“Bir tarih düştü toprağa; sadece yaşarken değil ölürken de esinledi genç kuşaklara gelenekten geleceğe adımızla anılan isyankâr yürüyüşünü. Bir tarih, bizi biz yapan ne varsa özenle taşıdı son nefesine dek! Bir tarih gözlerini yumdu sadece; parti ve komünizm rüyasını görmeye devam ettiğini haykırdı eylemiyle”
Bazı tarihler insanın yüreğine ok gibi saplanır. Üzerinden kaç yıl geçerse geçsin dolduramadığınız bir boşluk kalır, yarattığı acıyla, kan sızdıran yarasıyla onu taşımaya devam edersiniz.
Yaranın çapı ve derinliği Tahsin yoldaşın arkasından bıraktığı boşluğun çapı ve derinliği kadarsa kanamaması ne mümkün…
Aylardan Temmuz… kavurucu sıcaklar, hücre hücre süren çarpışma, eriyen bedenler, zafere kilitlenmiş irade ve sınanan devrimci kararlılık: ’96 Süresiz Açlık Grevi ve Ölüm Orucu Direnişi!
Birkaç gündür Tahsin yoldaşın devrimci yaşamına dair zihnimi meşgul eden bazı düşünceler vardı ve onları yazıya dökmenin iyi olacağını düşünüyordum. Esasında tam olarak odaklandığım bir konudan çok bir iç söyleşi bu. Yoldaşın yaşamıyla bıraktığı derin izler ile o güçlü devrimci profilin nasıl şekillendiğini düşünmemle başladı bu yoğunlaşma. Bu arada “Devrimci Bir Odak İhtiyacı” başlıklı yazımıza dair tartışmalar üzerine kafamda güncelle de paralelliğini kurdum. Konuyu “ölünün arkasından yas” şeklinde değil de günün ihtiyaçlarına devrimci bir yanıt olarak Tahsin’deki özle bütünleştirmenin, başka bir ifadeyle süreci yeni bir “Tahsin’leşme” iradesiyle nasıl göğüsleriz zemini üzerinden tartışabiliriz başlığına çekmenin daha doğru olacağını düşünerek yazmaya karar verdim.
Tahsin Yılmaz yoldaş, diğer iki yoldaşı Osman Akgün ve Ulaş Hicabi Küçük yoldaşla onurlu ve soylu bir direnişin ön saflarına fırlayarak 12 kızıl karanfille birlikte ölümsüzler kervanına katıldı. Herbiri ayrı bir deneyim ve tecrübe okulundan geçerek buluştular “Koca Çınar”ın altında. Birikimleriyle, kattıkları değerlerle, gelecekle kurdukları özgür düş ve duydukları inançtan beslenen örgütsel pratikleriyle kimi dalı oldu bu Çınar’ın kimi kökü. Yaşamları boyunca da beslemeye devam ettiler bu Koca Çınar’ı…
Günümüzün lanet bir hastalığı olarak unutulmaya yüz tutan devrimci değerlerin hatırlatılması söz konusu olduğunda bu Çınar’ın köklerini besleyen sudan, coşkun akan bir pınar gibi kana kana içeceğiz şüphesiz; zihnimizi ve bilincimizi bu pınarın tazeliğiyle beslemeye de devam edeceğiz.
Çınar dedik, koca bir Çınar’dan bahsettik, 45 yıllık tarihiyle yarım asra yaklaştığını söylemek de abartı olmayacaktır elbette. Orta yerde duran bir tarih vardır yaşanmıştır, yaşanmaya da devam ediyordur. Hikâyede zihnimi meşgul eden sorular zinciri de burada başlamaktadır. Bu Çınar’ın bir de kökünü besleyen, besledikçe köküyle bütünleşen, bütünleştikçe kökleşen/gövdeleşen öznesi/özneleri olmuştur. Bu hikâyenin içerisinden şöyle bir soru sorulsaydı şayet; “Bu Çınar’ın köklerini besleyen en kalın damarın tarifi nasıl yapılır?” diye, düşünmeksizin Tahsin yoldaş ve yaşam hikayesi derdim herhalde.
Elbette bu Çınar’ın kökü ve gövdesini oluşturan çok sayıda yoldaş oldu. Osman Yaşar, Mehmet Fatih, İsmail Cüneyt, Sezai Ekinci, Ataman İnce, Selma Aybal, Lale Çolak, Serdar Ben (Maviş)… Her biri ayrı bir önem ve özellik taşıyan bu yoldaşların değeri tartışabilir mi? Üstlendikleri misyon ve oynadıkları kurucu rolle bu tartışmayı buradan yürütmeyecek kadar açık ve berrak bir çizginin, köklü bir geleneğin temsilcileri oldular. Bu çok nettir, zaten amaç değer tartışması da değildir; hikâyenin başka bir yüzüne, eksik kalan yönüne işaret ederek tartışmayı bugünün güncelliği ile ilişkisi içinden kurarak ifade etmek istiyorum.
