Haluk Fikret’in yazısı iki özelliğiyle sarstı beni: Birincisi, “Ciğerim’i anlatır gibi…” yapmayıp gerçekten Ciğerim’i anlatıyordu. En önemlisi ise onun bizim grup tarihimizde oynadığı hayati bir rolü hatırlatıp altını kalınca çiziyordu
Ciğerim’i (Erhan Erel) bir gece önce yitirdiğimiz haberini 18 Nisan sabahı Nevzat (Açan) verdi. Bir süre sonra Kazım (Bayraktar), arkasından İrfan (Sancı) yazdılar. Haberi duyunca üzüntüden çok hüzün kapladı içimi. Ne de olsa bizler artık ‘sırası gelmiş’ kuşaklarız. Genç yaşlarda ölümsüzlüğe uğurladığımız yoldaşlarımızın, siper arkadaşlarımızın toprağa düştükleri anlarda yaşadığımız şiddette sarsılmıyoruz artık böyle ‘sıralı’ ölümlerde. Sanki Sürmene işi ince bir bıçak saplanıyor böğrümüze, o kadar…
Haberi duyduğum andan itibaren bir ikileme düştüm: Bir yanım “Ciğerim’i nasıl bilirdin, anlatmalısın, bu herşeyden önce ona bir vefa borcun” diyordu ama diğer yandan “70’lerine geldiği halde hâlâ 50 yıl öncesinde kalmış askerlik anılarını anlatarak teselli bulan emeklilere benzemekten” korktum. Korku ağır bastı… Ama “Acaba doğru mu yaptım” sorusunun tırmalamasından da kurtulamadım bir türlü. Ta ki Haluk Fikret’in dün (22 Nisan) Sendika.Org sitesinde yayımlanan “Sendikacılık tarihinin bir yıldızı daha kaydı” başlıklı yazısını okuyana kadar.
Haluk Fikret’in yazısı iki özelliğiyle sarstı beni: Birincisi, “Ciğerim’i anlatır gibi…” yapmayıp gerçekten Ciğerim’i anlatıyordu. En önemlisi ise onun bizim grup tarihimizde oynadığı hayati bir rolü hatırlatıp altını kalınca çiziyordu.
Uzun yıllar “Aktancılar” olarak tanınan TİKB öncesi grup döneminden itibaren biz TDH içinde işçi sınıfı içinde çalışmayı esas alan militan sosyalist bir çevre olarak tanındık. Dönemin devrimci gençlik hareketi içinde daha popüler olan başka anlayışlarla farklılıklarımızın başında bu geliyordu. Sadece ya da esas olarak değil ama biraz da bu yüzden dar ve küçük bir çevre olarak kaldık kanımca.
Bu yönelimin ideolojik-siyasi öncüsü o zamanlar grup liderimiz olan Aktan’dı (Aktan İnce). Çizginin pratiğe taşınması noktasında ön açıcı ilk örneği yaratan ise Ciğerim’di. Ciğerim’in tarihimizde oynadığı bu fiili öncü rolü bizler bile genellikle gözden kaçırır, en fazla geçerken değindiğimiz bir detay gibi anarız. İşte Haluk Fikret sağ olsun bu ‘ihmalkarlığımızı’ adeta kafamıza vurdu. Ciğerim’in sadece bizim grup yapımızla da sınırlı kalmayıp 12 Mart sonrasının Ankara’sında hem YSE işçilerinin örgütlenmesinde hem de devrimci öğrenci hareketiyle işçi hareketi arasında köprülerin kurulmasında oynadığı devrimci rolün etkileyici bir tablosunu çizdi.
