Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası İstanbul Temsilcisi Damla Topuz okulların açılmasından bu yana öğretmenler ve öğrenciler açısından nasıl sorunlar yaşanıyor, özel sektör ile devlet okulları arasındaki açı nasıl açılıyor, yeni müfredat sistemi özel sektörü nasıl etkiledi, özelleştirme politikalarının eğitimde geldiği nokta nerede duruyor, öğretmenlerin özgün talepleri ve programı nedir sorularını Sendika.Org’da cevapladı
Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası İstanbul Temsilcisi Damla Topuz, okulların özel sektörde 9 Eylül’den çok daha önce ağustos ayında başlamasıyla öğrenciler arasında fırsat eşitsizliği oluştuğunu ve eğitimdeki özelleştirme politikalarının yansımalarını Sendika.Org’a anlattı. Maarif Modeli denilen yeni müfredatın özel sektördeki öğretmenlere anlatılmadığını söyleyen Topuz, MESEM uygulamalarını anlattı. Öğretmenlik Meslek Kanunu görüşmelerinin ekim ayı başında Meclis’e geleceğini hatırlatan Topuz, taban maaş talebini haykırmaya devam edeceklerini söyledi. Özelleştirme politikalarının sermayeye yaradığını ancak öğretmenlerin okul kapanırken önüne istifa dilekçesi konulduğunu anlattı. Topuz, öğretmenler için güvence ve öğrenciler için nitelikli eğitim istediklerinin altını çizdi.
Sendika.Org’a konuşan Damla Topuz şunları söyledi:
9 Eylül’de okular açıldı ama özel sektörde çalışan öğretmenler için tabi 9 Eylül çok geç bir tarih aslında. Ağustos ayında biz işlere başlamış olduk. 12. sınıflara, 11. sınıflara, 8. sınıflara, 7. sınıflara sınav hazırlık dersleri başlamış oldu aslında. Bu da ne demek? Daha senenin başında, daha sene başlamadan çocuklar arasındaki fırsat eşitliğinin doğduğu anlamına geliyor. Özeldeki çocuk daha erken bir zamanda sınava hazırlanabiliyorken, sınava yönelik bir eğitim alabiliyorken devlet okulunda okuyan çocuk sınava yönelik bir eğitim alamıyor çünkü mücadatı buna uygun değil. Ve eylül ayında ancak okula başlamış oluyor. Keza biz yıl boyunca istediğimiz zaman müfredatın dışına çıkıp çocukları sınava yönelik hazırlayabiliyorken devlet okulunda okuyan bir çocuk sınav hazırlık derslerini görmüyor bile, müfredat gereği görmüyor. Veya biz 20 kişilik sınıflara ders verirken ya da 10 kişilik sınıflara, 8 kişilik, 5 kişilik sınıflara ders verirken devlet okulunda 40 kişilik, 60 kişilik sınıflar var ve bu çocukların yani nitelikli bir eğitime ulaşması çok zor bir hale geliyor. Çünkü o sınıfta kayboluyor, kalabalık sınıflarda kayboluyor çocuklar. Öğretmenler ilgilenemiyor.
Keza çoğu okulda ücretli öğretmen sıkıntısı yaşanıyor. Ücretli öğretmen sıkıntısı ne demek? Asgari ücretin altında öğretmenler çalıştırılıyor. Dolayısıyla bu öğretmen görece daha nitelikli, daha güvenceli bir iş bulduğu zaman o işi bırakacak demektir. Ve devlet okullarında çoğunlukla çocuklar uzun bir süre öğretmensiz de kalabiliyorlar. Ama özel okula geldiğinde çocuk, bunları görmemiş oluyor, fırsat eşitsiz. Yani makas iyice açılmış duruma geliyor. Keza biz özel okullarda çalışan öğretmenler, çoğumuz asgari ücretle çalışıyoruz. Bir tık daha iyi şartlara sahip olan okullarda asgari ücretin bir tık üstü oluyoruz. Kurslarda yine arkadaşlarımız aynı ücretlerle çalışıyor. Rehabilitasyon merkezlerinde aynı ücretlerle çalışıyoruz. Haziran ayı geldiğinde önümüze istifa dilekçesi konuyor. Aslında öğretmenlerin iki aylık yaz tatili var dendiği süre, yaz tatili değil aslında bizim için. Bizim işsiz kaldığımız süre, maaş alamadığımız, sigortalarımızın ödenmediğimiz süre demek. İki aylık yaz tatili. Ve birçoğu arkadaşımız için de yaz tatili aslında iş arama, yeni yıla bir iş bulabilme, arayışında geçiyor.
