Amerikan devletinin giderek yerleşen faşizm altında bu yeni düzenlenmesi o kadar çığırından çıkmış bir halde ki, sultanlıklarla idare edilen sömürge tipi faşizm ülkelerine parmak ısırtıyor. Trump’ın bu hükümette bakan olarak atadığı faşist Marco Rubio’nun, yüksek bir seviyede işe aldığı Darren Beattie adındaki başka bir faşist, daha önceki Trump hükümeti sırasında bile beyaz ırkçılarla çok yakın ilişkileri olduğu için işten atılmıştı
“‘Devrimci şiddet’ kavramının kendisi biraz yanlış bir şekilde ortaya atılmış, çünkü şiddetin çoğu değişim için mücadele edenlerden değil, reformu engellemeye çalışanlardan geliyor. Ezilenlerin şiddetli direnişlerine odaklanarak, iktidardaki oligarkların statükoyu korumak için kullandıkları çok daha büyük baskıcı gücü ve şiddeti göz ardı ediyoruz. Bu şiddete barışçıl gösterilere karşı silahlı saldırılar, kitlesel tutuklamalar, işkence, muhalif örgütlerin yok edilmesi, muhalif yayınların bastırılması, ölüm mangası suikastları, tüm köylerin yok edilmesi ve benzeri şeyler dahildir.”
― Kara Gömlekliler ve Kızıllar: Rasyonel Faşizm ve Komünizmin Devrilmesi” – Michael Parenti-Siyaset bilimci
Klasik faşizm analizlerinde çoğu kez kapitalizmin emekçiler tarafından yıkılması tehdidine karşı faşizmin bir çözüm umudu olarak ortaya sürülmesi düşüncesi vardır. Kendini zayıf hisseden tekelci sermaye sahipleri korkularını dindirmek amacıyla, sisteme karşı örgütlenen emekçileri milliyetçilikle, ırkçılıkla, savaşla disipline ederek yarınlarını kurtarırlar.
Ancak bu durum 21. yüzyılın geldiğimiz günlerinde, hele de kapitalizmin kalesi ABD’de, tam oluşmuş değil. Genel emekçi sınıfı Amerika’da ne örgütleri ne ideolojileri ne de geleceğe dair bir plan ya da programlarıyla sistemi tehdit eden bir konumda değiller. Ancak sistem, maalesef, emekçilerden daha da fazla, kendisinin zaaflarını ve kırılma noktalarını gayet iyi biliyor. Özellikle de emekçilere giderek yapmayı planladığı saldırılara gelebilecek tepkilerin kendi çatlaklarından kendisini çöküntüye götürebilecek olayların çıkabileceğini görebiliyor.
Kapitalizmin 100-150 yıl öncesinden çok farklı olduğunu, artık tekelci finans kapital ve kumpas-asparagas döneminde çoğunlukla eskisi gibi bir üretim ve artı-değer sömürüsü üzerinden değil, ama talanla, gaspla, el koymayla, şiddetle ve çökme metotlarıyla, yangından mal kaçırır gibi sermayedarların birbirinin elinden kapkaççılıkla edinilen bir varlık birikiminden söz eden düşünürler daha fazla ciddiye alınmaya başlandı. Acımasız üretim, korkunç kâr ve tekelci teknolojik destekli bir altyapıyla değer yaratılması tabii ki arka planda devam edip ama daha çok çevre ülkelere kaydırılırken, bu değerin paylaşılması ve bölüşümünün getirdiği savaş ve kapışmalar daha bir öne geçer gibi görülüyor. Tabii, derhal sorulması gereken, sanki kapitalizmin başında durum çok mu farklıydı? İlkel sermaye birikimi sadece artı-değere üretim sürecinde el koymayla mı olmuştu ki?
