“Eylül sonunda Resmî Gazete’de çıktı. Hatay için de dahil olmak üzere deprem bölgesindeki özel okula giren öğrencilere ilkokulda 24 bin küsur, ortaokul ve lisede 28 bin küsur lira teşvik veriliyor. Bu teşvik parası tabii ki özel okul sahiplerinin cebine gidiyor. Yani kamudaki öğrencilere bir şişe suyu fazla görenler torbalar dolusu teşvikleri özel okullara aktarıyorlar”
“Dayanışma seferberliğinden yeniden inşa sürecine Hatay’da toplumsal hareketler” başlıklı dosyamızın altıncı söyleşisini Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) Hatay Şube Başkanı Özgür Tıraş ile yaptık. Tıraş, pandemiyle birlikte gün yüzüne çıkan eşitsizliklerin deprem sonrasında daha da derinleştiğine dikkat çekiyor. Kentin yeniden inşa sürecinde eğitimin her zaman ikinci plana atıldığını, sürekli olarak tasarruf tedbirleri gibi sebeplerle eğitime yönelik harcamaların yapılmadığını ifade ediyor.
Tıraş, okullara ulaşımdan beslenmeye, temiz suya erişimden okul mevcutlarının fazlalığına kadar pek çok sebepten ötürü eğitim terklerinin arttığına vurgu yapıyor.
6 Şubat depremlerinin eğitime yansıması Hatay’da nasıl oldu? Eğitim nasıl etkilendi? Eğitime erişimde nasıl değişimler oldu? Eğitim nasıl etkilendi?
Pandemiyle beraber öğrencilerimizde bir öğrenme kaybı başlamıştı. Pandemiyi hatırlarsak şu anekdot bizler için çok önemli; maalesef AVM’ler açıktı, okullar kapalıydı. Bu siyasi iktidarın eğitime bakışıyla ilgili. Okullar bizim için sadece akademik bilgileri yüklediğimiz yerler değil. Aynı zamanda çocuklarımızın kendi güvende hissettiği, iyileştiği, sosyalleştiği, arkadaşlarıyla vakit geçirdiği, öğretmenlerle buluştuğu sosyal alanlar. Pandemide de el altından da olsa özel okullarda hizmet vermişti. Bir kesim öğrenci eğitime hiç erişemiyordu ama bir kesim öğrenci hem yüz yüze hem online eğitime devam ediyordu. Aslında var olan eşsizlikler pandemiyle beraber artarak devam etti.
6 Şubat gerçekten bizler için büyük bir doğal afetti, maalesef sorumlular tarafından bu afet felakete dönüştürüldü. Hatay’ın genelinde deprem esnasında ve depremdeki hasardan dolayı toplam 210 civarında okul binası zaten yıkıldı. Bu sayı Milli Eğitim Müdürlüğü ve Hatay Valiliği tarafından açıklandı. İki yılda çok yol aldığımızı söyleyemeyiz. Yazın 100 tane okul yapıldığı söylendi ancak 100 okulun maalesef 85-90 tanesi zaten konteynır kentlerdeki prefabrik okullar. Birçoğunu da hayırseverler yaptı. Aradan iki yıl geçmesine Selim Nevzat Şahin Anadolu Lisesi, Çekmece Şehit Türkmen Anaokulu binaları hâlâ emniyet yetkilileri tarafından kullanılıyor. Biz bunu doğru da bulmuyoruz.
Aradan iki yıl geçmiş olmasına rağmen bir ulaşım meselesi çözülmüş değil. Çeşmeden bile su içemiyoruz. Ulaşımın, elektriğin, temiz içme suyunun, yani kısacası insanca yaşam koşullarının oluşturulmadığı bir kentte kendi hayatımızı idame ettirmeye çalışıyor ve öğrencilerimizin hayatına dokunmaya çalışıyoruz. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası’nın (SES) hava ölçümüyle ilgili de raporları var. 30 günlük ölçüm yapmışlar. Normalde 15 mikrogram olması gereken kirlilik maalesef yaklaşık dört kat fazla ölçülüyor ve 20 gün bunun üstünde, yani bu kadar sağlıksız koşullarda yaşıyoruz.
