1 Mayıs 2025, mutlaka Taksim’de kutlanmalı. Amasız, fakatsız, bedeli ne olursa olsun kutlanmalı
1 Mayıs’a, Taksim Meydanı’nda ilk kez lise öğrencisi olarak 1976 yılında katıldım. Taşradan geldik Taksim alanına. Saatler süren bir yolculuk yaptık. Toplanma yerinde, İstanbul’da okuyan üniversiteli abiler ve ablalar karşıladı bizi. Çoğumuz belki de ilk kez İstanbul’a geliyorduk. Hem heyecanlıydık hem de devrim ateşiyle doluyduk. Alana girdiğimde, o uzun yolculuğun tüm yorgunluğu gitti; yerini müthiş bir fiziksel ve ruhsal güç aldı.
O dönem iktidarda Milliyetçi Cephe Hükümeti vardı. 1961 Anayasası’nın getirdiği demokratik olanakların yavaş yavaş kısıtlandığı dönemin başlangıcıydı. Yaşadığım bölgede, ondan fazla işçi çalıştıran yaklaşık 50-80 civarında üretim tesisi vardı. İşçi sayısı arttıkça, işverenler sendikalaşmanın önünde engel oluşturmak için yerel siyaset aktörleriyle ittifak kurdular. Özellikle de, bugün olduğu gibi, CHP içinde çöreklenmiş bir yapı, emekçi halkın önünde engel konumundaydı. Yine bugün olduğu gibi, gençlik hareketi dalga dalga yayılmaktaydı. İşte bu koşullarda, bir lise öğrencisi olarak 1 Mayıs’taydım.
1976-1977 eğitim-öğretim döneminde mezun oldum. Önümde iki seçenek vardı: Ya sınavlarda başarılı olup üniversiteye gidecektim ya da işçi olup sınıf mücadelesi içinde yer alacaktım. İşçi olmayı tercih ettim. Liseyi bitirir bitirmez bir fabrikada beden işçisi olarak işe başladım. O yıllarda sendikalaşmamış pek çok işyeri vardı. Bu işyerlerinde sendikal mücadeleyi geliştiren genç arkadaşlarla birlikte çalışmaya başladık. İşçilerin arasında bulunmak, gençlik hareketinden gelen bir lise öğrencisi için kolay değildi; yeterliliğimizin eksik olduğunu gördük. Ama yine de düşe kalka ilerleme gayretindeydik.
Kanlı 1 Mayıs ya da 1 Mayıs Katliamı olarak anılan, 1 Mayıs 1977 günü Taksim Meydanı’nda kutlanan İşçi Bayramı’nda 34 kişinin hayatını kaybettiği, 136 kişinin yaralandığı o 1 Mayıs’ta Taksim’de değildim. Lisenin son yılı olması, üniversite sınav hazırlıkları ve gençlik hareketi içindeki görevler nedeniyle gidememiştim. Ancak bu katliama giden yolun taşları, Milliyetçi Cephe Hükümeti tarafından döşeniyordu. Ülkenin her yerinde çatışma ortamı, bizzat iktidarca örgütleniyordu. Bizler de bulunduğumuz yerlerde oluşabilecek tehditleri bertaraf etme mücadelesi veriyorduk. Bunu yaparken de kırmadan, dökmeden ilerlemeye çalışıyorduk. Elimizdeki tek güç, yaşadığımız yerde toplumun tüm katmanlarından aldığımız destekti. Çalışanlar, emekçiler, üreten herkes; biz gençlerin arkasında durmalarını sağlayacak yapıyı hep birlikte inşa ettik.
1 Mayıs 1977’den 1 Mayıs 1978’e kadar olan süreçte ülkenin dört bir yanından çatışma haberleri geliyordu. Üniversitedeki abilerimiz ve ablalarımız için endişeleniyorduk. Kaybettiklerimiz de oldu. Ancak bulunduğumuz kentte çatışma ortamı yaratılmaması için yaşımızın üstünde bir olgunluk ve sorumlulukla mücadele ediyorduk. Ben de bazı arkadaşlarım gibi bir fabrikada işbaşı yaptım. Artı değer üreten, ailesini geçindirmek zorunda olan işçi arkadaşları bu sürece katmak için uğraşıyor, onlara önderlik ediyorduk. Hem gençtik hem de bizleri bağlayan, sorumluluğunu alacağımız bir ailemiz yoktu. Bu da bize özgür hareket etme olanağı sağlıyordu.
Katliamdan sonraki ilk 1 Mayıs’ta, yani 1 Mayıs 1978’de, genç işçilerle birlikte hareket saatini büyük bir heyecanla bekledik. Kent merkezinden hareket edecek otobüsler yavaş yavaş dolarken, çalıştığım işyerinin sahibinin, hırslı ve öfkeli gözlerle otobüslere binecek işçileri izlediğini gördüm. İşçilerin birlikteliği patronu doğal olarak korkutmuştu. Bir açıdan haklıydı da.
Neden mi?
1963-1980 döneminde sendikal hareket, sınıfın tümünün çıkarlarını koruyacak ve geliştirecek yasal değişiklikler için mücadele etmek yerine, kolay olanı seçmiş; yalnızca temsil ettiği kitlenin çıkarlarını gözeten toplu iş sözleşmeleri aracılığıyla hak arayışına yönelmiştir. DİSK de dâhil olmak üzere, “ücret sendikacılığı” ne yazık ki çok yaygındı. İşte bu da Türkiye’deki işçi sınıfının başarısızlığının temel taşı olmuştur.
Bunları neden uzun uzun anlattım?
Çünkü şu anda içinde bulunduğumuz koşulları yaratan biziz. Bizim kuşağımız. Baştan sona kadar yanlış yaptık ve yapmaya da devam ediyoruz.
1 Mayıs 2025, mutlaka Taksim’de kutlanmalı. Amasız, fakatsız, bedeli ne olursa olsun kutlanmalı.
Peki bu bedeli kim ödemeli?
Bizler! Bizim kuşak!
Bu bedeli çocuklarımıza, torunlarımıza ödetmemeliyiz.
Eğer ayakta durabiliyorsak, yürüyebiliyorsak mutlaka 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’nda olmalıyız. Gençlerin kaybedecekleri bir gelecekleri var. Bizimse kaybedecek hiçbir şeyimiz yok. Yaşlıyız ama cesaretimizi kaybetmedik.
Haydi, 1 Mayıs’ta Taksim’e!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.