“Eskiden olduğu gibi şimdi de çocuk tiyatrosunu angarya gören yazar, oyuncu ve yönetmenler var. Ama şimdi nasıl AÇOK gibi önemli bir tiyatroyu konuşuyorsak gelecekte de bunu konuşacağız, çocuk tiyatrosunu angarya olarak görenleri değil. Bizi ileriye götürecek olan AÇOK ruhu”
Bu söyleşiyi, Türkiye’nin ilk bağımsız çocuk-gençlik tiyatrosu AÇOK’un kurucularından, 3 Şubat 2025’te yitirdiğimiz apaydınlık tiyatro emekçisi Ümit Denizer’in anısına adamak istiyorum.
Geçen ay yüreğimde bir şenlik… “Sesler Ülkesi” adındaki ülkeye gittim. Baktım çocuklar doldurmuş ülkeyi. Hepsi büyük koltuklara oturmuşlar, değmiyor ayakları yere… kimi ayakta… Heyecanla bekliyorlar. Yanlarındaki koltuklara anneleri oturmuş. Arada babalar da yok değil! Ben de girdim aralarına bir eski çocuk olarak… Çocukların ellerinde ne cep telefonu ne tablet var! Birbirleriyle konuşuyorlar, gülüyorlar! Onlar ileriye bakıyorlar, ben onlara bakıyorum… Bakmaya doyamıyorum… Sonra ilk gonk çalıyor. Bir alkış kopuyor. Ah bu çocukların tatlı telaşı! Yanımdaki çocuk, çığlıklar atan kardeşine eğiliyor “Sessiz olmalısın!” diyor. İkinci gonk, derken üçüncü gonk çalıyor! Çocuklar tatlı çığlıklarını yutuyorlar ve sadece soluk alıp verişleriyle dolduruyorlar Sesler Ülkesi’ni. Ben de bu neşemizin yittiği, yoksunlukların, yoksullukların boyumuzu aştığı, iyiliklere güzelliklere hasret kaldığımız günlerin ortasında önce çocukların gülüşleriyle, sonra soluk alıp verişleriyle dolduruyorum ciğerlerimi…
İstanbul Şehir Tiyatroları Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ndeyiz. Gizem Padar’ın yazdığı Sesler Ülkesi adlı oyun başlıyor. Çocuk Deniz o kadar çok şeye sahip ki. Gitarı var ama çoktan unutmuş onu bir köşede. Gitar ne yapıp edip kendini hatırlatmalı Deniz’e. Doğasında en güzel sesler, en güzel müzik olan Doğa’nın ortasındaki Sesler Ülkesi’ne götürür Deniz’i. O yemyeşil yolda, o büyülü seslerin içinde Deniz’i başka büyülü seslerle; piyanoyla, kemanla, flütle tanıştırır. Sadece müzik enstrümanlarıyla mı? Müzik ustalarıyla da! Vivaldi, Mozart, Beethoven’la…
Gizem Padar’ın metni, öyle usta işi bir metindir ki sanatın dallarından tiyatroda sanatın başka bir dalına; müziğe, bütün sanatların annesi ve en büyük sanatçı olan doğaya hayran bırakır çocukları… Padar’ın yazarken düşündüğü şey şudur: “Çocukları Sesler Ülkesi’nde büyülü bir yolculuğa çıkarırken onlara müziği sevdirmek, müziğin iyileştirici, iyi gelen tarafının fark edilmesini sağlamak istedim. Belki zamanında heveslenip sonra odalarının bir köşesinde unuttukları bir müzik aletini yeniden çalmak isterler. Belki de yeni bir enstrüman çalmaya heveslenirler ya da klasik müzik dinlemek isterler. Ya da sadece tiyatroyu severler…”
Sesler Ülkesi oyununun afişi, 2025
Aziz Nesin “Şimdiki çocuklar harika” kitabını yazdığında yıl 1967’dir. Padar’a “Şimdiki çocuklar için sen ne dersin Gizem?” diyorum; “Sen hangi kuşaktansın? Sesler Ülkesi’ni hangi kuşak için yazdın? Hangi kuşağın çocukları bugünün çocukları?”
Padar “Şimdiki çocuklar da harika. Çocuklar hep harika, çocukları yetiştirme tarzımız değişiyor sadece. Ben Y kuşağı oluyorum, Alfa’yı doğurdum” diyor ve sürdürüyor: “Sesler Ülkesi’ni on yıl önce yazmıştım aslında. O zaman Alfa kuşağı yoktu!”
Sesler Ülkesi’nin sahne tasarımını doğuran da metindir. “Geleceğe yön verecek dijital kuşak” olarak tanımlanan Alfa kuşağını çekecek öyle bir tasarım yapılır ki, Sesler Ülkesi’nin yalın ve güçlü hikâyesi, üç boyutlu ve hologram görüntülerle doruklara taşınır. Çocukların gözleri kocaman açılır, sevinç çığlıkları salona sığmaz taşar.
Tiyatroda seyirci çocuk olunca, değişen nedir acaba? Padar’a soruyorum: “Şöyle bir algı hâlâ var mı? Yetişkin tiyatrosu yapamayanlar çocuk tiyatrosu yapar, algısı? Attila İlhan’ın yönetmenliğinde, Ülkü Karaosmanoğlu’nun yazı işleri müdürlüğünde yayımlanan Sanat Olayı’nda 1987’de Ümit Denizer’le yaptığım söyleşide kardeşi Turgut’la birlikte kurduğu Türkiye’nin ilk bağımsız çocuk-gençlik tiyatrosu AÇOK’u konuşmuştuk. Yani kısaca AÇOK… Anadolu Çocuk Oyunları Kolu… Ümit, ‘AÇOK, çocuk ruhunu umut ve sevinçle beslemek ister. Yarını kurmanın tadını taşır yarının büyüklerine. Çocuk oyunlarında çalışmak neredeyse angarya sayılırken, çocuk oyunlarına ve oyuncularına AÇOK onur verir’ demişti. Çocuk oyunlarına, oyuncularına onur veren tiyatrolar, tiyatrocular ve senin gibi yazarlar çoğaldı mı?”
