Ne de olsa iyi şeyler hep zaman alır. Şiddetsiz bir gelecek de belki çok ama çok uzun bir zaman alacaktır. Ancak düşlerimizde, düşüncelerimizde ve davranışlarımızda onu yaşatırsak var olacaktır
Hayatın akışı içinde, kişisel tarihlerimizi bir kenara bıraktığımızda, takvimlerdeki belirli günler, ‘Bir gün nedir ki?’ diye eleştirilmek ya da farkındalık için bir fırsat olarak görülmek arasında bir terazide sallanır durur. Benim terazimde, farkındalık genellikle ağır basar. Bu nedenle, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü, ne zamandır buluşmadığım sözcüklerle buluşmak ve nicedir düşündüğüm şeyleri yazıya dökmek için bir imkan sunuyor.
Günümüz koşullarında, şiddetsizliği savunmak nereden bakılırsa bakılsın kıymetli bir lüks ama bu kıymetli lükse sahip olan azınlığın içinde olmak da bazı şeyleri değiştirmiyor. Savaşlarla kuşatıldığımız yetmezmiş gibi ülkemizdeki şiddet tablosu da insanı insanlığından soğutacak güçte. Yaşamdan soğumak akla zarar olduğundan, bu yazıda, hepimizin bildiği, ürktüğü, korktuğu, bıktığı gerçeklerden bahsetmek yerine farklı bir şeyden bahsetmek istiyorum. Bunun nedenini şöyle açıklayabilirim: Şiddet, bazen kaba güç bazen de gizli biçimleriyle ortaya çıkar. Örneğin, söz söyleme hakkı elinden alınmış ya da bu hakka hiç sahip olmamış milyonların yaşadığı da bir tür şiddete maruz bırakılma biçimidir. Sözünü özgürce söyleyememek de şiddetin bir sonucudur.
Şiddet biçimleri öyle çok ve farklı farklıdır ki kimi zaman hayatımızın akışı içinde her gün yeniden ve yeniden karşılaştığımız şiddetin farkına bile varamayız. “İnsan, öyle yönlendirilir ki, manipülasyonu fark etmez; aslında kendisinin egemenlik altında tutulmasına yarayan şeyleri (cinsellik, tüketim), özgürlük diye anlayıp, aldanarak; sözde mutluluğu ararken yedek tatminlerin birinden diğerine koşarak; kendisini uyuma sürükleyecek”tir.[1] Uyuma sürüklediği kendisi, artık ne kadar kendisidir? Üstelik burada, uyumun harmoni anlamında kullanılmadığı da aşikar görünüyor. Oysa, harmoni sözcüğü, ‘cinsiyet belası,’ kavramından uzak, dişil çağrışımlarıyla nasıl da iç açıcı. İncelik gibi, nezaket gibi, şefkat gibi, iyi gelecek sözcüklerden biri.
İyi sözcüklere de tutunmalı, çokça tutunmalı çünkü sözcüklerdir, belirleyen düşüncelerimizi. Burada da insanın dişil yanına daha çok ihtiyaç varmış gibi görünüyor. Reed’in[2] aktarımıyla, “Farson, kadınların tarihte oynadıkları “insanileştirici” role atıfta bulunarak “bütün bunlar muazzam bir sonuç doğurabilir. Erkekler üzerindeki etkisi gerçekten hayırlı olabilir. Belki de böylece erkek de kurtulur” demektedir. Belki savaşlardan da kurtulur insanlık bir süre sonra belki ezme sevdasından kurtulur. Evet, tüm bunlar mümkünün sınırları içinde ne birdenbire olacak şeyler ne de çabasız gerçekleşecekler.
İnsan, çabasını iyiye yönelttiğinde yolunu da belirlemiş olur. İnsan ne hatasız bir varlıktır ne de kusursuz ama bir kere başını çıkardıysa ona dayatılandan bu yetmez, bu rotada daima yürümesi gerekir. En basit örnek, “bilim adamı” yerine “bilim insanı” kullanımında kendini bulur. Örneğin, ben bakarım okuduğum kitaplarda bunun kullanımına, kültür sanat üstüne büyük büyük laflar eden kitaplarda bile “bilim insanı,” kullanımı esirgenir bazen. Anlamam bu kadar küçük bir çabanın bile esirgenmesini toplumdan. “İnsanın yaşamsal ilişkileriyle, toplumsal bağlarıyla, toplumsal varlığıyla birlikte tasarımlarının, görüşlerinin, kavramlarının, kısaca bilincinin de değiştiğini kavramak için derin bir içgörü gerekir mi?”[3] diye sorar Marks ve Engels. Bazen tekrarlamakta fayda vardır daha önce sorulmuş soruları. Bu sorudan bakıldığında da iki seçenek durur bireylerin önünde, birincisi ya statükonun dayattığını sürdürecek ve kendi olma sevdasından vazgeçecektir ya da dayatılan yerine sorularla, sorgulamalarla insana iyi gelen bir oluşa doğru evrilecektir. İkincisi, gelişimi destekler gibi görünüyor.
Berman’ın[4] Gramsci’den aktardığı “aklın kötümserliği, iradenin iyimserliği” ekseninde davranmak için değişmekte ve değişirken de sormakta ve sorgulamakta fayda var.
“Şiddetin dört atlısı; utanç, tecrit, kuşku, alaydır. Bu atlılar internetin anonimlik örtüsünün altında rahat hareket ederken, kadınlar da artık birbirlerini bulup, birbirlerine destek olabiliyor.” diyor Una.[5] Alay, Kuşku, Utanç ve Tecrit: A.K.U.T. şeylerden uzak bir yaşam dileğimle. Ne de olsa iyi şeyler hep zaman alır. Şiddetsiz bir gelecek de belki çok ama çok uzun bir zaman alacaktır. Ancak düşlerimizde, düşüncelerimizde ve davranışlarımızda onu yaşatırsak var olacaktır, diyerek sözlerimi bağlamak istiyorum.
Dipnotlar:
[1] Duhm, Dieter. Kapitalizmde Korku. Çeviren: Sargut Şölçün. Üçüncü Baskı, Ayraç Yayınevi, 2002, Ankara. (Duhm, 2002, s. 206)
[2] Reed Evelyn. Kadının Özgürlüğü Sorunu. Türkçesi: Zeynep Saraçoğlu, 2. Baskı, Yazın Yayıncılık, İstanbul. (1985, s. 75)
[3] Marx, Karl ve Engels Friedrich Engels. Komünist Manifesto. Çeviren: Levent Kavas. Ç Yayınevi, 1998, Ankara. (Marx & Engels, 1998, s. 103)
[4] Berman, Marshall. Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor. Çeviren: Ümit Altuğ- Bülent Peker. 7. Baskı, İletişim Yayınları, 2004, İstanbul. (2004, s. 168)
[5] Una, Aramızda, Türkçeleştiren: Olcay, Maden Ünal, Tudem Yayınları, 2019, İzmir
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.