Nekro-direnişler bedene karşı yalnızca bir yıkımın ötesine geçer. Temsili kalmamış bedenleri politikleştirerek onlara yeniden bir eros kazandırır ve bu erosu topluma göstermeye başlar. Aynı zamanda, thanatos, öznelerin varlığını tamamen yok etmeye çalışan alanlarda bir eros üretimi için o alana karşı da atağa geçmiştir
Freud, Haz İlkesinin Ötesinde (2011)[1] kitabında insanların haz arayışının ötesinde belli acı hislerini de yaşamaya dair bir dürtüsü olduğunu öne sürer. Her ne kadar insan yaşama dair dürtülerle hazzı arasa da bunun dışında yaşamın negatifini içeren acı duygularını da zaman zaman yaşamaya eğilimli olmuştur. Freud yaşam dürtüsüne (eros) karşıt olan bir dürtü olarak ölüm dürtüsünün (thanatos) de insan varlığında yeri olduğunu söylemiştir. Thanatos, canlıların ölüme geri dönerek yaşamın karmaşıklığından kurtulma, hareketsiz kalmaya geri dönme dürtüsüdür. Dolayısıyla eros ile thanatos arasında bir çatışmayı gözler önüne serer. Eros yaşama bağlayıcı ve yaşamı hedefleyici duyguları oluştururken thanatos ölümü hedefleyici duyguları oluşturmuş ve onun karşıt dürtüsü olarak yerini almıştır.
Lacan ise Jouissance kavramı ile eros ve thanatosun bu zıtlığını kısmen bozarak bunların iç içeliğini anlatmıştır. Jouissance, insanın ızdıraba dayanacak kadar yoğun yaşadığı hazzı ifade eder. Arzu, Lacan’da hiçbir zaman tatmin edilemeyecek bir eksikliğin varlığına işaret ederken Joussiance artık bunun ötesinde hazzın artık acı verici bir fazlalığıdır (Özmen, 2023)[2]. Dolayısıyla, thanatos dürtüsü hazzın fazlalığıyla oluşmuş bir alan olarak karşımıza çıkar Joussiance kavramında.
Marcuse ise eros dürtüsünün kapitalizmde kontrol altına alınmış, baskılanmış ve tutsak edilmiş bir hale dönüştüğünü savunarak erosun özgürleştirilmesi için kapitalizme karşı devrimci bir duruş önerir (Cho, 2006)[3]. Ancak, Marcuse daha sonra eros dürtüsünün tutsaklığını yeniden yorumlayarak kapitalizmde esasında erosun kapitalist buyruğa ve çıkara göre yönetildiğini dolayısıyla politik mücadelenin thanatos üzerinden yürütülmesi gerektiğini düşünecektir (Cho, 2006). Yani, thanatos bu düşünce ile insanın kendisine ve çevresine yönelttiği bir acıya yönelme değil, aynı zamanda sisteme de yöneltebileceği bir yıkım ilkesi olarak karşımıza çıkacaktır.
Ne var ki, her üç düşünürde de insanın içerisindeki eros ve thanatos birbirnin zıttıdır. Joussiance kavramında dahi, arzu hazzın eksikliği olarak yaşama yönelirken joussiance hazzın fazlalığından kaynaklı o hazdan ızdırap çekme ve ondan uzaklaşma refleksini göstermemize neden olarak yok olmaya yönelir. Ayrıca, thanatos kavramı psikanalizde genel olarak ölüm dürtüsü ile eşleştirilmiş, yani bir tür acı duyacağımıza yönelme fonksiyonu olarak tanıtılmıştır (tanımlar farklılık gösterse bile). Marcuse’un thanatos kavramına bir “şans” vermesi üzerinden thanatosu tekrardan incelemeye almamız gerekir. Öncelikle, thanatos kavramını “ölüm” dürtüsü olarak ifade etmek yanlış olacağını düşünüyorum. Thanatos ölümün ötesinde genel olarak insanın hem fizyolojik işleyişinde hem psikolojik süreçlerinde var olan genel bir “yıkım” fonksiyonudur. Örneğin, bizi mutlu eden bir şey yaşandığında salgılanan serotonin hormonunun işlevi eğer kötü bir haber alırsak o alınan haberle birlikte bitecektir. Bunu sağlayan şey, vücuttaki enzimlerin serotonin hormonunu yıkma fonksiyonunda olmasıdır. Yani, üzüntüye yönelme burada acıyı istemekten çok, yeni bir gerçeklik karşımıza çıktığında o gerçekliğe karşı yeni bir duygu-durum geliştirmedir. Bu yeni duygu-durum geliştirmenin ilk aşaması ise yıkım mekanizmasıyla sağlanır.