Beslenme zaten çok ciddi bir problem. Bodurluk oranı Hatay’da da yüksek ama buna rağmen depremzede öğrencilerimize; ebeveynini kaybetmiş, arkadaşını kaybetmiş, öğretmenini kaybetmiş buna rağmen hayata tutunmaya çalışan bu öğrencilerimize ne bir şişe temiz içme suyu ne ücretsiz bir öğün sağlıklı yemek ne de ücretsiz ulaşım sağlanmış. Bunları biz talep ettiğimizde tasarruf tedbirleri, bütçe kısıtlılıkları gerekçe gösterilirken sermaye yararına pek çok yere bütçe ayrıldığını görüyoruz. Eylül sonunda Resmî Gazete’de çıktı. Hatay için de dahil olmak üzere deprem bölgesindeki özel okula giren öğrencilere ilkokulda 24 bin küsur, ortaokul ve lisede 28 bin küsur lira teşvik veriliyor. Bu teşvik parası tabii ki özel okul sahiplerinin cebine gidiyor. Yani kamudaki öğrencilere bir şişe suyu fazla görenler torbalar dolusu teşvikleri özel okullara aktarıyorlar.
Beslenme sorununu biraz açabilir misiniz?
Hatay Tabip Odası ve SES Antakya, Defne ve Samandağ’da yaklaşık 600 aileyle bir çalışma yaptı. Bu ailelerin üçte biri sağlıklı gıdaya erişemiyor. Bodurluğun oranı da yüzde 6,2, yani Türkiye ortalamasının üstünde. Bu çocuklar sağlıklı beslenemiyor. Endonezya’da da bodurluk oranı yüksek çıkınca hemen okul yemeği hayata geçti. Ücretsiz bir öğün yemek. Biz de hem burada hem Türkiye genelinde Okul Yemeği Koalisyonu oluşturduk. Dünyada Kamboçya, Malezya, Pakistan gibi çok da zengin sayılmayacak ülkelerin de aralarında olduğu 100’e yakın ülkede okul yemeği var. Biz de çocuklarımıza bir öğün ücretsiz, sağlıklı bir yemek hakkı mücadelesini veriyoruz.
Bütçe demişken aslında okullar ilk açıldığı zaman çok tartışılmıştı, temizlik görevlileri konusu…
Temizlik bizim için niye daha önemli oldu? Birçok okul binası yıkıldığı için bir binayı birden fazla okul kullanıyor. Yıkımın az olduğu yerlerde okul binaları da genel olarak sağlam olduğu için haliyle o civarda kümelenmeler oldu. Örnek veriyorum 500 öğrenci mevcuduna sahip bir okulun mevcudu 600-700’e çıktı. Onun dışında birkaç okul da aynı binaları kullandı. Haliyle bu kadar çok öğrencinin olduğu yerde temizlik, hijyen çok çok önemli. Bizler yıllardır yardımcı hizmetli atamasını talep ederken, son süreçte hatırlarsınız, TYP adı altında İŞKUR personeli alınıyordu. Kimi altı ay, kimi dokuz ay olacak şekilde kısmi zamanla çalışılıyordu.
Biz bunlara karşı çıkarken MEB dönem başında İşgücü Uyum Programı adı altında ilk dört hafta, haftada beş gün, daha sonra haftada üç gün çalışacak şekilde, günlük 500 küsur lira karşılığında işçi aldı. Yani toplamda 8 bin lira -o zaman asgari ücret 17 bin liraydı- cep harçlığı veriyorlardı. Gelenlerin kimi bu paraya çalışmak istemedi haliyle ya da işin çok olduğunu söyledi. MEB’in ödediği bu 8 bin liranın üzeri veliler ve öğretmenlerden toplanarak tamamlanmaya çalışıldı. Yani tamamen velilerin ve öğretmenlerin sırtına yıkıldı. Sorunu böyle çözmeye çalıştılar.
