Vezir Mohammad Nourtani davası emsal niteliği taşıyabilirdi. Artık kaçak ocaklardaki patronlar bu kararla göçmenleri sömürmekte bir kusur görmeyecekler. Katletseler bile yargı tarafından ödüllendirileceğini biliyorlar. 1 Mayıs’a giderken Nourtani’nin isyanını da haykırmamız gerekiyor. Yargının ödüllendirmesini ve cinayetin nasıl aklandığını unutmayacağız, affetmeyeceğiz, hesap soracağız!
Ülkede 24 yıllık AKP iktidarının en önemli ve en görünen değişimi yargıda oldu diyebiliriz. Parasız eğitim hakkını savunan öğrenciler, haber takibi yapan gazeteciler, emek mücadelesi verenler; hayatlarını, bedenlerini ve birbirini savunan kadınlar yargılanmanın kıskacından kurtulamazken kadına, çocuğa yönelik şiddet failleri çeteler ve bir insanın emeğini sömürüp katledenler adeta yargı tarafından ödüllendirildiğini deneyimledik .
Bunun en son örneğini 2023’te Zonguldak’ta kaçak bir ocakta çalışan ve ocağın kapanmaması için MHP’li patronları tarafından ormanda yakılarak katledilen Afgan maden işçisi Vezir Mohammad Nourtani’nin duruşmasında gördük. Failler adeta yargı tarafından ödüllendirildi. İlk duruşması 29 Mayıs 2024’te olan davanın karar duruşması 11 Nisan 2025’te görüldü. Tüm dava sürecini değerlendirmesini yazmayacağım, daha önce çokça tartışıldı.
19 Şubat 2025 tarihinde görülen duruşmada, müşteki avukatının duruşma zaptına eksik geçirilmesinden kaynaklı duruşmada SEGBİS kaydının açılması için verdiği dilekçe mahkeme heyeti tarafından reddedildi ve daha sonrasında mahkeme heyetinin adil yargılama yapmadığı için reddi hakim talebinde bulundu. Reddi hakim talebi reddedildi.
Bir süre sonra ilk günlerde duruşmalarda tartışılan kıyafetlerin yakıldığı ve benzin istasyonundaki kamera kayıtları dosyaya girdi ve medyaya yansıdı. Zaten ikinci duruşmada dinlenilen tanıkların çelişkili beyanları da ve kamera kaydı da artık cinayetin planlı ve ırkçı bir saikle işlendiği yönündeki kanaatleri bana göre kesinleştirmişti. Zaten müşteki avukatı da diri diri yakıldığına dair hiçbir şüphenin kalmadığını beyan ediyordu. Tabii, kamera kayıtlarına rağmen ödül gibi cezaların verileceğinden habersizdik. Cezasızlık politikalarını, fail aklayıcılığını duruşmalarda görmemize rağmen bir umutla gerçek adaletin gelmesini bekliyorduk.
Daha sonra reddi hakim talebinin beşinci duruşmada reddedilmesine karşı müşteki avukatı 35 sayfalık dilekçeyi bir üst mahkemeye verdi. Mahkeme heyetinin adil yargılama yapmadığına dair detaylı bir dilekçeydi. Tabii bir üst mahkeme “duruşmayı uzatmak amacıyla” yapmasını gerekçe göstererek “yerinde görülmeyen itirazın reddine” kararını vermiş.
Altıncı duruşması ve karar duruşması olarak görülen 11 Nisan 2025’te; her duruşmada olduğu gibi yüksek bir gerilim vardı. İlk olarak Qamer’e (Nourtani’nin eşi) söz verildi. O da ilk SEGBİS ile duruşmanın kayda alınmasını talep etti ama mahkeme tarafından reddedildi. Sonra esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmasını yaptı. Taliban’dan kaçıp Türkiye’ye sığındığını beyan ederken, engelli olan iki çocuğuna nasıl bakacağına dair isyanını dile getiriyordu. Sanıklardan Hakan Körnöş ise bulunduğu cezaevinden duruşma salonuna getirilmişti ve Qamer savunmasını yaparken ara ara Hakan’ın suratına bakarak öfkesini dile getirdi. Irkından kaynaklı ayrımcılığa uğradığını da beyan etti. Ama zapta geçerken mahkeme heyeti tarafından yine eksik geçiriliyordu. Sonra müşteki avukatına söz verildi. Reddi hakim talebini ve duruşma esnasında SEGBİS ile kayıt altına alınması talebini yineledi ve mahkeme heyeti tarafından yine sözleri kesildi. Sanık avukatlarından birinin dalga geçtiğini beyan ederken “Sıra size de gelecek” diyen müşteki avukatının sözünü geçirdi ve ara karar ile müşteki avukatı duruşmadan çıkarılma kararı verildi. Arada duruşma salonundan çıkmayan Qamer, tercümanı ve müşteki avukatı direnmeye başladı. Yarım saat polis ve baro temsilcisi ile müzakereler sonucunda mahkeme heyetine karşı tutanak tutuldu ve müşteki avukatı salondan çıkarıldı.
Aradan sonra sanıklara son sözler soruldu. Beraatlarını talep ederken hepsi ailelerini çocuklarını öne sürdü. Qamer’in de dediği gibi, kimse bakıma muhtaç olan çocuklarından bahsetmiyordu. Qamer ise avukatsızdı ve söz almak istediğinde sürekli mahkeme heyeti tarafından aşağılayıcı şekilde susturuldu. Bu olay bile fail aklayıcılığın ve ırkçılığın had safhada olduğunu gösteriyor. Sonra faillere ödül gibi cezalar verildi. Diri diri yakmanın “taksirle öldürme, delil karartma” suçu olduğuna karar verilerek 5 yıl 8 ay’dan başlayarak 1 yıl 8 aya kadar hapis cezaları olarak karşılık buldu. Ve avukatın dediğine göre tutuklu sanıkların tutukluluk süreleri de göz önüne alındığında 3 ay sonra tahliye olabilecekler.
Vezir Mohammad Nourtani davası emsal niteliği taşıyabilirdi. Artık kaçak ocaklardaki patronlar bu kararla göçmenleri sömürmekte bir kusur görmeyecekler. Katletseler bile yargı tarafından ödüllendirileceğini biliyorlar. Bizler davayı takip ettik, bir umutla adalet gelmesi için mücadele ettik. Adaletin tecelli edebilmesi için gelişmeleri aktarıp kamuoyu yaratmaya çalıştık. Türkiye’nin gündemine sokmaya çalıştık. Nourtani’nin başına gelenin Türkiye’deki her mülteci işçinin başına gelebileceğini ama gelmemesi için de yapabileceğimiz bir şey olduğunu anlatmaya çalıştık. Bu mücadelemizden de vazgeçmeyeceğiz.
Şimdi mücadelemiz daha farklı bir evreye geçti. Artık yargı tarafından ödüllendirilen Hakan Körnoş, Enver Gideroğlu, Ahmet Aydın, Eray Demiro, Alaattin Çayırlı ve Sercan Kayabaş’ın ırkçı bir cinayette sorumluluk sahibi olduklarını bulunduğumuz her alanda dile getirmeliyiz. 1 Mayıs’a giderken Nourtani’nin isyanını da haykırmamız gerekiyor. Yargının ödüllendirmesini ve cinayetin nasıl aklandığını unutmayacağız, affetmeyeceğiz, hesap soracağız!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.