İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG Meclisi) çağrısıyla Soma Maden Katliamı’nın 11. yılında Ankara basın açıklaması yapıldı. Açıklamada “301 madencinin acısı, 11 yıl sonra hâlâ yüreğimizdedir. Soma Katliamını unutmamak, unutturmamak, sorumlulardan hesap sormak hepimizin görevidir. Onurlu bir yaşam için bu düzen değişmelidir” denildi
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG Meclisi) çağrısıyla Soma Maden Katliamı’nın 11. yılında Ankara basın açıklaması yapıldı. Ankara’da Olgunlar Sokak’ta bulunan Madenci Anıtı önünde yapılan açıklamaya çok sayıda siyasi parti ve demokratik kitle örgütü temsilcisi de katıldı.
İSİG Meclisi’nden söz alan Kansu Yıldırım, aradan geçen 11 yılda hiçbir şey değişmediğini vurgulayarak “Bartın, İliç, Ermeni, Şirvan, pek çok yerde maden katliamları devam etti” dedi. Yıldırım konuşmasında şu ifadelere yer verdi:
On dört yaşındaki Abdurrahman, organize sanayi bölgesinde çalışırken okuması gerektiği yaşta ne yazık ki makineye kolunu kaptırdı ve hayatını kaybetti. O günden bugüne değişen bir şey olmadı. Afgan göçmen işçi Muhammed Nourtani öldü denilerek diri diri yakılarak öldürüldü.
O günden bugüne değişen bir şey olmadı. Daha geçtiğimiz günlerde Çalık Holding önünde Erol Eğrek hakkını almak için oraya gittiğinde oranın fedaileri tarafından dövülerek öldürüldü. Ancak biz bu düzene itiraz ediyoruz.
Bu düzenin böyle olmamasını istiyoruz. O yüzden bugün bir aradayız. Sesimizi yükseltiyoruz.
Soma Davası’nın avukatlarından Murat Kemal Gündüz, dava süreci hakkında bilgilendirme yaptı. Gündüz’ün konuşması satırbaşları şöyle:
Bu soruşturma izni verilmemesi kararlarına karşı tanıştığı başvurularımız sonuçsuz kaldı. Devamında Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapmıştık. Anayasa Mahkemesi yaşam hakkı nusul boyutunun ihral edildiği gerekçesiyle yönetim ve hükümlü kamu görevlerinin yeniden yargılanması için karar verdi.
Bu dosya Soma’ya geldi fakat üç yıl Soma savcılığında bekledi. En sonunda açılan davayı da maalesef sadece görevi kötüye kullanmadan açtılar. Aksiyle ölüme ve yararlanmaya sebep olma suçlarını açmadılar.
Bunun farkı neydi? TCK 250’deki görevi kötüye kullanma suçunun cezası üç ayla bir ay, bir yıl arasında ve zaman aşımı süresi çok kısa ki ortada üç yüz bir ölüm olmasına karşı resmen okuduk kararı da verilmesin. Az önce on saniyelik, on altı saniyelik, beş aylık konut cezalar verdiler. Bunlar da bu şekilde giderse on iki yılın uzamış ceza zaman aşımı süreçini zaman aşımı olacak.
Zamanın asıl sorumlusu görünen işveren şirketle ilgili biliyorsunuz o dönem mahkemeden verilen karar Yargıtay’ın ceza dairesinde önce olumlu manada bozuldu. Olumlu manada dediğim şu, sanıklar hakkında bilinç taksiti de büyük kurulmuştur. Fakat Yargıtay on iki ceza dairesi burada olası kasıt günler uygulansın diyerek yani her bir ölen madenci için ayrı ayrı ölüme sebebiyetler mahkum olmaları için olası kast nedeniyle mahkeme kararını bozdu.
Fakat birden görünmez eller devreye girdi. Bürokrat Türkiye’nin üç Yargıtay atandı. Aynı daireye sanıklar itirazı kabul ederek kabul ettiğimiz meşhur sona kararı verildi de ne oldu? Olası kast kararı kaldırıldı.
Bilinç takside çevrildi. Bilinç takside çevrilince de içeride sanık kalmadığı gibi verilen cezalarda meşhur kişiye sınırlı kaldı. Arkasından da maalesef kamusal görevlilerle ilgili bu hadise de eline geldi.
Okunan basın açıklaması şöyle:
11 yıl önce bugün; 13 Mayıs 2014 tarihinde Soma’da Türkiye tarihinin en büyük iş cinayeti gerçekleşti. Soma Holdinge ait maden ocağında 301 madenci hayatını kaybetti, 486 madenci yaralandı.
O günlerde bu katliama “fıtrat” veya “kader” denilerek, nedenleri ve sorumluları gizlenmeye çalışıldı. İtiraz eden madenci yakınları yerlerde tekmelendi. Ancak hepimiz çok iyi biliyoruz; Soma Katliamı ne kazadır ne de kader!
