Yeni bir anayasa gerekiyor. Ancak aklıma hemen, o fıkradaki, yağcılık yapmaya çalışan genç bürokratın, “Ülke bir uçurumun kenarına gelmişti. Liderimiz ileri doğru çok cesur bir adım attı” sözleri geliyor. Ülkemiz de bugün, bir uçurumun kenarına geldi ve doğru bir adımı yanlış yöne bakarak atma tehlikesi var
DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, “eşitlikçi bir kardeşlik hukukunun tesis edildiği, herkesin özgürlüklerinin yasal teminatının olduğu bir yeni anayasa” arzuladıklarını söylemiş. Yeniden aday olması tehlikeye girmeye başlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan da bir süredir, “Darbecilerin değil, sivillerin ortaya koyduğu yeni bir anayasaya ihtiyacımız var” diyor. Ben de aynı fikirdeyim. Yeni bir anayasa gerekiyor. Ancak aklıma hemen, o fıkradaki, yağcılık yapmaya çalışan genç bürokratın, “Ülke bir uçurumun kenarına gelmişti. Liderimiz ileri doğru çok cesur bir adım attı” sözleri geliyor. Ülkemiz de bugün, bir uçurumun kenarına geldi ve doğru bir adımı yanlış yöne bakarak atma tehlikesi var.
“Darbecilerin yaptığı” anayasa haklar, özgürlükler ve Kürt sorunu alanlarına kısıtlamalar koyan baskıcı bir anayasaydı ama hakların ve özgürlüklerin olmazsa olması laikliği biçimsel olarak da olsa “güçler ayrılığı” ve “hukuk düzeni” temelinde koruyordu. O anayasa kapitalist demokrasinin en temel özelliği olan ikili hükümet yapısını da koruyordu: Yasalar Meclis’te yapıldığı için “seçilmişlerin” bir anlamı, “atanmışların” da anayasayı koruma yetkisi vardı.
“Darbecilerin yaptığı” anayasanın, 20’den fazla değişiklik paketiyle 100’den fazla maddesi değişti. Dahası o anayasa, siyasal İslamın “pasif devrimi”; “süreç olarak faşizm” içinde, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini sağlamak için 2007’de, Anayasa Mahkemesi ve Hâkimler Savcılar Kurulu’nun yapısını değiştirmek için 2010’da, nihayet, parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçmek için 2017’de olmak üzere üç kez değişti, “öze” ilişkin unsurları (içeriği) yeniden şekillendi. Şimdi, “ikili hükümet” yapısı yok, güçler ayrılığı yok. Dahası birçok kez gördük ki bu “pasif devrim sürecinin” gerektirdiği anlarda rejim kendi yaptığı anayasayı da laiklik ilkesini de kolaylıkla çiğniyor. Karşımızda, artık, siyasal İslamın “pasif devrim” sürecinin ürünü ve aracı olan, sivil ama darbecilerin anayasasından daha baskıcı (Ne ironi ama!) bir anayasa var.
Öyleyse, cumhurbaşkanı “Sivil anayasa gerekiyor” derken aslında ne diyor? Sanırım cumhurbaşkanı, aslında rejimin liderliğini ve bu tür rejimlerde liderin etrafında oluşmuş iktidarı (pouvoir) kalıcı kılarak “pasif devrimi” son bir cephe savaşıyla (Gramsci!) “Tamamlamak istiyorum” diyor.
Cumhurbaşkanı, kendi açısından doğru bir yönde doğru bir adım atıyor. Cumhurbaşkanı bu yönün “yol haritasını” da Meclis aritmetiğini düşünerek DEM Parti’yi, 1924 Anayasası, Lozan Antlaşması, Öcalan’ın durumu gibi vaatlerle yanına çekerek sokakları meydanları sarsmaya başlayan CHP’yi de “Gelin komisyonlarda tartışarak birlikte yapalım” çağrısıyla sürece katarak oluşturmayı planlıyor. Sivil anayasa metaforuyla aslında, laik Cumhuriyeti yalnızca pratikte ve kültürel alanda değil, ruhen de tarihten, Huntington’ın deyimiyle bir “anomali” olarak silmeyi arzuluyor.
Cumhurbaşkanının yeni anayasayı gündeme getirme nedenleri, arzuları arkasındaki, ekonomik ve kültürel iktidar yapılarını düşünmeye başladığımızda da DEM Parti Sözcüsü Doğan’ın “Yeni anayasa tartışmalarını başka siyasi hesap ve çıkar tartışmalarının üstünde tutmak gerekiyor” sözleri üzerine “doğru bir adım ama yanlış yönde” demek gerekiyor.
Çünkü anayasa yalnızca hukuki bir metin değil, iktidar kurucu bir araçtır, anayasa tartışmaları son derecede siyasidir, kaçınılmaz olarak farklı çıkarları yansıtırlar. Öyleyse ya Doğan ve DEM Parti, cumhurbaşkanının ve Bahçeli’nin başlattıkları “yeni anayasa” sürecini anlamlandıramıyor ya da etnik-milliyetçi bir refleksle, amaçlarına ulaşma umuduyla “stratejik bir bilmezliği” benimsemeyi tercih ediyor. Belki de kendi amacına ulaşırken ülkenin geri kalanında yaşanacaklar DEM’in umurunda değil. Ancak tarih, “stratejik bilmezliğin” kişiyi sorumluluktan kurtarmadığını, “Bilmiyordum”, “Aldatıldım” deme hakkı da vermediğini gösteren örneklerle doludur.
Diğer taraftan, sanılanın aksine, Türkiye’nin demokratikleşmesinin anahtarı Kürt sorununun çözümü değildir, Türkiye’nin demokratikleşmeye başlaması Kürt sorunun çözümünün anahtarıdır. Evet, belki DEM doğru bir adımı atıyor ama yanlış bir yönde.
Kaynak: Cumhuriyet
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.