Yani özel okullarda öğretmen maaşları düşük. Ama öğrenciden alınan ücretler çok yüksek. Öğrenciden alınan kitap paraları çok yüksek. Yemek parası, forma parası. Çok fazla masraf çıkıyor aslında. Devlet okuluna geldiğimizde işte birçok mahallede görece daha orta gelirli ya da daha lüks mahallelerde okul kayıt fiyatlarının çok yüksek olduğunu görüyoruz. Ve çocuklar iyi bir okulda okumak istedikleri zaman, daha az sınıflı, daha temiz, hijyenik bir okulda okumak istedikleri zaman çok yüksek kayıt ücretleri ödemek zorundalar. Yani 100 bin lira, 200 bin lirayı bulan kayıt ücretleri var devlet okullarında. Bu da şu demek, özel okulda okumasa bile çocuk devlet okulunda okumak istese bile yine bir sınıf ayrımı içerisinde. Yani en ucuza, daha orta düzeye hitap eden, çok zengine hitap eden farklı farklı okullar var eğitimde. Devlet okullarına yine gittiğimizde biz temizlik sıkıntısını görüyoruz, tuvaletler temizlenmiyor. Çünkü devlet oraya herhangi bir personel atamıyor. Ya da kapıda bir güvenlik görevlisi yok, okula kimin girip kimin çıktığı belli değil. Az önce bahsettiğim ücretli öğretmen sıkıntısı var. Çocukların dersine giren öğretmen yok. Öğretmen olsa bile bu öğretmenin branşı verdiği dersler gibi gibi sıkıntılar yaşanıyor. Bu tabii ki de bilinçli politika. Devlet bilerek okula atama yapmıyor. Öğretmen ataması yapmıyor, personel ataması yapmıyor. Ya da bu kayıt ücretleri devletin haberdar olduğu bir şey. Açık açık şu deniyor aslında. Siz okumayın. Yoksulun çocuğu okumasın. Okuyacaksa da meslek lisesinde okusun. Ucuz iş gücü olsun.
MESEM uygulamaları son zamanlarda çok fazla gündem oldu. Bunun nedeni de şu. Liseye geçen daha dokuzuncu sınıfa gitmesi gereken öğrenci aslında bir fabrikada ucuz iş gücü olarak kullanılıyor. Bu çocukların biz yıl içerisinde öldüğüne şahit olduk, kaza geçirip uzuvlarını kaybettiklerine şahit olduk ve bu çocuklar asgari ücretten daha aşağı maaş alıyorlar. 13-14 yaşındaki çocuklar işyerlerinde çalışıp ucuz iş gücü oluyorlar. MESEM uygulaması ile bir okula yerleşmezse nitelikli bir eğitim alamıyor. Mecburen bu çocuklar özele yöneltiliyor. Yani kısacası devletin politikası şu, zenginin çocuğu iyi bir eğitim alabilsin, özel okullarda üniversite sınavına hazırlanabilsin, yurt dışı eğitim programlarına hazırlanabilirsin, istediğine ulaşabilirsin. Ama devletteki çocuk istediği kadar çabalasın, bu imkanları elde edemesin. Devlet de iş yükünü üzerinden atsın, masraftan kurtulsun.
Biz şunları da görüyoruz, özel okullara teşvik ediliyor ve bugün bir sermayedar için özel okul açmak çok mantıklı, çok büyük kâr getiriyor. Çünkü bu vasıta ile devletten teşvik almış oluyor. Devlet güvencesinde yapıyor bu işi. Devlet neden özellere bu kadar teşvik veriyor, bu kadar önünü açıyor? Çünkü kendisine devlet okuluna masraf çıksın istemiyor. Biz yazın ÖMK nöbetindeyken, eğitim nöbetindeyken şöyle muhabbetlere sahne olduk. Anadolu’daki özel kurumların var olması, yaşaması Milli Eğitim Bakanlığı’nın çok umursadığı bir şey. Hiçbir şekilde bir okul kapansın istemiyor, bu kurs merkezleri kapansın istemiyor. Çünkü şu, özel okullar kapanırsa eğer özel okulda var olan öğrenciler devlet okullarına gidecek. Ve devlet herhangi bir yere okul yapmak istemiyor. Şu an var olan sınıftar zaten çok kalabalık. Özel okullar da kapanırsa ne olacak? Yeni okul açmak zorunda kalacak. Öğretmen atılmak zorunda kalacak. Personel ataması olacak. Aslında devlet kendi üzerindeki iş yükünü ve maddi yükümlülüğü tamamen özele bırakmış durumda.