Aslında bu süreçte başka bir yere daha dikkat çekmek gerekir. Üzücü bir haber aldığımızda üzücü durumun bu dünyada var olmasıyla oluşan yeni gerçeklik bizim de yeni yaşamımızı oluşturur. Artık bu olayla birlikte yaşayacağımız bir hayatın erosunu üretmemiz gerekmektedir. Dolayısıyla yeni gerçekliğin içinde var olacak benliğimiz yeni eros üretirken mutluluğumuzu yıkıcı bir thanatos üretmektedir. Yani thanatos, bir erosun yıkımını yeni bir eros için sağlar. Zaten, yıkımı sağlanan eros yeni gerçeklikte var olamayacaktır. Dolayısıyla thanatos ve eros birbirlerine zıt fonksiyonlardan ziyade birlikte işleyen süreçler olarak belirir. O halde, bir thanatos fonksiyonu varlığa yeni bir yaşam alanı yaratmak için yıkım faaliyetini üstlenecektir. Bu yalnızca fizyolojik ya da psikolojik ikili bir fonksiyon değil, yaşamın her alanında olmasından dolayı aynı zamanda politik alanda da kendisini gösterecektir. Politik bir kurtuluş için de öncelikli görev hayatımızı tutsaklıkta tutan erosun yıkımıdır. Bizi tahakküme alarak bir yaşam çizen erosa karşı thanatos politik kurtuluşun ilk adımı olarak oraya karşı saldırıya geçer. Böylelikle, tahakküm alanı dışında bir eros oluşumunun ilk habercisi thanatosun tahakküme karşı atağı olur.
Fanon (2008)[4], özgürlüğün ancak hayatı riske atarak elde edileceğini ve öz-bilincin de hayatın riskini kabul edeceğini söyleyerek aslında eros-thanatos ikiliğine yeni bir yorum kazandırmıştır. Öz-bilincin yaşamın riskini kabul etmesi esasında erosu thanatostan ayıramayacağını görebilmeye tekabül etmektedir. Yaşamın oluşması ve yaşam odaklı üretim, özgürlüğün olmadığı hayata karşı thanatos fonksiyonunun devreye girmesiyle başlayacaktır. Bu süreç aynı zamanda özgürlüğün olmadığı yaşama uyumsuz bir yaşamın oluşturulmasıdır. Haliyle bizi tahakküm altına almış olan yaşam yeni eros üretimimize karşı kendi thanatosunu üretmeye ve bize yöneltmeye başlayacaktır. Yaşamın riski burada başlayan bir süreç olur. Yani, kendi thanatos fonksiyonumuz özgür bir eros için bizi tutsak alan erosa karşı yıkım faaliyetine başlar. Bu süreçte özgürlüğümüzü sağlayacak erosun inşa süreci de başlayacaktır. Ancak, bizi içine hapsetmiş yaşamın olduğu yerde var olamayacak olan özgür erosun kabulü aynı zamanda yaşamı (hali hazırdaki durumumuzu aslında) riske de atacaktır. Dolayısıyla yaşam ve yıkım birbirinin yerine durmadan geçen bir sürece sürüklenecektir. Tersi durumda ise bizi özgürleştirecek erosa karşı harekete geçememek bir yandan yaşamın riskini bizden uzaklaştırırken öte yandan mevcut yaşamın hiçbir zaman bize dair bir yaşam olamayacağını kabul etmek olacaktır. Bu durumda thanatos fonksiyonumuz bize ait olmayan yaşamı korumak için tahayyül ettiğimiz erosu yıkacaktır.