Belki küresel anlamda, o eski, geleneksel kapitalizm sömürü metotlarıyla ve eğer “Dünya Sistemi”[1] kategorileriyle adlandıracaksak, çevre ülkeler (periphery) ve yarı çevre (semiperiphery) ülkelerde üretim ve artı değer sömürüsü klasik kapitalizmdeki gibi, hem de 2-3’e katlanmış bir halde, devam etse bile, emperyalizm bu yerel sömürüden de payını almadan edemiyor. Yani üretim emperyalist “çekirdek” merkezlerden giderek çevreye itilse de dünyanın başka yerlerinden el konulan artı değer bir yolla yine merkeze yolunu buluyor. Bu “Dünya Sistemi” anlayışına göre çekirdek merkezlerin tanımı şöyle:
Merkez ülkeler — Bu ülkeler, ileri beceriler ve/veya önemli finansal yatırım gerektiren ürünler üretirler. Yarı çevre ve çevre ülkelerle baskın, genellikle dengesiz ekonomik ilişkilere sahiptirler. Merkez ülkeler, önemli ekonomik, politik ve askeri güce sahip, oldukça gelişmiş, yüksek gelirli kapitalist ülkelerdir. Bu, ucuz işgücü, tarım ürünleri ve hammaddeler için çevre ve yarı çevre ülkelerini sömürmelerini sağlar.[2]
Artık bu merkezlerde gerçek üretimin giderek gözden düşerek, çevre ülkelere itildiği, ama çok denetimli bir şekilde kendilerinin kontrolünde olması garantilenen bir sürece girildiği apaçık. Ancak gerçek üretimin ve üretenlerin ve bu üretimin zorlukları ve sorunlarını uzaklaştırmaya ya da yok etmeye yönelik bu eğilim kendi sorunlarını da derhal yaratmakta. Dikensiz gül bahçesi hayaliyle ve güya emekçisiz bir cennet yaratma teşebbüsüyle kıvranan elitler Amerika’daki gibi bir toplumsal çöküş ve buna bağlı gelecek tepki senaryolarını da imzaladıklarını da gayet iyi biliyorlar. İşte onları panikleten de tam bu kendi yarattıkları çöküş ve bekledikleri tepkiler. Dünyada gelişmekte olan ciddi rakip kapitalist merkezler ve çok kutuplu dünyada ABD’nin kaybetmeye başladığı liderlik konumu tabii ki kaygının öteki kaynağı.
Bu durumda gelişebilecek tepkileri göğüslemenin birinci metodu derhal faşizan uygulamaları yükselterek toplumu kontrol altına almak, eğer o da başarısız olursa, rokete binip başka bir gezegende yaşamak.
Bu tatsız durumdan kaçmanın ütopik çözümünü Elon Musk yönetici sınıflara gayet güzel bir asparagasla satmasını bildi. Krizi paraya çevirmek her kapitalistin ıslak rüyasıdır.
Halklardan ve geleceklerinden korku içinde çitli mahallelerine çekilmiş enayileri Mars’a taşıyacağı proje asparagaslarıyla bunlardan alabildiğine, devletten aldığı da cabası, yatırım alıyor ve tabii kişisel varlığını bugünlerde neredeyse bir trilyon dolara yaklaştıran ilk milyarder oluyor. Elon Musk’ın bu gezegenden ve bizlerden kaçıp gitmek isteyen milyarderlere sunduğu projeye göre insanlık 2029’da, yani bugünden 4 yıl sonra, Mars’a insanlı uçuşlara başlayacakmış. 2050 yılında da bu kırmızı gezegende artık yaşamaya başlayacakmış insanlar. Bu projeye göre milyarderlerimizi Mars’a kaçıracak yolculuk 150 gün sürebilecekmiş, yani neredeyse 5 ay. Sülün Osman’ın bile aklına gelemeyecek böyle bir düzenbazlığı yutturabilmesi için bizim milyarderlerimizin gerçekten çok korku içinde olması gerekir. İşte bu günkü Amerikan faşizmini de besleyen, rasyonel olup olmadığı başka konu, bu onulmaz korku.
4 yıl içinde gezegenler arası dolmuş-otobüs işini başarmaya söz veren girişimcimiz nedense yıllar önce başarılıp bitmiş olması gereken roketlerini düzenli bir şekilde dünyaya indirme sürecini bile tam başaramadı. Koskoca yıldızları ve galaksileri yutan uzaydaki kara delikler gibi para yiyen projenin arkasında ise çalışan halktan toplanan vergiler olmasa tabii ki zaten bir yere gideceği yok. Ama para devlet kaynaklarından ve halkın vergilerinden geldiğine göre, Mars’la aramızda paranın bahsi mi olur?
Bu satırların yazıldığı günlerde bile başarısızlıklar Musk’ın projelerini bir türlü bırakmıyor. Gökyüzünü binlerce uyduyla donatarak dünyanın her bir köşesini dinlemeye fırsat açacak Starlink projesi kapsamında roketler ve uydular devamlı yanarak düşüyorlar. 29 Ocak 2025’te bir uydu 62 parlak ateş topuna bölünerek dünyamıza “sert iniş” yaptı.[3] Ama bu ne ilk ne de son. Daha birkaç ay önce 20 uyduyu yanlış yörüngeye yerleştirmenin utancıyla o uydular “kontrollü bir şekilde” gene dünyaya çaktırılmış, ay pardon, “sert iniş” yapmış, yok olmuşlardı. Eğer size Ocak 2025 ayında Musk’ın 120 tane uydusunun yana yana dünyaya düştüğünü söylersek, kim inanır? Çünkü anaakım medyamız, öğrendiği kendi kendisini disipline etme geleneğiyle bu konuya pek, parmak basmayı bırakın, bahis bile etmek istemiyor. Yine birkaç hafta önce başka bir “çok kullanışlı” roket yerine inememiş bir ateş topu olarak dünya toprağını öpmüştü.