Yeni bir Maarif Model ile karşılaştık. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli olarak açıklandı bakan tarafından. Öğretmenlerin hiçbiri bu modelin ne olduğunu tam olarak algılayabilmiş değil. Dokuzuncu, beşinci ve birinci sınıflara veriliyor bu eğitim. Kitaplar elimize geçti, okul başladıktan sonra kitaplar elimize geçti. Ama baktığımız zaman ne yapacağız, etkinliklerini nasıl yapacağız bilmiyoruz. Çünkü bugüne kadar hep test sınavına, şıklı sınavlara maruz olan çocuklar, bugün daha çok işte grup çalışması yapsınlar, etkinlik yapsınlar isteniyor. Çocuklara evde ödev verilmesin isteniyor ama bu çocuklar bugüne kadar bununla yetiştirilemedi. Ve kalabalık sınıflarda, 30-40 kişilik sınıflarda bu çocuklarla bu etkinlik yapabilmek mümkün değil. Bahsedilen planın uygulanması için gerçekten 8 kişilik, 10 kişilik sınıflara ihtiyaç var ve bugün Türkiye’de mevcut değil. Ya da müfredatın içeriğine baktığımız zaman bilimsel konular çok fazla azaltılmış. Zaten her geçen gün gericileşen bir eğitim politikası vardı. Bugün eğitim sistemi bilimden tamamen arındırılmış. Çocuklara, öğrencilerimize anlatabileceğimiz çok az konu kalmış. Ama bunun yanında biz din derslerinin arttırıldığını görüyoruz. Din kitaplarının kalınlaştırdığını görüyoruz. Yine biz özel okullarda tabii ki de kendimize göre yorumlayabiliyoruz. Bazı derslerin saatlerini azaltıp çoğaltabiliyoruz ama kamu okullarında, devlet okullarında bu mümkün değil. Dolayısıyla ya dinci, gerici bir eğitim alacaklar devlet okuluna gidip. Ya yine devlet okuluna gidip ucuz iş gücü olacaklar sermayeye. Ya da parası olan çocuk özel okula gidip üniversiteye yönelik laik bir eğitim alacak, başka da bir çareleri yok.
Öğretmenlik Meslek Kanunu yeniden gündeme geldi. Öğretmenlik Meslek Kanunu aslında şu, bilindiği üzere bundan önceki senelerde, yakın geçmişte, öğretmenleri baş öğretmen, uzman öğretmen diye ayırdılar. Yani bir öğretmenlerin odasına girdiğinizde eskiden şu vardı, öğretmenlerin hepsi eşitti. Eşit şartlardaydı. Aynı maaşı alıyorlardı. Ama bugün baktığımızda biri baş öğretmen, biri uzman öğretmen ve kendi aralarında hiyerarşi var. Mesela öğretmenlik nedir? Öğrenciyle iletişim kurmaktır, onu geliştirmeye adamaktır, kendini geliştirmektir. Ama şu an öğretmenler kendi içerisinde yarış atı gibi oldu.
Öğretmenlik Meslek Kanunu yaz ayında meclise girdi. İçeriğine baktığımızda bir kere özel sektör öğretmenlerine yönelik herhangi bir güvence şartı olmamasıyla beraber zaten sürekli sınavlarla cebelleşen öğretmenlere yeni sınavlar ortaya çıkardı. Öğretmen ne yaptı? Üniversite sınavına girdi kazandı, KPSS’de kazandı. Ve KPSS’de kazandığı okulda direkt çocuklarla muhatap olmuyor. Dört dönem süren bir eğitim akademisine de mahsus kalıyor. Bu akademide yatılı olarak kalıyor. Sözde öğretmenlik mesleğini öğreniyor. Zaten bu insan Eğitim Fakültesi’nden mezun olmuş ya da formasyon almış öğretmen. Ama orada yeniden öğretmenlik öğretiyor. Bir öğretmenin işe başlaması; okulu bitirdi, KPSS’ye hazırlandı, akademiyi bitirdi, bilmem ne. 30-35 yaşından önce öğretmen olabilmek mümkün değil. Türkiye şartlarında da 30-35 yaşına kadar bir insanın çalışmaması ne demek? Bunu da düşünmek gerekiyor.