Ciğerim’i liseli bir devrimci olarak Cebeci kampüsüne ve yurtlara gidip gelmeye başladığım 1969 başlarında tanıdım. Yapı olarak ufak tefek biriydi fakat yaş olarak Aktan dahil hepimizden büyüktü. O kesitte çok az kesişirdi yolumuz. O çünkü okula ve yurda fazla uğramazdı. Muhabbetimiz asıl olarak Şirinyer Askeri Cezaevi’nde yattığımız günlerde ilerledi. Denizli Ziraat Bankası’na para götüren kurye aracının soyulması eyleminin arkasından ilk operasyonlar sırasında yakalananlar arasındaydı. Biz ise dışarda kalan son grup olarak 1972 Mart’ında gittik Şirinyer’e. İlk bakışta yarattığı ‘ciddi’ görünüme karşın şakayı ve mavrayı seven çok cana yakın, alçakgönüllü biriydi.
Aklımda kaldığı kadarıyla 1974 yılında tahliye olur olmaz 12 Mart öncesinde başlayan sendikacılık faaliyetini kaldığı yerden sürdürmeye koyuldu. Köylere yol, su, elektrik götürmekle yükümlü YSE bünyesinde çalışan işçilerin örgütlendiği Köy YSE-İş Sendikası’nın Ankara ve çevre illeri kapsayan 4. Şube’sinin başkanı oldu. 5. Şube’nin başında da yakın arkadaşı ve mücadele yoldaşı Mehmet İpek vardı (Haluk Fikret makalesinde bilgilendirici biçimde özetlemiş sendikanın tarihçesini).
Ankara’da Necatibey Caddesi’yle Atatürk Lisesi’nin bulunduğu Sezenler Sokak’ın kesiştiği köşede yüksek bir binanın 8. veya 9. katındaydı iki şubenin ortak kullandıkları daire. O daire, 12 Mart sonrası toparlanma sürecinde bizim grup yapımızın Ankara’daki merkez üssü işlevini gördü. Ankara’da kalan kadrolar olarak bir ayağımız ADYÖD’deydi diğeri ise Köy YSE-İş’te. O zamanki grup yapımızla politik ilişki kurmak isteyen değişik fabrikalardan öncü işçilerle Ankara ve çevre illerden öğrenciler bizi gelip orada buluyorlardı. İllegal olmayan bildirilerimizi orada basıyor, ilişki kurduğumuz işçi ve öğrenci gruplarıyla toplantılarımızı orada yapıyorduk. Hacı’nın (Hacı Ilgar) mafya tipi gangster sendika yönetimini sonunda alaşağı ettiği Kauçuk-İş muhalefetini, askeri işyerlerinde örgütlü Harp-İş içinde Kenan Durukan’ın saltanatını sarsan muhalefeti, MEB Ders Aletleri Yapım Merkezi işçilerini, Bayındırlık Bakanlığı’nın değişik birimlerinde çalışan işçilerin örgütlendiği Bay-Der, PTT işçilerinin örgütlü olduğu Haber-İş, TEK işçilerinin örgütlü olduğu Enerji-Sen içindeki muhalefetleri hep orada örgütledik. Fatih’in (Öktülmüş) sorumlu olduğu Hasanoğlan Öğretmen Okulu öğrencilerinin haftalık eğitim çalışmaları bir hafta Hasanoğlan’da bir hafta sendikada yapılırdı. Sonraları bizim kadro yataklarımızdan biri haline gelen Çankırı-Kastamonu bölgesinin solcu gençleri de bizi gelip orada buldular.
Bize bu kapıyı açan insan Ciğerim’di. O sadece bir ‘kolaylaştırıcı’ değil, sıkıştığımız durumlarda deneyimi ve sağduyusuyla yol gösteren akıl hocamızdı. Kurumsal olarak başka sendikaların içişlerine burnunu soktuğu izlenimi yaratmamaya özen gösterirdi fakat Ankara’daki sendikal çevreler ve meslek odaları içinde kişiliğine ve duruşuna duyulan güven nedeniyle sözü geçen, ağırlığı olan biriydi. Zaten başında bulundukları 4 ve 5. Şubeler yanında birey olarak da bu yüzden dönemin sendika ağalarının, devletin ve MHP’li beslemelerin hedefi haline geldiler. Konumundan dolayı Ciğerim her zaman silah taşıyamıyordu. Bunu biz de istemiyorduk. Bu yüzden o zamanki kadrolarımızdan bazı yoldaşları -özellikle sendikanın yetki alanındaki Lodumu ve Ümitköy taraflarındaki şantiyelere gidip gelirken- koruma olarak veriyorduk yanına.