Yardımcı hizmetli bizler için çok önemli. Ayrıca güven problemi açısından da önemli. Hatırlarız mesela, bizlerin daha önce okullarda hizmetli abimizi hep tanırdık. Belki abimizin, ablamızın döneminde de aynıydı. Hababam Sınıfı’nda Veysel Efendi gibi. Ama üç ayda bir, altı ayda bir bu arkadaşlarımızın değişmesi aynı zamanda bir güven problemi de oluşturuyor ve üzücü olan şu ki bu arkadaşlarımızın çalıştığı süre emekliliğe de sayılmıyor. Yani tamamen bir emek sömürüsü. Tabii bu tepki üstüne biz bunu kamuoyuyla da paylaştık, sendika merkezi de bununla ilgili eylemler yaptı. Önce kişi sayısını arttırdılar, sonra günlük ücretleri 500 küsur liradan 1800 lira üstüne çıkardılar. Ancak temizlik personeli meselesi çözülmüş değil.
Eğitimde sorunlar nasıl devam ediyor? Ayrıca eğitim emekçileri eğitimin ikinci yılına girerken nasıl sorunlar yaşıyor?
Buradaki öğrencilerimiz dezavantajlı öğrenciler. Normalde dezavantajlı kesimin desteklenmesi lazım. Bu öğrencilerimize herhangi bir ekonomik destek sağlanmış değil. Bu öğrencilerimizin bazıları 21 metrekare konteynırda 4-5 kişi, bazen altı kişi hayatını idame ettirmeye çalışıyor ve ders çalışma ortamları yok. Konteynır kentlerin çoğunda kütüphane, ortak çalışma alanı yok. Bu öğrencilerimizin çoğu ücretsiz ulaşım sağlanmadığı için ya otostopla ya yürüyerek akşam karanlığında evlerine gitmeye çalışıyor. Sabah karanlığında okula gelmeye çalışıyorlar ya da gelemiyorlar.
Beslenme çok önemli çünkü iyi beslenemeyen bir öğrenci zaten geldiğinde kendini derse veremiyor, ilgisini veremiyor, sosyalleşemiyor. Parası olmayan bir çocuk kantine giremiyor. Biz bir öğün yemek vermiyoruz. Bahsettiğimiz gibi temiz içme suyu yok. Sabah karanlığında gidiyorlar, ders 30 dakika. Ebeveynlerini kaybetmişler.
Biz ne yapıyoruz? Geçen sene başlayan uygulamayla, önceki dönem altıncı ve dokuzuncu sınıflar, bu sene yedinci sınıflar Matematik ve Türkçe dersinden, onuncu sınıflar Türk Dili ve Edebiyatı ve Matematik derslerinden Türkiye genelinde ortak yazılılara giriyor. Yani deprem bölgesindeki yedinci, onuncu sınıf öğrencisiyle İstanbul’da özel okula giren çocuk aynı kazanımlardan yazılı oluyor. Yani eşitsizliğin bu kadar olduğu bir yerde, koşullar aynıymış gibi öğrencilerimizi aynı sınava tabii tutmak doğru değil.
Pandemiyle beraber zaten başlayan bir dezavantajlı süreç vardı, bu süreçte makas daha da açıldı. Akademik açıdan biraz başarısız olunca motivasyonu düşüyor ve okulu bırakmak istiyor. Yani beraberinde eğitim terkini de tetikliyor. Olması gereken şu, biz bu çocuklarımızın üniversiteye ve liseye geçiş sınavlarına tabii tutulmamasını, sınavsız alınması gerektiğini savunurken o merkezi sınavlar yetmiyormuş gibi az önce bahsettiğimiz sınavlara tabi tutulmasına doğru bulmuyoruz.
Depremin birinci yılında üniversite sınavında depremzede öğrencilerin deprem bölgelerinde yapacağı tercihlerde bir ek kontenjan açıklanmıştı…
Uygulama devam etmedi. Düşünün; travmayı burada yaşamış bir çocuğun, zaten aynı yılda devam etme şansı çok zor çünkü eğitime zaten erişmek için birçok velimiz, birçok arkadaşımız, birçok esnaf işini-evini kaybeden kişi zaten farklı illere göç etmek zorunda kaldı. Ek kontenjan uygulaması devam etmedi. Bu bizim açımızdan da büyük bir sıkıntı. Zaten şu gösterilmeye çalışılıyor. Depremden önceki öğrenci sayısı ile şu anki öğrenci sayısı arasında bir fark var. Depremden önceki öğrenci sayımız yaklaşık 36 bin civarıydı. Şu an 28-29 bin bandında. Düşünün, fark yaklaşık 7-8 bin, yüzde 20-25’in buradan gittiğine işaret ediyor. Buranın hem eğitim açısından hem kent açısından daha cazip hale getirmesini istiyoruz.