Milyarderleri bizden kaçırıp, birkaç yıla kalmadan Mars’a taşıyıp kurtarma planlarını futbolculara yatırım satan banka müdireleri misali yutturan bu projeyi ve bugün bizim teknolojik olarak nerede olduğumuzu, bunu başarmaya yakın olup olmadığımızı anlamamız için Uluslararası Uzay İstasyonu’na gönderilen zavallı iki astronotun başına gelenler hatırlanabilir. Haziran 2024’te sadece 8 günlüğüne istasyona gönderilen bu astronotlar bir sürü teknik sorun yüzünden bir türlü dünyaya geri getirilemiyor. Hâlâ uzayda sallanıp duruyorlar. İstasyonda üç Rus ve iki Amerikalı astronotun yanına zoraki olarak eklenen bu iki kişi, davetsiz misafir olarak uzayda ikircikli bir şekilde 8 gün yerine tam 8 aydır askıda bekliyorlar ki güvenlikli şekilde dünyaya dönebilsinler. Her hafta onları döndürmek için yeni bir plan yapılıyor ama anında bu planın da çalışmayacağı ortaya çıkınca, derhal vazgeçiliyor.
Uzaya 8 günlüğüne gönderilip 8 aydır indirilemeyen astronotlar
Burnumuzun dibindeki iki kişiyi dünyaya geri getirmek bile bu kadar zorken, 225 milyon kilometre öteye “milyarder dolmuşu” hayalleriyle kepçeler dolusu devletin parasını zevkle yakmak ancak Trump’ın sevgili şımarık oğlanı Musk gibi birisi tarafından pazarlanabilirdi. Ve bu harcamaları açlık yaşayan Amerikan halkının gözlerinin içine baka baka yapabilme cüreti ise ancak faşizmin sopası ve disipliniyle gerçekleştirilebilirdi. Üretim yapmak yerine böyle aptalca projelerle “dostlar alışverişte görsün” diyerek yapılan bir meşgale, aynı zamanda kapitalizmin artık bu ölüm yatağında, komada bile değil, kokuşmaya başlamasının güzel bir göstergesi.
Ama Amerikan devletinden her yıl milyarlarca dolarlık kıyak ihale alan Boeing gibi uçak ve silah devi gönderdiği astronotları geri getiremeyince, Trump arpalığı kendi yalakası Musk’a açmak için bu astronotları geri getirme işini ona devretti[4]. Zaten art arda orasından burasından arıza veren uçakları yüzünden karizmayı çizdirmiş[5] Boeing geriye çekiliyor ve doğrusu milyarlarca dolara boğulmuş Musk’ın şirketi Trump’ın bu yeni kıyağıyla şu an bu iki kişiyi geri getirme planları yapmakta. Amerika’nın 5’li çetesinin, yani devletin en kıyak ihalelerini kapatan 5 şirketten birisi olan Boeing öyle yabana atılacak bir şirket olmasa da arkası arkasına utanç verici hataları dikkat çekiyor. Böylece kurtarma operasyonunun fiyakasını da kazanacak Musk, hem parasal açıdan hem de reklâm yaparak aldığı devlet fonlarını ne kadar hak ettiğini halka gösterme fırsatı yakalayacak.
Daha uzay maceralarını bırakalım, Musk, yeni başa geçen babişkosundan hemen yollara saldığı Tesla arabalarının durmadan yanması, şoförden bağımsız kontrolden çıkarak çarpışmalara karışması, binbir kazaya neden olmasının, ve insanları öldürmesinin istatistiklerini karartmak için yollardaki trafik kazalarının tutulan istatistiklerin derhal durdurulmasını istedi.[6] Bu zorunlu karayolları kaza raporuna Musk “Benim arabalarımın kaza raporları şirketimin aleyhine çalışıyor, bizi kötü gösteriyor” diyerek karşı çıkıyor. “Arzun emrim olur” diyen Trump da daha Beyaz Saray’da haftasını bile doldurmadan ilk işlerinden biri olarak bu raporun gereksizliğini bildiriyor. Artık karayollarındaki kaza raporlarını göremeyeceğiz ki, şirketlerin kaç kişiyi bile bile öldürdüğünü anlamayalım, bilmeyelim. Yeter ki şirketlerin satışlarına halel gelmesin.