Bu saldırılar, sonunda -Haluk Fikret’in de anlattığı- Milliyetçi Cephe tezgahıyla her iki şube yönetimine de el konulmasıyla sonuçlandı. Köy YSE-İş Genel Merkez Genel Kurulu öncesi kritik önem taşıyan 5. Şube Genel Kurulu o zamanlar Makina Mühendisleri Odası tarafından satın alınmış olan Kocatepe Camii yakınlarındaki eski Aykut Sineması’nda yapılacaktı. Karşı liste çıkaran MHP’li faşistlerin ya genel kurulu basıp oy sandıklarını kaçırarak, olmazsa olay çıkarıp hükümet komiserinin kongreyi iptal etmesini sağlayarak şubeyi elimizden almaya çalışacakları istihbaratı almıştık. Ankara’daki diğer devrimci örgütlerden de destek alarak sinema ve çevresini bir gece önceden denetim altına aldık. Tam Ciğerim, Mehmet İpek ve bu konuda görevlendirdiğimiz yoldaşlar güvenlik alarak bizim delegeleri otobüslerle salona getirdikleri sırada çevreden sinemaya doğru 5-10 el ateş açıldı. Bizler de silahlarımıza sarıldık ama karşı ateş açacak bir hedef yoktu ortada. Meğer polis zaten bu işareti bekliyormuş. Gaz maskelerini de takmış olarak anında sinemayı bastılar. İşçi veya sendika görevlisi olduğunu kanıtlayamayanlarımızı gözaltına aldılar. Hükümet komiseri genel kurulu iptal etti. Ardından MHP’li Sadık Özkan’ın genel başkan olduğu Genel Merkez her iki şubenin yönetimine tüzük oyunlarıyla el koydu.
THKO ile birleşme sonrası Ciğerim o zamanlar yayına hazırlanan Halkın Kurtuluşu gazetesiyle Komün Yayınlarının kitaplarını dağıtacak Yurt Dağıtım’ı (Yurt-Da) kurdu. Gazete-kitap kolilerini sırtlayıp nakliyecilere taşımak dahil hiç yüksünmeden tıkır tıkır işleyen bir dağıtım ağı kurdu.
Ayrılık sonrası avukatlığa başladı. Osman’ın (Yoldaşcan) toprağa düşmesini izleyen günlerde Kenan (Güngör) ve bazı kadrolarımız nereden nasıl geldiğini anlayamadığımız bir operasyon sonucu tutsak düşmüşlerdi. Bu operasyonu çözmeliydik. O sıra Laleli’den Aksaray’a gidiş yönünde Aksaray Meydanı’ndan birkaç apartman önce bir binanın üst katındaydı bürosu. Beni karşısında görünce heyecanlandı önce, arandığımı biliyordu. Meramımı anlatınca kabul etti teklifimizi. Hapishaneye gidip görüştü, öğrenmek istediğimiz bilgileri getirdi bize.
Yüz yüze son görüşmemiz 1994 Temmuz ya da Ağustos’undaydı. Haziranda bir kez daha tutsak düşmüştük. Her zamanki çelebiliği ve vefakârlığıyla geçmiş olsun ziyaretine gelmişti. O zamandan bugüne dek zaman zaman alıyordum haberlerini yoldaşlardan ya da ortak dostlarımızdan. Son yıllarda sağlığının epey bozulduğunu duymuştum. Fakat karakter olarak değiştiğine, geçmişine yabancılaşıp düşmanlaştığına dair tek bir söz duymadım. Tersine…
Ciğerim bir devrim emekçisi olarak girdi dünyamıza ve bir devrim emekçisi olarak ayrıldı bu dünyadan. Soluk alıp verdiğimiz sürece de anısı bizlerle olacak, kavgamızda yaşayacak!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.