Padar’ın yanıtı çok net:
Yetişkin tiyatrosu yapamayan zaten çocuk tiyatrosu da yapamaz. Çocuk tiyatrosu yapmak daha zor çünkü. Çocuk tiyatrosunun sınırları var. Seçtiğiniz her kelimeyi kontrol etmeniz gerekiyor. Sahnelerken de öyle… Ben Nihat Alpteki gibi çok özel bir yönetmenle çalışma, üretme fırsatı bulduğum için şanslıyım. Aynı oyun başka bir yönetmende farklı olur çünkü.
Padar şöyle sürdürüyor konuşmasını:
Eskiden olduğu gibi şimdi de çocuk tiyatrosunu angarya gören yazar, oyuncu ve yönetmenler var. Ama şimdi nasıl AÇOK gibi önemli bir tiyatroyu konuşuyorsak gelecekte de bunu konuşacağız, çocuk tiyatrosunu angarya görenleri değil. Bizi ileriye götürecek olan AÇOK ruhu.
Çocuk tiyatrosuna onur veren tiyatrolar, tiyatrocular ve yazarlar var ama sayısı çok değil. Birçok çocuk oyunu izliyorum, özel tiyatroların çoğunda özen yok ne yazık ki. Daha çok çocukları güldürmeye, onlara nasihat vermeye odaklanıyorlar. Özel tiyatroların ödenekli tiyatrolar gibi maddi imkânı da olmadığı için önce hikâyeyi eliyorlar sonra oyuncuyu. Hikâye ve oyuncu iyi olmadığı zaman dekor, kostüm ve rejinin de pek önemi kalmıyor. Ortaya seyir zevki çıkmıyor. İyi prodüksiyonlu çocuk oyunları da sahneleniyor ama biletleri çok pahalı oluyor, herkese ulaşmıyor. Sayılı çocuğa ulaşan pahalı çocuk oyunları da beni pek ilgilendirmiyor. Çoğunluğa ulaşan sanat iyileştirir.
Ödenekli tiyatroların bu anlamda sorumluluğu var ve Şehir Tiyatroları bu sorumluluğu yerine getiriyor. Benim gibi yerli yazarlara daha çok alan açarlarsa çok iyi çocuk oyunları izlemeye devam edeceğimize eminim. Sadece çocuk oyunları değil, yetişkin oyunlarında da aynı şey geçerli. Benim gibi, birçok dramatik yazarlık mezunu meslektaşım var ve çoğu kendi işini yapamıyor. Hem ödenekli hem de özel tiyatrolar yerli ve yeni yazarlara daha çok fırsat verdiklerinde her şey çok daha güzel olacak.
Padar’a diyorum ki, bi’ tek çocukları değil, beni de Sesler Ülkesi’ne götürdün. El kadar çocukken kızım Can’la neredeyse her hafta sonu heyecanla hazırlanıp geldiğimiz Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nda kızımın çocuk sesini duydum, gözlerini ayırmadan oyunu seyredişini, oyunun sonunda ayağa fırlayıp avuçları patlarcasına oyuncuları alkışlamasını gördüm. Oysa yıllarca, defalarca Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ne kızımla birlikte gelip yetişkin oyunları izledim ama çoook yıllar sonra izlediğim ilk çocuk oyunu olan Sesler Ülkesi’nde duydum kızımın Muhsin Ertuğrul’da yankılanan sesini. Çocuklara gözümden akan yaşlarla gülümsedim. İçimden, ‘Gelecek böyle gelir işte’, dedim… ‘Gelecek olsun çocuklar,’ dedim…
“Ne güzel böyle hissetmen. Bunları senden duymak ayrıca gurur verdi bana. Ben de annemle aynı heyecanla Haldun Taner Sahnesi’nde oyun izlemeye giderdim. Annem, kardeşimle beni hiç üşenmez bütün oyunlara götürürdü. Hayal kurmayı o yıllarda öğrendim sanırım. Bir de özgür büyüttü, yapma etme hiç olmadı. Daha ne olsun. O yüzden benim hikâyemin kahramanı annem” diyor Padar. Şimdi 4.5 yaşındaki oğlu Uraz’ın kahramanı da annesi! Anneannesi de tiyatro arkadaşı onun…
Padar’a Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’na gelirken İstiklâl Caddesi’nde bir pasajın salaş bir çay evinde iki yudumda biten küçük bir çay bardağında içtiğim çaya 30 lira istediklerini anlatıyorum… Sesler Ülkesi bilet fiyatı ise 24 liraydı. Üstelik, tiyatrodan çıkınca bitmiyordu tadı. Hayal gücüydü… müthiş bir şeydi çocuğa verilen. Gerçek, hayalle kurulur çünkü. Işık, çocuklardan yükselir. Yarınlar bu sahnelerden! Sanatın gücünden…
Sesler Ülkesi, gelecek sezonda da İBB Şehir Tiyatroları’nın Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde sahnelenecek. Seyretmeyen çocuk kalmasın, diye.
Padar, “Çocukları görelim yeter, onların bize öğreteceği çok şey var” diyor. Öğrenmeye hazırsak, ne mutlu dünyaya!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.