Tahsin yoldaşın örgütlü yaşamı ortada. Yaptıkları, yapamadıkları, yapmayı plânladığı halde yaşamının son bulmasıyla sorumluluğun yoldaşlarının omuzuna kaldığı görev ve hedefleri… her şey ortada. Onu tanıyan yoldaşlar hakkında yazdılar, o yazılardan öğrendik yoldaşı, o yazılarla tanıdık örgüt “insanı” nasıl olunuru ve en çok o yazılarla öğrendik sınıfın içinden çıkan gerçek sınıf devrimcisi kimliğinin romanlarda değil de içimizden birileri olacak kadar yakın olduğunu… Şüphesiz çok iyi yazılardı bunlar. Sadece yoldaşın yaşamının görünür kılınması açısından değil, yazıların içindeki esinleyici ruh ve örgüt dilinin genç kuşakları da etkileyecek bir anlatımla sınıf devrimciliğine yöneltmesi, Tahsin yoldaş şahsında yeni bir devrimci kimliğin yaratılmasının albenisini arttırması bakımından da ayırt edici bir özellik ve özel bir misyon taşıdıklarını düşünüyorum.
Özellikle yoldaşın ölümsüzleşmesinin ardından Sağmalcılar’da naaşı başında yapılan o konuşma bugün bile her hecesiyle kulaklarımızda. 10 dakikalık bir konuşmaya 25 yıllık koca bir tarih nasıl sığar derseniz, işte böyle sığar denir. O konuşmada en etkili söz, belki de anahtar kelime olarak başa yazılması gereken, sadece örgütümüz açısından değil, TDH açısından bile bugün için önemini yakıcılığıyla koruyor: Burada bir tarih yatıyor!
O gün orada yatan sadece simgesel bir tarih değildi şüphesiz; bilmeyenler için biraz o tarihin içinde yolculuk yapmak gerekiyor. O tarihin içinde nelerin hangi koşullar altında gelişip serpildiğine, Tahsin yoldaşın öncü rolüne, dönemin güçlü yanları kadar zorluklarına, olanaklar kadar olanaksızlıklarına, yoldaşın büyük emeklerle kendisini nasıl yarattığına, zor koşullar altında ilkokulu bile ancak bitirebildiğine ve 11 yaşından itibaren başladığı çalışma hayatına, ’80 öncesi ve sonrası Ege’de gelişen sınıf eylemlerindeki savaşçı ve militan rolüne bakmak gerekiyor. Çünkü o tarihin içinde Tekel, Tariş, Demirçelik, Petkim, Tansaş ve Belediye işçilerinin sayısız direnişi var. Ve her direnişin içinde öncü konumuyla Tahsin Yılmaz yoldaş var. Bunun abartı olduğunu düşünebilirsiniz, hak da veririm size. Çünkü bu düzeyde devrimci bir profil kimlikle daha önce karşılaşmayanlar için ya da bu örneklerin TDH içinde çok az olduğu düşünülecek olursa okuyucuya ilk anda abartılı gelmesi anlaşılabilir bir durumdur; ama değil! Samimiyetle söylüyorum, İzmir’de faaliyet yürüttüğüm bir dönemde 1 Mayıs çalışmaları için hazırlık yapıyorduk. İzmir’in hangi noktasına giderseniz gidin, hangi ücra köşesinde afiş asarsanız asın birileri sizi görüp “Tahsin’in yoldaşları gelmiş” derler. Tahsin yoldaşın fotoğrafının da yer aldığı “Tahsin’den Ethem’e Sürüyor, Sürecek Mücadele!” yazılı devasa pankart ile girdiğimiz 1 Mayıs alanında sayısız insan pankartın önüne gelerek Tahsin yoldaşın önünde eğilip yumruğunu kaldırarak saygısını sunmuştu. Onun bir yoldaşı olarak arkasında yarattığı bu devasa saygının şokunu ben o alanda yaşamıştım. Çok şey okumuştuk, onu tanıyan yoldaşlardan çok şey dinlemiştik ama yaşamın kendi dili konuşunca insan bir başka oluyordu tabii.
O videoya dönecek olursam, yoldaşın bir cümlesi vardı ve üzerine gerçekten çok düşünülmesi gerekiyordu. Şöyle diyordu yoldaş:
“11 yaşından itibaren başlayan çalışma yaşamında polyester işçiliği, TEKEL işçiliği, TARİŞ işçiliğinden geçerek devrim ve komünizm emekçiliğine yükselen proletaryanın seçkin bir evladı yatıyor.”