Bu katliamın arkasındaki en büyük neden, kâr hırsı için emekçileri de toprağı da kurutan siyasi-iktisadi düzenin ta kendisidir. Bu iş cinayetine yol açan;
- Özelleştirme programları ve rödovans sistemiyle birlikte kamu madenciliğini ve kamunun madencilik alanındaki birikimini tasfiye eden neoliberal politikalardır.
- İşçileri aşırı üretim baskısı altında, ağır koşullarda çalıştıran, taşeronlaştırmayı dayatan politikalardır.
- Patronlar daha çok kazansın diye denetim yapmayanların, ihmallere göz yumanların kurduğu rant ve talan politikalarıdır.
- Kâr hırsıyla kömür üretimini 4 yılda 15 kattan fazla artıran, ancak işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerini ‘maliyet’ olarak görüp yok sayan sermaye politikalarıdır.
Kısacası 301 madencinin ölümü “fıtrat” değil, kâr hırsının ve üretim baskısının neticesidir.
Soma Holding’in patronu 2012 yılında verdiği demeçte, “Türkiye Kömür İşletmeleri’nin (TKİ) 130 dolara mal ettiği kömürü biz 23 dolara çıkarıyoruz” diye övünüyordu. Patronun övüncü, madenci ailelerinin ağıtları oldu.
Pek çok iş cinayeti davasında olduğu gibi Soma Katliamının sorumluları da ya ceza almadı ya da göstermelik cezalarla kamuoyunun tepkisi yatıştırılmaya çalışıldı. Son olarak; ocağı denetimle yükümlü olan kamu görevlileri hakkında Soma 2. Asliye Ceza Mahkemesinde görülen davada 29 Nisan’da verilen kararla, 28 sanık kamu görevlisinden 10 sanığın beraatine, 16 sanığın 5 ay, 2 sanığın ise 6 ay 7 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Denetimle yükümlü kamu görevlerinin taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçundan yargılanması gerekirken, sadece görevi kötüye kullanma suçundan yargılanmış olmaları yargının iş cinayetlerine bakışı ile ilgilidir.
Siyasallaşmış yargı, cezasızlık zırhıyla patronlara kol kanat gerdi. Bilirkişi raporlarında İşveren Şirket, Çalışma Bakanlığı, Enerji Bakanlığı ve TKİ’nin asli kusurlu olduğu belirtilmesine rağmen mahkemelerin kararlarıyla işveren sanıklar ve kamu görevlisi sanıklar kurtarılmış oldu. Cezasızlık zırhı 301 madenciyi bir kez daha öldürdü!
Soma’da karşımıza çıkan rant ve talan düzeni, AKP’li yıllarda en az 2.138 madencinin, Soma’dan sonra 21.700 işçinin daha çalışırken ölmesine neden oldu. Ermenek’te, Şirvan’da, Bartın’da, İliç’de başka katliamlara ve iş cinayetlerine giden yolun taşlarını döşedi.
Bugün madencilik işkolundaki iş cinayetlerinin artışından bahsediyorsak, irdelememiz gereken diğer bir konu da ‘sömürge madenciliği’dir. Sömürge madenciliğiyle birlikte Anadolu coğrafyasının yağmalanmasının önü açılmış; bu topraklar yerli veya yabancı ortaklı maden şirketleri arasında paylaşılmış durumdadır.
- 2008-2024 yılları arasında en az 138 bin maden arama ruhsatı verildi.
- Uluslararası sermayeli maden şirketi sayısı 770’i geçti.
- Maden Kanunu’nda yapılan 20’den fazla değişiklikle ormanlar, milli parklar, sit alanları, tarım alanları ve su havzalarının madenciliğe açılması kolaylaştırıldı.
Başka Somaların, Ermeneklerin, Kozlu’ların, Bartınların, İliçlerin olmaması için sömürge madenciliği uygulamalarına son verilmelidir. Güvencesiz, sendikasız ve kayıt dışı istihdam biçimleri devam ettikçe yeni katliamların ve iş cinayetlerinin yaşanması kaçınılmazdır. Madencilik alanında işçileri köleleştiren taşeron ve rödovans sistemlerine son verilmelidir. Kamunun ocaklarda ve sahalarda etkili biçimde denetimi sağlanmalı, ihmal ve eksikliklerden sorumlu görevliler yargı önünde hesap vermelidir. İş cinayeti davalarındaki cezasızlık kültürüne son verilmelidir.
301 madencinin acısı, 11 yıl sonra hâlâ yüreğimizdedir. Soma Katliamını unutmamak, unutturmamak, sorumlulardan hesap sormak hepimizin görevidir.
Onurlu bir yaşam için bu düzen değişmelidir!
Sendika.Org