“Seçkin bir azınlığın büyük bir zenginlik içinde yaşayabilmesi için milyonlarca insan, hiçbir zaman finansal güvencesizlikten kurtulamadan ve yaşam kalitelerindeki düşüşle büyük bir bedel ödeyerek tüm yaşamları boyunca sıkı bir şekilde çalışır. Şikâyetimiz, sadece çok zenginlerin diğerlerinden çok daha fazlasına sahip olması değil, aşırı varlıklarının ve bitmeyen birikimlerinin toplumlarımız ve çevremiz de dahil olmak üzere herkesin ve her şeyin pahasına olmasıdır.”
― Michael Parenti, Blackshirts and Reds: Rational Fascism and the Overthrow of Communism
Sadece uzay ve karayolları mı? Ocak 2025 sonunda Washington’daki uçak ve helikopter çarpışması kazasının daha dumanları tütmekteyken Trump ve Musk bu kazayı kullanarak emekçilere saldırılar başlamıştı bile. Daha kazanın nasıl, nerede, neden dolayı, hangi şartlarda olduğu bile anlaşılmadan emekçiler hedefin ortasına konuluyordu. Emekçilere ve haklarına Beyaz Saray’dan saldırı hava trafik kontrolörlerinin yeterli istihdam ve iş yoğunluğu yerine onların yetenek ve liyakatlarını sorgulayarak başladı. Onlara göre sorun onları aşırı çalıştıranlar değil, sorun yeterince emekçiyi işe almayarak çalışma durumunu zora sokan ve tehlikeyi yaratan işveren değil, emekçilerin kendisiydi.
Reagan emekçi haklarına saldırıyı neoliberal ekonomi temellerine dayanarak 1980’lerde başlatıyordu.
Ama aynı emekçilere neoliberal saldırı Trump’tan çok önce, sistematik olarak, 1981’de Ronald Reagan gibi yine serbest piyasacı bir başkanla başlamıştı. Reagan da aynı Trump gibi yol haritasını Heritage Foundation adlı faşist bir sermayedar örgütünün elinden alarak işe koyulmuştu. Ağır çalışma, uzun çalışma süreleri, iş yoğunluğu ve adil olmayan ücretler için PATCO sendikasında örgütlenmiş hava trafik kontrolörleri, işveren devletle müzakerelerde onları ezmeye yeminli Reagan hükümeti bu isteklerine kulak tıkayınca ve başka çare kalmayınca greve çıkmışlardı. 13 bin üyeli PATCO’nun 11 bin üyesi derhal Reagan tarafından işten atılacaktı. Pek çok trafik kontrolörü Reagan’ı aklı başında, makul birisi olarak görüyor, bir orta yol çözümü bulunacağına inanıyordu. Birdenbire “Hepiniz atıldınız” denmesini televizyonlardan duyduklarında kimse kulaklarına inanamamıştı. Düşünün, belki dünyanın en önemli işini, insan ve yolcu güvenliğini sağlıyorsunuz, uçakların iniş çıkışlarını, uçuşları, hava alanının güvenlikle kullanılmasını sağlayan emekçiler bir adamın iki dudağı arasından çıkan “hepiniz atıldınız” emriyle tüm hava alanlarından kapı dışı ediyor. Reagan, hemen Amerika’da “sıçan” olarak bilinen grev kırıcılarını işe sürdü. Trafik kontrolörü olmak için daha okullarda okuyan öğrencileri, müdürleri, hatta askeriyedeki trafik kontrolörlerini bile işe çağırdı. Yıllar önce emekli olmuş işçileri “sıçan” olarak geri işe çağırdılar. Büyük hava alanlarında uçuşlar yarıya indi. Ancak lokavttan iki gün sonra uçuşlar normalin yüzde 75’ine yetişebildi.[7] PATCO’lu işçilerin işten atılmaları başka sendikalara da gelecek bir sürü tehdit ve saldırıların başlangıcıydı. Emekçilerin örgütlü gücüne neoliberal topyekûn saldırı Reagan dönemiyle başlamıştı, sonra gelişerek devam etti ve olgunlaşarak bugün Trump eliyle uygulanacaktı.
