yerleştirilebilir.
CHP’ye uygulanan düşman ceza hukuku, mevcut biçimiyle devam ettirilebilir mi? “Erdoğan yaralı bırakmaz”, “başladığı işi yarım bırakmaz” gibi kişilik tahlilleri ile siyasal süreç analizi yapanlar bu soruya “tabi ki devam edecek” yanıtını verebilir. Sosyoloji 101 konusudur, “belli bir niyetle yapılan eylemlerin niyetlenilmemiş etkileri/sonuçları olur”. Erdoğan kendisini yenen ve yenecek olan rakibini saf dışı bırakmak niyeti ile bir işe başlamış olabilir, ama yarım bırakmayacak ise bitirmesi gereken iş, Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu ve temel prensipleri hukuk düzleminde mevcudiyetini henüz koruyan Türkiye Cumhuriyetinin bizzat varlığıdır. Kalkışılan işin bitirilmesi ancak yeni bir devletin kurulmasıyla mümkün olacaktır. Necip Fazıl öğretileri ve Kadir Mısırlıoğlu telkinleri ile yetişmiş Siyasal İslamcı ultra-zengin yönetici elit, kendi paralel evrenlerinde bu işi çoktan bitirmiş olabilir, ama bir de gerçek güçler zemini var. Üstelik CHP yönetimi, İmamoğlu ve arkadaşlarını Saray’a teslim etmiyor; tam aksine bu ülkenin hem kurucu hem de ana akım partisi olarak Cumhurbaşkanı adaylarını hem parti örgütü ve üyeleri ile hem de cumhurun bizatihi kendisi ile bütünleştiren bir mücadele çizgisi izliyor. Bu siyasal çizgi karşısında düşman ceza hukuku rutininde ısrar, AKP’nin oldukça yıpranmış olan meşruiyet zeminini iyice daraltacaktır. Saray yönetimine tarih laboratuvarında test edilmiş bir gerçeği hatırlatmak gerekir ki iktidarda kalmak için seçilen yol, iktidardan gidiş yolunu da koşullandırır.
Kaynak: BirGün
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.