Bugün Türkiye’de genç olmak, sadece bir yaş aralığına ait olmak değil; bir duygular bütünü, bir deneyim yoğunluğu, bir kimlik kırılması yaşamaktır. Bu gençlik, ne tam olarak ait hissedebiliyor bu topraklara ne de tamamen kopabiliyor ondan. Bir ayağı TikTok’ta, diğer ayağı KYK borçlarında. Bir gözü Amsterdam’da, diğeri Esenyurt’ta. Kalbi hem kaçmak istiyor, hem kalmak. Hem yıkmak istiyor her şeyi, hem tutunacak bir şey arıyor
Türkiye’de gençlik artık yalnızca bir yaş kategorisi değil; bastırılmış öfkenin, içselleştirilmiş hayal kırıklıklarının ve derinleşen bir dönüşüm arzusunun adı haline geliyor. Bu kuşak, bir kırılma çağında büyüdü. Bir yanda eski dünyanın çürümüşlüğü, diğer yanda yeni dünyanın hayal kırıklıkları… Kısacası, kapitalizmin en çirkin döneminde büyüdüler. Ne tam olarak geçmişin yükünü taşıyorlar ne de geleceğin vaadine tutunabiliyorlar. Arada sıkıştılar. Ama bu sıkışmışlık, onları pasif kılmak yerine dönüştürücü bir iç isyana yöneltiyor.
İçine doğdukları dünya; eşitsizliklerin, yasakların, gelecek güvencesizliğinin ve umut kıtlığının hâkim olduğu bir düzenin tam ortasında şekillendi. Fakat bu kuşağı önceki kuşaklardan ayıran temel fark şu: Artık yalnız olmadıklarını biliyorlar. Artık kıyaslayabiliyorlar. Görüyorlar, duyuyorlar, tanıklık ediyorlar.
İnternetin sunduğu karşılaştırmalı evrende, başka coğrafyalardaki yaşıtlarının nasıl yaşadığını izliyorlar. Özgürce dolaşan, üreten, deneyimleyen, kimliğini açıkça ifade edebilen gençlerin varlığı, sadece bir merak duygusu yaratmıyor; aynı zamanda kişisel bir sorgulamanın da fitilini ateşliyor. Bu sorgulama önce bir iç çöküşe, sonra bir dış itiraza dönüşüyor. Sistemle olan bağlarını gevşetiyor, yer yer koparıyor. Bu yüzden sadece bir hükümete değil; onları şekillendiren tüm yapılara karşı bir içsel mesafe geliştiriyorlar: Devlete, aileye, okula, medyaya, geleneğe…
Özgürlük istiyorlar, ama neyin özgürlük olduğunu henüz tam olarak tanımlayabilmiş değiller. Çünkü özgürlüğü yaşamadılar; onu sadece ekranlarda, kaydırmalı sosyal medyada izlediler. Otoriterliğe karşılar, ama taşıdıkları milliyetçi, cinsiyetçi ya da dışlayıcı reflekslerin çoğunun farkında bile değiller. Kürt’e, Arap’a, kadına ya da LGBTİ+’lara yönelik önyargılar, zihinlerinin kuytularında hâlâ yaşamaya devam ediyor. Bu bir çelişki mi? Elbette. Ama aynı zamanda sistemin içine işlemiş toksik ideolojilerle bireysel özgürlük arzusu arasındaki çatışmanın kendisi.
Bugün Türkiye’de genç olmak, sadece bir yaş aralığına ait olmak değil; bir duygular bütünü, bir deneyim yoğunluğu, bir kimlik kırılması yaşamaktır. Bu gençlik, ne tam olarak ait hissedebiliyor bu topraklara ne de tamamen kopabiliyor ondan. Bir ayağı TikTok’ta, diğer ayağı KYK borçlarında. Bir gözü Amsterdam’da, diğeri Esenyurt’ta. Kalbi hem kaçmak istiyor, hem kalmak. Hem yıkmak istiyor her şeyi, hem tutunacak bir şey arıyor.
19 Mart isyanında tüm çıplaklığıyla görünür hale gelen bu nesli yalnızca “milliyetçi” ya da “bilinçsiz” diye tanımlamak, onların taşıdığı çelişkilerin içindeki devrimci potansiyeli görememek olur. Çünkü sözleri karışık olabilir, ama duyguları berraktır. Yaşamak istiyorlar. Sevmek, üretmek, yaratmak, kendilerine ait bir hayat kurmak istiyorlar. Dayatılan kariyer yollarını, yoksulluğu, torpilli düzenleri, ekranlarda cilalanan gerçeklik yalanlarını reddediyorlar. Ve bunu yaparken —örgütsüz olsalar bile— sezgisel bir politik hat çiziyorlar.
Bu hat; bazen sokakta, bazen bir dans videosunda, bazen bir tweet zincirinde, bir sınıfta, bir şarkıda, bir meme’de kendini belli ediyor. Bazen görünürler, bazen gizli. Bazen örgütlü, bazen başıbozuk. Ama hep oradalar. Sürekli bir arayış içindeler. Ve bu arayış, yalnızca bir kaçış değil; artık bir varoluş biçimi.
Onlara yalnızca bugünün gözlüğüyle bakmak eksik kalır. Çünkü bu gençlik, henüz gerçekleşmemiş bir geleceğin taşıyıcısı. Adını henüz koyamadığımız ama bir kez koyduğumuzda büyüyecek olan bir toplumsal tahayyülün çekirdekleri, onların içinden filizleniyor. Onları küçümsemek, hizaya sokmak ya da görmezden gelmek; aslında bugünü olduğu gibi koruma refleksidir. Oysa ihtiyaç duyduğumuz şey, onların taşıdığı yarını birlikte kurabilmektir.
Çünkü bu gençlik, sistemin bir ürünü olduğu kadar, onun karşısında yükselecek en güçlü karşıtlıktır da. Ve eğer bu çelişkili bilinç; kolektif bir deneyimle, dayanışmacı bir siyasetle ve dönüştürücü bir tahayyülle buluşursa, o zaman yalnızca bir kuşak değil, bir gelecek değişebilir.
Asıl görevimiz; bu çelişkilerle mayalanmış gençliği, eşitlik, özgürlük ve dayanışma fikrinde örgütleyerek, sadece bugüne değil, yarının tarihine de müdahil kılmaktır. Çünkü başka bir dünya, onları dışlayarak değil, birlikte kurularak mümkün.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.