PATCO sendikasında örgütlenen hava trafik kontrolörleri grev sırasında, 1981
Trump ise birkaç gün önceki uçak çarpışma sorununu ve suçu hava alanı ve hava mürettebatında azınlıkların da temsil edilmesine buldu! Çalışanların içinde kadın, azınlık, LGBTQ+’ların bulunduğunu ima ederek derhal işe alımlarda azınlıkların, engellilerin de dahil edilmesini öngören DEI programını hedef aldı. Daha uçağın Potomac Nehri’ne düşmesinin dalgaları dinmemişken ve elinde tek bir delil ya da bilgi bile olmadan ilk işi eşitlikçi DEI programı sayesinde çalışan emekçilerin liyakatını sorgulamak oldu. Ona göre eğer orada çalışan trafik kontrolörleri beyaz değilse muhakkak işe ya kayırmayla ya kadın oldukları için ya da siyahi oldukları için kabul edilmişti.[8] Halbuki o eşitlikçi programın amacı liyakatsiz azınlıkları işe almak değil, liyakatsiz beyazların işe alınmasına bir gem çekmekti. Bu kadar ırkçı bir saldırıya hazır olmayan, şaşıran ve Stokholm sendromlu “Trump için Siyahiler Koalisyonu” Başkanı siyahi Melik Abdul bile bir açıklama yaparak Trump’a “Yahu, bizim işimizi bayağı zorlaştırıyorsun” demek zorunda kaldı.[9] Unutmayalım Hitler başa geçtiğinde de onu destekleyen Alman Ulusal Yahudiler Derneği diye bir dernek vardı. Bu dernek Yahudilerin Alman mallarını boykot etmesine karşı çıkıyor ve Almanların Yahudilere kötü davrandığı iddialarını çürütmek için çalışıyordu[10].
Bugüne dönersek, Trump’ın başa geçmesinin hemen ardından kendisi de siyahi olan 17 yaşında bir faşist ırkçı öğrenci aynı okuldaki Güney Amerikalı Latin bir başka öğrenciyi silahla öldürüp intihar ediyordu. Faşistin yayımladığı manifestoda, “Kendi ülkemizde ikinci sınıf vatandaş olduk” cinsi yazılar ve göçmen ve siyahi karşıtı ırkçı ifadeler yer alıyor. Bu faşistin düşüncesini etkileyen, Trump ve onun şımarık Güney Afrikalı çocuğu Elon Musk’ın da yaydığı “Büyük Yerdeğiştirme Teorisi”ne göre Yahudiler, solcular ve göçmenler beyazları yerlerinden edip ülkede çoğunluk sağlamaya çalışıyorlar. Kendi kendisinden siyahi olduğu için nefret ettiğini söyleyen bu çocuk, “En iyi zenci ölü bir zencidir ve bunun içine ben de dahilim, keşke beyaz olsaydım…” diye kendi kendisinden siyahi olduğu için ne kadar nefret ettiğini anlatıyordu.[11]
Fakat sadece daha elinde herhangi bir bilgi ya da veri olmadan hava trafik kontrolörü emekçilerine saldırması kadar ilginç olan, kendisine “anti-komünist” diyen birisinin Boeing şirketinin kârını büyütmek için işten çıkarttığı, kötü parçalar kullandığı ve kaliteyi düşürdüğü uçakların bile sorumluluğunu kadınları ve azınlıkları işe alma programında bulan birisinden aldığı bilgiyi paylaşan Musk, “azınlıkları işe almayı öne çıkaran ve sizin güvenliğinizden daha önemli bulan DEI programıyla imal edilmiş uçaklarda uçmak ister miydiniz” diyerek bu ırkçı, ayrılıkçı, kadın ve engelliler düşmanı düşünceleri yayıyordu.[12] Bir de garip bir şekilde, bu beyazlara öncelik verilmesini savunan fikrini ispat etmek için, “Bir uçak kazasına gereksinim olduğunu” da belirtiyordu.
Emekçilere saldırı sadece grev kırıcılığıyla sınırlı değil elbette. Trump daha işe başlar başlamaz, ayağının tozuyla ofise bile tam yerleşmeden, bütün ülkeyi şoka sokan bir açıklama geldi Beyaz Saray’dan. İdare ve Bütçe Ofisi’nden federal hükümetin bütün borç ve hibelerini durdurma kararı çıktı. Bu programın içinde kanser araştırmaları, toplumsal sağlık hizmetleri, çocuk eğitimleri gibi kamu yararına yatırımlar da bulunmaktaydı. Ama derhal yargıya aktarılan bu karar bir federal hâkimin kararıyla durdurulunca Trump hiçbir şey olmamış gibi, aynı kayıtsızlıkla bu uygulamayı geri çekti. Evet, faşizmlerde de yargıya saygı gösterisi, güzel bir tiyatro oyunu gibi sahnelenebiliyor günümüzde. Ama bu kararın ne kadar daha bekleyeceği bilinmiyor, çünkü Trump faşizmi elini göstermiş, niyetini ve neler yapacağını, nasıl saldıracağını bu adımda ortaya koymuştu. Zaten daha sonra Trump’ın yardımcısı Vance de dobra dobra mahkemelerin yürütmenin meşru hakkını kısıtlamaması için fetva verecekti.