Biz yazın ÖMK’ye karşı, Meslek Kanunu’na karşı bir nöbet tutmuştuk. Bunun hem özel sektörü kapsamaması hem de içerisindeki var olan maddelerden dolayı ÖMK’nin öğretmenlerle beraber hazırlanması gerektiğini ve öğretmenleri koruyan maddeler içermesi gerektiğini savunmuştuk. Ve nöbetimiz 52 gün sonra görece başarıya ulaşmıştı. Başarıdan kastımızda şu, ÖMK ertelenmişti. Maddelerin bir çoğu onaylanan ÖMK, tam görüşmeler esnasında Yusuf Tekin hayırlı olsun açıklaması yaptıktan sonra bir anda ertelendiği haberini aldık. Bu tabii ki de orada nöbet tutan sendikaların, öğretmenlerin başarısıdır. Şimdi ekim ayında yeniden gündeme gelecek ÖMK. Ve yeniden bir arada olursak, yeniden direnişimizi gösterirsek, istemediğimizi ya da ÖMK’nin içerisine ne geçmesi gerektiğini, bizim belirlediğimizi, bu alanda çalışan emek veren öğretmenlerin belirlediği bir kanun olarak değiştirilirse ya da değiştirilmediği sürece biz ÖMK’ye karşı direnmeye devam edeceğiz.
Öğretmenlik Meslek Kanunu’na yönelik özel sektör öğretmenlerinin de talepleri var. Bu talebin başında taban maaş talebi geliyor. Çünkü biz özelde çalışan öğretmenler olarak kamudaki arkadaşlarımızla aynı işleri yapıyoruz ama aynı şartlarla çalıştırılmıyoruz. 2014 yılına kadar bu yasa böyle değildi. Biz, kamuda çalışan arkadaşlarımızla en az aynı maaş almak zorundaydık. Ama 2014 yılında bir anda bizim taban maaşı hakkımız kaldırıldı. Biz kaldırılan kanunu geri istiyoruz. Yasanın Öğretmenlik Meslek Kanunu’na eklenmesi yönünde ısrarcıyız. Yazın da bu yüzden Ankara’da Meclis Parkı’nda nöbet tuttuk. Nöbetimiz sonucunda ÖMK ertelendi. Ekimde tekrar gündeme gelecek ve ekimde gündeme gelen yasada taban maaş hakkının da olması istiyoruz. Taban maaş tek başına yetmez. Az önce anlattığımız öğretmenlerin mağduriyetine sebep olan maddelerin kaldırılması ve yerine öğretmenler için sınıfta daha iyi ulaşabilecekleri hem öğretmenler için güvence hem de öğrenciler için nitelikli bir eğitim istiyoruz.
[1] TBMM’ye sevk edilen Öğretmenlik Mesleği ve Millî Eğitim Akademisi Kanun Taslağı ile öğretmenliğe atama, aday öğretmenlik süreci, adaylık sürecindeki disiplin hükümleri, kariyer basamakları, yöneticiliğe görevlendirme düzenleme konusu edilmekte; ilaveten Millî Eğitim Akademisi’nin yapısı, işleyişi, görev ve yetkileri, akademinin personel istihdamı ve eğitim çalışanlarına yönelik şiddete karşı düzenleme getirilmektedir.
Öğretmenliğe atanma süreci, KPSS puan üstünlüğü esasına göre başvurusu kabul edilen Millî Eğitim Akademisi tarafından yürütülecek üç veya dört dönem olarak öngörülen hazırlık dönemi programını başarıyla tamamlayan adaylar arasından üç yıl süreyle sözleşmeli öğretmen olarak atanma ve akabinde kadroya geçiş şeklinde yeniden tanımlanmaktadır.
Hazırlık eğitimi sürecinde adaylara her ay 18.650 gösterge rakamının memur aylık katsayısıyla çarpımı tutarında (14.190 TL) ödeme yapılacak; genel sağlık sigortalısı sayılarak (kısa vadeli) sosyal güvenlik primleri de Bakanlıkça karşılanacaktır.
Hazırlık eğitimini başarıyla tamamlayanlar, hazırlık dönemi sonucundaki başarı puanı üstünlüğüne göre sözleşmeli öğretmen olarak atanacak; en az üç yıl süreyle (sağlık ve can güvenliği mazereti hariç) başka yere atanamayacak; kadroya geçiş sonrası da bir yıllık kadrolu hizmetleri sonrası yer değişikliği hakkına sahip olacaklardır.
Kariyer basamaklarında ilerleme süreci, sözleşmelilikte geçen süre dâhil en az 10 yıl hizmeti bulunan öğretmenlerden Akademi tarafından düzenlenen uzman öğretmenlik eğitimini tamamlayanların uzman öğretmen; en az 10 yıl uzman öğretmenliği bulunan öğretmenlerden Akademi tarafından düzenlenen başöğretmenlik eğitimini tamamlayanların başöğretmen ünvanı alması şeklinde yeniden düzenlenmiş, yazılı sınav ve mesleki çalışma zorunluluğu kaldırılmıştır. Diğer hususlar yönetmeliğe bırakılmıştır.
Sendika.Org (Derya Saadet)