vietnam’dan neredeyse bir yüz yıl sonra, emperyalist sömürgeci devletler ve ortakları da dahil olmak üzere birçok ülkenin sokakları, ısrar, kararlılık ve cesaretle donanmış kitleler tarafından doldurulmuşken, filistin halkı olağanüstü bir direngenlik içinde toprağını savunur, direniş büyük kayıplara karşılık kayıplar verdirir ve işgal devletinin alanı diplomatik olarak git gide daralırken bizim de işin bir köşesinden tutmamız iyi olmaz mı?
takvimsel zamanla tarihsel zaman birbirinden farklı. örneğin 21. yüzyılın tarihsel açılışı, berlin duvarının yıkılmasıyla simgelenen süreçtir. sovyet devrimi, geçen yüzyılda tarihsel yeni çağın başlangıcına işaret ediyor.
ikinci dünya savaşı’nda faşizm kızıl ordu’nun öncülüğünde yenildi. avrupa’da birçok ülke, sovyetler’in de desteğiyle, sosyalist sisteme dahil oldu. sovyetler’in varlığı, kapitalist ülkelerde yaşayan işçi sınıfının kazanımlarını etkiledi, emperyalist saldırganlığa ket vurdu, başka bir düzenin mümkün olduğunu gösterdi. ama geçen yüzyıla damgasını vuran aslında ulusal kurtuluş mücadeleleri oldu. bunların her biri söz konusu emperyalist/sömürgeci ülkenin iç siyasetini de etkiledi.
sosyalizmin geçen yüzyıldaki ideolojik hegemonyası özgürlükçü eşitlikçi bütün politik hareketleri etkilemişti, bu politik hareketlerin neredeyse tamamı varlığını marksizm-leninizmle (zaman zaman da maoizmle) anlamlandırıyor, stratejilerini bu politik düşünceye referansla kuruyordu. ulusal kurtuluş mücadeleleri de buna dahildi. ama sosyalist sistemin bu hareketlere verdiği destek de çok fazla şeyi değiştirdi.[1] çin’de, vietnam’da, kore’de ve başka birçok ülkede yükselen ulusal kurtuluş mücadeleleri başarılı olduklarında, sscb’nin gücü sayesinde sosyalist sistemin parçası oldular.
bugün durum biraz farklı. sosyalizmin değeri değişmese de ideolojik hegemonyasının zayıflaması ve sosyalist sistemin bulunmaması bu iki temel etkiyi değiştirdi. bugün halklar sosyalizmden tamamen uzaklaşmasa da zaman zaman farklı ideolojik saiklerle -örneğin islam- bağımsızlığa sarılıyor, egemen bloklar arasındaki gerilimler içinde kendilerine destekçi buluyor.
ama şu değişmedi. bağımsızlık mücadelesi yani bir halkın kendi toprağını, kaynaklarını, kamusunu kendi yönetme hakkı için verdiği mücadele, bugün de önemli ve belirleyici. o büyük birleşme çağrısı, hâlâ, “bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halklar” diye başlıyor. birleşmek zorundayız.
geçtiğimiz günlerde ardı ardı birkaç önemli solcu yazarın devrimci hareketin türkiye’deki durumunu değerlendiren yazılarını okudum. zaman zaman türkiye halklarının durumunun da ele alındığı bu yazılarda türkiye cumhuriyeti’nin israil’le ilişkileri konusuna hiç değinilmediğini gördüm.[2]
türkiye cumhuriyeti’nin israil’le ilişkilerini kesmesini sağlamanın filistin’le dayanışmanın çok önemli bir ayağı olduğunu ama tamamı olmadığını hatırlatarak devam edeyim.
türkiye’de, kürt halkının özgürlük mücadelesiyle dayanışmayı fiili katkıda bulunan insanlardan “enternasyonalist devrimci” olarak söz edildiğini biliyorum. bu haklı bir tanımlama, kürt halkıyla dayanışma enternasyonalizmin önemli bir parçası. fakat filistin halkına karşı yürütülen korkunç soykırıma karşı bir mücadele hattı örmek, hiç olmazsa olup biteni takip etmek, bunu kendi gündemimizin parçası saymak da enternasyonalizmin mutlak bir gereği değil mi?
vietnam’dan neredeyse bir yüz yıl sonra, emperyalist sömürgeci devletler ve ortakları da dahil olmak üzere birçok ülkenin sokakları, ısrar, kararlılık ve cesaretle donanmış kitleler tarafından doldurulmuşken, filistin halkı olağanüstü bir direngenlik içinde toprağını savunur, direniş büyük kayıplara karşılık kayıplar verdirir ve işgal devletinin alanı diplomatik olarak git gide daralırken bizim de işin bir köşesinden tutmamız iyi olmaz mı?
şunu da hatırlatmak istiyorum: israil, bugün bölgede abd emperyalizmin temel taşıdır, abd ve ab’den aldığı destek olmasa sömürgeci rejimini sürdüremez. israil için “ordusu olan bir devlet değil, devleti olan bir ordu” ifadesi kullanılıyor. bunun iki anlamı var; ilki israil’in tarihsel filistin’de etnik temizliği gerçekleştiren siyonist silahlı güç tarafından kurulmuş bulunması, diğeri de kesintisiz silahlı şiddet kullanan belki de son sömürgeci güç olması. bazı yazarlar abd ve avrupa için israil’in, sömürgecilik günlerine duydukları özlemi ifade ettiğini ve “ortak değerler” ifadesiyle kastedilen şeyin bu olduğunu öne sürüyor. bütün bu sebeplerle filistin halkının mücadelesi emperyalizm karşıtı direniş içinde merkezi bir öneme sahip.
durum böyleyken, türkiye’de filistin’le dayanışma ve israil’le ilişkilerin kesilmesi, seçim sonuçlarını dahi etkilemiş bir mesele haline gelmişken, bizim gündemimizde güncelliğini kaybetmiş olmasını, geriye itilmesini açıklamak mümkün mü?
[1] sscb’nin, kendi varlığının korunmasını merkeze alan uluslararası politikasının çeşitli halkların mücadelesine verdiği zararlar başka bir yazının ve başka bir yazarın konusu.
[2] özellikle bir yazıda, doğa katliamı vardı, kürt halkına yönelik baskılar vardı, kadın cinayetleri ifadesiyle kastedilen erkek şiddeti vardı (oysa erkek şiddeti kadınların öldürülmesiyle sınırlı hiç değil), ne anlama geldiğini bilmediğim ahlaki çürüme vardı ama emekçiler yoktu. o da bu yazının konusu olmadığı için uzatmıyorum.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.