Girilen bu saldırı yolunun başka belirtileri de hemen ortaya çıkıyordu zaten. Uçak kazasında suçlu ilan edilen kadın ve engellilerin devlet işlerine girebilmesi programı gibi, Trump derhal “Eşit İstihdam Olanakları Komisyonu”, ve “Ulusal Emekçi İlişkileri Komisyonu”nda (NLRB) Senato tarafından onaylanmış yöneticileri işten atmaya başladı. Bu saldırı sonrası devletin bu bölümleri karar alamaz ve emekçilerin haklarını koruyamaz hale getirildi. Bu taktikler de aynı Reagan’ın neoliberal saldırılarını andırıyor, çünkü, Reagan fabrika denetimlerini resmen durdurmanın kötü intiba yaratacağını hesapladığından böyle bir işe açıktan girişmektense tüm fabrika denetimcilerini işten atıyor, daha önce yıllık denetimlere tabi tutulan kapitalist üretimdeki fabrikaların denetimi her 80 yılda bire iniyordu.
Özellikle kırpılan Ulusal Emekçi İlişkileri Komisyonu’ndaki bu değişim emekçiler için önemli bir destekti. Çünkü bu kurum işçilerin sendikalaşma ve işverenle pazarlık gibi konulara bakan bir merci. Trump’ın bu kararından sonra emekçiler artık sendikalaşma girişiminde bulunduklarında işten atılırlarsa onları koruyacak bir kurum yok. Bu saldırı bir tesadüf eseri olabilir mi? Çünkü hem milyarder Elon Musk, hem de öteki milyarder, Amazon sahibi Jeff Bezos yıllardır bu kuruma saldırarak onun şekilde “ah, o, zavallı” milyarder kendilerini mağdur ettiği görüşünü savunuyorlardı. Hatta sendikalaşma sürecinde işçilerin işten atılmasının önlenmesi onara göre anayasaya aykırıymış. Her ikisi de yıllardır sendikalaşmaya karşı çok hassas olup her sendikalaşma hamlesinde derhal şiddet gösterip, işçileri atmaya götüren işverenler. Bu adım, yine çok ilginçtir ki, Amerika’da zaten mahvedilmiş ve 2024 yılında yüzde 9,9’a düşmüş sendikalı emekçilerin yeni bir kıpırdanması olarak görülebilecek ve 2021’den sonra hız kazanan yeni bir sendikalaşma hareketinin de önünü kesmeye yöneliktir. Reagan saldırıları ve çığırını açtığı neoliberal siyasetler Amerika’daki sendikalı sayısını 1980 yıllarının yarısına indirmiştir.
Amerika’da giderek iğdiş edilen sendikalı işçi oranı
Diğer taraftan zaten sendikalı ve sendikasız emekçiler arasındaki gelir farkı neredeyse yok edilmiş, böylece sendikalı olmanın anlamı da yok edilmiş oluyordu. Bunda işverenler kadar emekçileri gerçek anlamda temsil etmekten kaçınarak onların grev fonlarını götürüp İsrail’e yatıran sendika ağaları da tabii ki baş sorumludurlar. Bu sendika ağaları Trump’ın sendikalara topyekûn saldırısı başlayınca ne yapacaklarını bilemediklerinden tırsmış, sessiz sedasız faşizmin bütün köşelerini ele geçirmesini zavallı bir şekilde seyrediyorlar.
Ama işçilerin sendikalılaşma seviyesinin genel durumu içinde devlet çalışanlarının sendikalı olma oranı özel sektöre (yüzde 5,6) göre yüksek olup yüzde 32,2 olduğundan dikkat çekmekteydi.[13] Hele de siyahilerin daha fazla sendikalı olma eğilimi bu işe Trump’ın hemen el atmasını gerektiriyordu. 2021 yılında kıpırdanmaya başlayan emekçi örgütlenmesi sonucu yapılan bir istatistik 60 milyon işçinin bir fırsat olursa derhal sendikalı olmak istediğini açıklıyordu.[14] Yani nerdeyse tüm işçilerin yarısı sendikalı olmak istiyor ama çeşitli engellerle olamıyor. Bu tehlikenin durdurulması için de Trump’ta gördüğümüz silindir gibi gelip ezip geçecek, kanun manun tanımayacak, saldırgan diktatör birine gereksinim yaratıyordu. Trump’ın daha ilk günlerden derhal bu konuya girmesi ve saldırı atışlarına başlaması sermaye sınıfının özel sektördeki yüzde 5,6 sendikalaşmayı bile bir karabasan olarak görüp, gerçek korkularının nerede yattığının da bir göstergesidir.