Eros ve thanatosun böylelikle politik alandaki rolüne de girmiş bulunuyoruz. Bu bağlamda, egemen karşıtı politik irade ve eylemler bir yandan yaşamı riske atarken diğer yandan tahayyül ettiğimiz yeni bir yaşamın erosunu üretir. Şimdi, bu politik eylemlerin içinde olan nekro-direniş kavramını eros-thanatos fonksiyonlarıyla tekrardan düşünebiliriz. Nekro-direnişler, kısaca sonu beden tahribatları ya da ölümle bitebilecek ve bedenin politik bir silah olarak kullanıldığı eylemler olarak tanımlanabilir. Bu direniş biçimi egemenliğin yaşamda ölüme hakim olmasına karşı gelişen bir pratiktir denilebilir. Zira, egemen olanın tahakküme aldığı öznelerin nasıl, ne zaman ve ne biçimde öleceğini belirlediği durumlarda beden temsiliyetsiz kalacaktır. Artık, öznelerin içinde bulunduğu yaşam onları tamamen dışlamakta, egemenlik bedenlerine tamamen hakim olarak kendisini üretecektir. Örneğin, 80 cuntasının hapishanelerinde mahkumlar kötü yaşam koşullarında, tüm varlıkları reddedilerek tutulmuş ve çıkarıldıkları mahkemelerce pek çok mahkum ölüm cezası ile yargılanmıştı. “Türkçe konuş, çok konuş” yazıları mahkumların konuştukları dili dahi yaşamın dışarısında bırakmıştı. Bu durumda hapishanelerdeki mahkumlar kendi bedenleri, varlıkları, dilleri üzerinde dahi en ufak bir karar mekanizmasından mahrum bırakılmıştır. Buna karşı başlayan ölüm oruçları, kendini yakma gibi eylemler esasında yalnızca kendi canına son verme pratikleri olarak yorumlanamaz. Bu süreçte, direnişçilerin sergiledikleri nekro-direnişler bedeni politikleştirerek bedene tekrardan bir temsiliyet kazandırmaktadır. Mahkemelerde kamuoyuna açıklanan ölüm orucuna başlama haykırışları kamuoyunun o bedeni tekrardan görmeye zorlamıştır.
Bu bağlamda, nekro-direnişler bedene karşı yalnızca bir yıkımın ötesine geçer. Temsili kalmamış bedenleri politikleştirerek onlara yeniden bir eros kazandırır ve bu erosu topluma göstermeye başlar. Aynı zamanda, thanatos, öznelerin varlığını tamamen yok etmeye çalışan alanlarda bir eros üretimi için o alana karşı da atağa geçmiştir. Bu yüzden, thanatosu sadece kendini yok etme içgüdüsü ya da hazzın fazlalığında ortaya çıkan bir dürtü gibi yorumlayamayız. Thanatos, yaşamın riskle birlikte ortaya çıkacağını ve çoğalacağını fark ettiğimiz anda tahayyül ettiğimiz yaşam için ortaya çıkan yıkım faaliyetidir. Bu yıkım iki tarafa yönelir; tamamen varlığımızı temsil etmeyi reddeden egemenin kurduğu hayat sınırlarına ve egemenin bizzat kendisine. Yaşamı riske atmak esasında yaşamı çoğaltacak bir iradenin ortaya çıkması da olabilir.
Eros ve thanatos, kesin bir tanımla bizi var eden ya da tersine varlık alanlarımızı tahrip eden fonksiyonlar olarak tanımlanamaz. Eros ve thanatos varlığın inşa ve yıkım fonksiyonlarının adlandırmalarıdır. Bu fonksiyonlar bizim tahakküm altında olduğumuz hayatı mı çoğaltacak yoksa bu hayatın dışında bir hayat için yaşamı riske mi atacak? Bu sorunun cevabı eros ve thanatos mekanizmalarını politik irademize nasıl dahil etmemizde saklıdır. Ancak, yaşamı riske atarak yaşam üretmek şimdiki bulunduğumuz yaşamda tahakküm mekanizmalarının bizim yaşamımıza etkimizi farkına varmamızla başlayabilir. Bu bilinç ile yaşadığımız yaşamı bizim varlığımızı bütünüyle temsil etmediğinin farkına varmaya başlarız. Dolayısıyla, egemen olanın erosunu üretmek yerine kendi tahayyülümüzdeki yeni bir eros için hareket etmeye başlarız.
[1] Freud S., Babaoğlu A. N. (çev.) (Kasım 2011), Haz İlkesinin Ötesinde-Ben ve İd, Metis Yayınları
[2] Özmen E. (13 Temmuz 2023), Ölüm Dürtüsünün Dolambaçları: Haz ve Zevk, https://birikimdergisi.com/haftalik/11449/olum-durtusunun-dolambaclari-haz-ve-zevk
[3] Cho D. (Mart 2006), Tahantos and Civilization: Lacan, Marcuse and the Death Drive, Policy Futures in Education Volume 4, https://doi.org/10.2304/pfie.2006.4.1.18
[4] Fanon F., Markmann C. L. (Çev.) (2008), Black Skin White Masks, Pluto Press, syf. 168-173
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.