Yakın bir süreçte Diyanet İşleri Başkanı geldi buraya. 4-6 yaş grubu için, dokuz tane Kuran kursu açtı. 2023-2024 eğitim-öğretim yılını Milli Eğitim Bakanı geldi, burada öğretimi açtı. Açtığı okul binasını bile aynı anda üç okul kullanıyordu. Hatay’da her şey normalmiş algısı sunuluyor ama biz bunun öyle olmadığını, o eğitim öğretimin açıldığı okulun 50 metre ilerisinde, 100 metre ilerisindeki farklı okulları ve farklı okulların durumlarını anlatarak bunu gösterdik. Düşünün aradan iki yıl geçmiş ama daha güçlendirmesi, onarımı bitmemiş onlarca okul var. Bunlar aslında alt alta konulduğunda siyasi iktidarın eğitime ve eğitimcilere bakışını da gösteriyor.
Aynı şekilde bizim için de öyle. Biz eğitim emekçileri olarak insanca yaşam koşullarının oluşturulmadığı bir kentte hem hayatımızı idame ettirmeye hem de öğrencilerimizin hayatına dokunmaya çalışırken başka illerde çalışan öğretmen arkadaşlarımızla aynı ekonomik koşullarda çalışıyoruz. Maaşlarımız aynı. Bizden istenilen evraklar aynı. Her şey aynı. Biz bunu da doğru bulmuyoruz. Konteynırda yaşamını sürdürmek zorunda olan öğretmen arkadaşlarımıza zaten çeşitli zorluklar da çıkarılıyor. Konteynırdaki yaşam kendi haline bırakılmış. Çevre temizliği yok, ilaçlama yok, su problemi var, elektrik problemi var. Bu yetmiyormuş gibi AFAD bir yazı yazdı Milli Eğitim Müdürlüğü’ne, “Öğretmenlerin kaldığı konteynır kentte elektrik ve su faturalarını ödemeyeceğiz, kurum olarak siz ödeyin” dedi. Milli Eğitim de kendi içinde yazmış ve diyor ki, “Biz bunu ödeyemeyiz, tasarruf tedbirleri var, o zaman öğretmenler ödesin.” Sık sık öğretmenler tehdit ediliyor, elektriğinizi kestik, sayaç bağlayın, abone olun. Şimdi evi yıkılmış, konteynırda kaldığı için 7500 lira kira yardımı alamayan ev sahipleri de orada.
Hatay’da depremzede çocuklara dokunmak isteği ile buraya tayin isteyenler de var ilk atamalarda. Bunların desteklenmesi gerekirken ısrarla birçok şey öğretmen arkadaşlarımızın sırtına yıkılıyor. Hadi öğretmen arkadaşlarımız sayaç bağlamayı kabul ettiler. Dediler ki “Olmaz, bekleyin bir eski borç var. 1 milyon 28 bin lira, bunu siz ödeyeceksiniz.” Şimdi öğretmenler neye göre ödeyecek, nasıl ödeyecek eski borcu? Bir ay önce gelen var, üç ay önce gelen var, üç kişi kalan var, bir kişi kalan var. Yani kullanmadığınız elektriğin faturası bile öğretmen arkadaşlara kesiliyor. Biz bunu da doğru bulmuyoruz.
Eğitim emekçileri yeniden inşayı nasıl değerlendiriyor?