Emekçilere saldırılar sadece sendikalaşma alanında değil ama esasen ekonomik alandaki saldırılarla uzun zamandır zaten devam etmekteydi:
ABD Nüfus Bürosu tarafından yeni yayımlanan bir rapor bu soruyu yanıtlamaya yardımcı oluyor. Basitçe söylemek gerekirse, enflasyona göre düzeltildiğinde, ABD’deki çoğu hanenin kazancı geçen yıl önemli ölçüde azaldı. Ekonomik dağılımın ortasındaki haneler için düşüş yüzde 2,3 oldu, 2021’de 76 bin 330 dolardan 2022’de 74 bin 580 dolara düştü. Toplamda, seçmenlerin yaklaşık dörtte üçünü temsil eden 10 haneden yaklaşık yedisi, gelirlerinde düşüş yaşadı…
Sonuç olarak, vergilerden sonra hane geliri 2022’de şaşırtıcı bir şekilde yüzde 8,8 oranında düştü – beyaz Amerikalılar için yüzde 8,5, siyahi Amerikalılar için yüzde 8,6 ve Hispanikler için yüzde 10,9 (bkz. Nüfus Sayım Bürosu raporu, Tablo B-1).[15]
Yani, tam sistemin sopa göstermeden, ekonominin, piyasanın kurallarıyla da emekçilere saldırabileceğini yazıyordum ki, pat diye Trump’ın devlet memurlarına gönderdiği tehdit haberi geldi. Trump 2 milyon devlet çalışanına e-posta ile “Ya kendiniz istifa edersiniz ya da işten atılmayla yüz yüzesiniz” diye bir mesaj göndermiş. Mesaja da eklenmiş ki, aldıkları e-postalara emekçiler “İstifa” yazıp yanıtlarlarsa hemen işten alınacaklar ve birkaç kırıntı önlerine atılacak. Yazmazlarsa o kırıntıları bile kaybedecekler. O kırıntılar da eylüle kadar olan maaş alacakları ama işe gelmeye gerek olmadan. Bütün bunlara “masrafı kısmak” programıyla giren birisinin 2 milyon kişiye 9 ay iş yaptırmadan maaş verme planı uyguladığını görünce, planın üzüm yemek değil bekçi dövmek olduğu apaçık ortaya saçılıyor.
Tüm devlet çalışanları panik ve terörize edilmiş halde ne yapacaklarını düşünüyorlar. Daha ilk günden, gelen habere göre 60 bin kişi “istifa” etmeyi kabullenmiş. Trump yönetiminin (siz onu Elon Musk okuyun) ön beklentisi 200 bin memurun bu “öneriyi” kabullenip çekip gitmesi.[16] Bu program dahilinde devlet çalışanlarına aynı zamanda başkalarını gammazlamaları öneriliyor. Sadece işe alınmalarda eşitlik, adil olanak, liyakat önerenlerin, yani azınlıkların beyazlarla aynı kulvarda, aynı olanaklarla işe alınmalarına ön ayak olanların gammazlanması öneriliyor!
ABD’de toplumun en varlıklı yüzde yüz binde birinin varlıklarındaki değişim. Oligarşinin yükselişinin resmi. Varlıklıların 1913’lerde yüzde 80’lerde olan vergilendirilmeleri Reagan döneminde tersine çevrilerek neredeyse yok seviyesine indiriliyor. Tekelleşme, emperyalizm, aşırı sömürü, sistemdeki talan, çökme, el koyma, şantaj, rüşvet gibi araçlarla ivme kazanan varlık edinme 2023’lerde asimptotik bir fırlayışla bugünkü hale geliyor. Amazon’un Jeff Bezos’u, Tesla’nın Elon Musk’ı, Facebook’un Mark Zuckerberg’i ve bir avuç banker ve silah üreticisi bu oligarşinin en tanınan temsilcileri. Bunların hepsi ve bir avuç multimilyarder daha Trump seçilince kapısını aşındırmaya başlayıp, ondan devlet desteği almaya sıraya girdiler. Bugün ise hükümeti Trump’ın mı yoksa tek bir oy bile almamış, seçilmemiş, sadece Trump’la kişisel bağı olduğu için devleti yönetmeye getirilmiş Musk’ın mı yönettiği açıkça tartışılıyor.
Daha bu haberin şoku geçmemişken, ardıl şoklar ardı arkasına gelmeye başladı. USAID denen Amerikan emperyalizminin “yardım” maskesiyle ülkelerde renkli devrimler yapan, darbeler düzenleyen örgütünün tümden kapatılacağı haberi geldi. Sabah sabah 14 bin USAID resmi memuruna, “Ofisiniz bu sabah kapandı, işe gelmeyin” ihbarı gönderildi. Ülke dışında yardım yapma pozundaki ama gerçekte casuslukla görevli çalışanından sadece 300’ü görevde kalacak, gerisi derhal ülkeye dönüp işlerini kaybedecek. Bu karar, USAID başkanının ve yardımcılarının derhal işten el çektirme operasyonundan sonra geldi ve yayımlandı. Kurumun internet sitesi aniden kapatıldı, bütün çalışanlar kızağa çekildi. Ama en önemlisi, Hitler’in propaganda bakanı Gobbels’i bile utandıracak bir bariz yalanla, birden bire ABD hükümeti bu kendi örgütünün deli komünistlerce yönetildiğini ve halkın vergilerini har vurup harman savurduklarını söyledi. Unutmayalım ki, bu ABD örgütü, Hindistan’daki otel saldırılarını gerçekleştiren İslami terör örgütüne açıkça para yardımı yapmıştı:
Pakistanlı terör çetesi Leşker-i Tayyibe, 11 Eylül’den bu yana en ölümcül ve en küstah terör saldırısında altı Amerikalı da dahil olmak üzere 160’tan fazla kişiyi öldürerek Mumbai’ye saldırdı. O zaman ve şimdi, LeT Pakistan istihbaratının ve El Kaide’nin desteğinden yararlandı. Bugün, LeT tekrar patlamaya hazır bir saatli bomba.[17]
Amerikan devletinin giderek yerleşen faşizm altında bu yeni düzenlenmesi o kadar çığırından çıkmış bir halde ki, sultanlıklarla idare edilen sömürge tipi faşizm ülkelerine parmak ısırtıyor. Trump’ın bu hükümette bakan olarak atadığı faşist Marco Rubio’nun, yüksek bir seviyede işe aldığı Darren Beattie adındaki başka bir faşist, daha önceki Trump hükümeti sırasında bile beyaz ırkçılarla çok yakın ilişkileri olduğu için işten atılmıştı. Ama bu adamın ne yapacağı belli çünkü ortaya çıkan mesajlarında, “İşini bilen beyaz adamların” işlere alınması gerektiğini söyleyecek kadar ırkçı idi.[18]
Devam edecek.
[1] https://omeka.uottawa.ca/recipro/items/show/305#:~:text=Periphery%3A%20Bangladesh%2C%20Benin%2C%20Bolivia,New%20Guinea%2C%20Philippines%2C%20Rwanda%2C
[2] https://worldpopulationreview.com/country-rankings/periphery-countries
[3] https://www.indiatoday.in/science/story/video-elon-musks-starlink-satellite-crashes-from-space-sparks-62-fireballs-2672489-2025-01-30
[4] https://www.npr.org/2025/01/28/nx-s1-5278636/iss-astronaut-rescue-spacex-trump
[5] https://www.npr.org/2024/03/20/1239132703/boeing-timeline-737-max-9-controversy-door-plug
[6] https://www.reuters.com/business/autos-transportation/trump-transition-recommends-scrapping-car-crash-reporting-requirement-opposed-by-2024-12-13/
[7] https://www.npr.org/2021/08/05/1025018833/looking-back-on-when-president-reagan-fired-air-traffic-controllers
[8] https://www.msnbc.com/opinion/msnbc-opinion/trump-hegseth-plane-crash-dei-rcna190081
[9] https://www.rawstory.com/black-voters-trump/?utm_campaign=trueanthem&utm_medium=social&utm_source=facebook
[10] https://tr.wikipedia.org/wiki/Alman_Ulusal_Yahudileri_Derne%C4%9Fi
[11] https://www.wsws.org/en/articles/2025/01/25/yqdt-j25.html
[12] https://www.latintimes.com/suspicious-elon-musk-tweets-about-needing-plane-crash-change-dei-policy-resurface-following-dc-574234
[13] https://www.bls.gov/news.release/union2.nr0.htm
[14] https://www.epi.org/publication/millions-of-workers-millions-of-workers-want-to-join-unions-but-couldnt/
[15] https://www.brookings.edu/articles/why-so-many-americans-are-unhappy-about-the-economy/
[16] https://www.bbc.com/news/articles/cx2q1g3evzqo
[17] https://www.brookings.edu/articles/mumbai-attacks-four-years-later/
[18] https://www.mediaite.com/news/new-trump-official-declared-competent-white-men-must-be-in-charge-in-pack-of-viral-resurfaced-tweets/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.