6 Şubat’ta sadece binalar yıkılmadı. Yani bu kadim kentin bir tarihi vardı, bir kültürü vardı, bizim bir geçmişimiz vardı, anılarımız vardı. Bunların inşa edilmesi gerekiyor ama maalesef yetkililer bu meseleye biraz betonun üstünden bakıyorlar. Bakın arkamızdaki Armutlu Mahallesi rezerv alan ilan edildi ve şu an planlamada okul yok. Yani tamamen “Biz bu mahalleye kaç tane konut yaparız, daha fazla kaç konut çıkarırız?” hesabı yapılıyor. Bu işin uzmanları vardır. Mühendisi var, mimarı var, iç mimarı var vs. Bunlarla beraber aslında bir katılım mekanizması oluşturulmalıydı ama süreci “yaptım, oldu” düşüncesiyle yürütmeye çalışıyorlar.
Yıkılacak bir binaya buradan kaç kilo demir çıkar, kaç konut çıkar hesaplarının olduğu bir tarzı doğru bulmuyoruz. Çünkü gerçekten bizler hem kentimize hem geçmişimize hem kültürümüze hem geleceğimize sahip çıkacağız. Çıkmaya da devam edeceğiz. Ama halkın ve bilim insanlarının bu karar alım süreçlerine dahil edilmediğini görüyoruz. Düşünün, mahallede siz yaşayacaksınız ama hiç sorulmuyor. Nasıl bir mimari istersiniz, gelenekleriniz nedir, görenekleriniz nedir? Mesela biz hep bahçeli evlerde doğduk. Evlerimizin önünde bir asma vardı. Aslında bu yeniden inşa meselesi bir bina olarak durmuyor. Biz de bir kentin altyapısıyla, üstyapısıyla, kültürüyle olması gerekiyor. Daha çok halkı, kamuyu düşünen tarzda hareket edilmesi gerekiyor.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Bir örnek vereyim. Az evvel servis sorunundan bahsettik. Tasarruf tedbirlerinden dolayı kaldırıldı. Biz bu servisleri talep ederken Milli Eğitim Müdürlüğü yakın zamanda bir yazı gönderdi okullara. Kız öğrencilerin servislerde ön koltuklara oturtulmamasına dair. Biz ne beklerken ne buluyoruz.
Maalesef birçok konuda bu ve bunun gibi şeylerle karşılaşıyoruz. Bu kent normalleşecekse eğer eğitimin etkisi çok büyük ama maalesef öyle bir noktaya geliyoruz ki artık eğitim Anayasal bir haktan daha çok erişilmesi güç, paran kadar erişebildiğin bir hizmete dönüşüyor.
Yani şunu da söyleyeyim, bu da bizim için önemli bir anekdot. Hatay’da tek Güzel Sanatlar Anadolu Lisesi, yani Bedii Sabuncu Güzel Sanatlar Anadolu Lisesi aradan 24 ay geçmesine rağmen hâlâ prefabrik bir okulda bile değil, konteynırdan yapılma bir okulda ve konteynırın çatısı akıyor. Bu okul Hatay’da tek olmasına rağmen hem ressam hem resim öğretmeni hem müzisyen hem müzik öğretmeni yetiştiriyor, öğrencileri konservatuara hazırlıyor.
Dışarıdan görenler “Biz öyle bilmiyorduk” diyor, çünkü her şeyin normalleştiği algısı yaratılmaya çalışılıyor. Çok iyi hatırlıyorum, depremden sonra, seçimden önceydi. Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer Ordu’dan bir açıklama yapmıştı. Mart sonunda 5-6 ilçede okulların açıldığını söylemişti. Yani Altınözü gibi, Yayladağ gibi yıkımın az olduğu yerlerdi ama öğretmenlerin nerede kalacağı belli değildi. Sonra güya kademe kademe açıldı. Eğitim emekçilerine Hatay’a reva görülen bu uygulamanın tesadüf olmadığını, iş bilmemezlik olmadığını, bir siyasi tercih olduğunu düşünüyoruz.
Bizler de Eğitim-Sen olarak her zaman çocuklarımızın üstün yararını düşünmek zorundayız. Yani aynı zamanda bizlerin yani eğitim emekçilerinin hem haklarını hem çocuklarımızın geleceğine, geleceklerine sahip çıkma noktasında da bundan önce nasıl mücadele ettiysek bundan sonra da mücadele etmeye devam edeceğiz.
Söyleşi: Zişan Gür