İkinci anahtar kavram bu olsa gerek: “Devrim ve komünizm emekçiliğine yükselmek!” Acıtıcı bir gerçeklikle yüzleşmek gerekirse TDH’nin değil kadroları, bir bütün olarak ortaya koyduğu program ve stratejileri bile devrim ve komünizm ufkuna erişmiş yeterlilikte değil. Türkiye devrimci hareketi genel bir zaaf olarak dünüyle de bugünüyle de işçi sınıfı hareketiyle zayıf olmanın da ötesinde muğlak, amorf bir ilişki kurdu. Her ne kadar işçi sınıfı hareketiyle birleşme, örgütleme, onu kucaklayarak öncüsü olması ülküsünü yüzyıllık bir amaç ve hedef temelinde yaşasa da, buna uygun bir konum ve elverişli bir zemin üzerinde kendisini inşa edemedi. Bu sınıra yaklaşma çabası taşıyanlar da bir süre sonra sınıfı teoriden aydınca kucaklama eğilimi geliştirdi. Belki ağır olacak ama bugün bile devrime öncülük iddiasını taşıdığı halde konumlanışlarının buna uygun olmadığını gördüğümüz/gözlemlediğimiz çok sayıda grup ve çevre var. Elbette bu yetersizliğin farkına varanlar, orta yerde duran eksikliği giderme arayışı içinde olanlar, samimi ve dürüst bir tarzda devrimin ihtiyaçlarına yanıt üretecek bir odağın yaratılması amacını taşıyanlar da var, o yüzdendir bu “odak yaratma ihtiyacı”na yönelik tartışmalar.
Tahsin yoldaşın yukarıda anlattığım zorlukların içinden, ama bunu sınıf mücadelesinin zorlukları içerisinden aşarak devrim ve komünizm emekçiliğine yükseltmesi sınıf devrimciliğini rehber edinmiş her samimi devrimci için özel önem taşımalıdır. ’80 sonrası yenilen ağır darbeler ve Osman Yaşar Yoldaşcan’ın kaybı, sonrasında İzmir ile örgütsel anlamda ilişki ve iletişimin neredeyse kesilmesine rağmen Tahsin’in bir “parti” gibi çalışması, işleri koordine etmesi, yeni alan ve görevlerin yaratılması, gençlik alanında yoldaşların örgütlenmesi, askeri faaliyetleri düzenlemesi… “Tek başına bir ordu gibi” çalışması… Bu muazzam çalışma ve emeğe rağmen Tahsin’in asıl mahareti burada da değil; bu faaliyetler boyunca sayısız kez gözaltı, sayısız kez operasyon ve tutuklanma yaşıyor/yaşanıyor ve çalışma hiç aksamıyor. Tahsin çalışmanın sürekliliğini sağlayacak alt yapıyı ve illegaliteyi ustaca kuruyor. Bunları sonradan öğrendiğimde şu ayrıntıyı fark ediyorum: O dönemde faaliyeti omuzlayan yoldaşlarımızın önemli bir kesimi sınıfın içinden gelme öz mü öz işçiler. Böyle bir sınıf ağı kuruyor Tahsin.
Bugün tartıştığımız devrimci bir odak ihtiyacının karşılanması bir yanıyla devrimci bir kadro kuşağı yaratmaktan geçiyor. Sosyalist hareketi sınıf hareketiyle buluşturup onun devrimcileşmesine önayak olacak güç de burada yatıyor. TDH zaten geleneksel çizgileri ve şekillenişi itibariyle işçi sınıfının içinden profesyonelleşmiş bir devrimci işçi kuşağı rezervi yaratamadı. Belirli tarihsel dönemlerde sınıfın ileri ve öncü bölükleri üzerinde bir etki ve sempati gücü yarattı ama onun da en ileri unsurları sendikal alanda mevzilenerek zamanla bürokratik yozlaşmanın pençelerinden kurtulamadı. Biz de dahil bir Tahsinler kuşağı yaratamadık, ya da öne çıkan, Tahsinleşme potansiyeli taşıyan diri unsurları kazanıp “devrim ve komünizm emekçiliğine yükselten” bir yaklaşımın taşıyıcıları olamadık.
Devrime öncülük iddiası taşımak başka bir şeydir, sınıfın gözünde etki gücü yüksek, çekim merkezi olabilen, politikasını her düzeyde sınıfa taşıyıp onlarla birlikte politika üretebilen güvenilir bir odak olmak başka bir şeydir. Yaşanılan eksiklik budur. 2010 sonrası gelişen toplumsal-siyasal gelişme ve patlamalarda da devrimcilerin arkasından sürüklediği belirgin bir ize rastlamıyoruz. Aynı şeyi gelişen sınıf hareketine öncülük misyonunda da görüyoruz. Dayanışmanın ötesine geçebilen, kendi direnişini örgütleyen, örgütleyip büyüten, büyütüp sınıfın diğer bölüklerine doğru genişleten bir eylem kapasitesi de göremiyoruz. 2015 Metal Fırtına da sınıftan ne denli geri kaldığımız ortadaydı. Aralarından olumlu bir örnek verecek olursak o da 2018’de 3. Havaalanı’nda patlak veren inşaat işçilerinin eylemine öncülük misyonuyla yaklaşan İnşaat-İş pratiği var ama o da eylemin genel bir kazanımından ziyade devletin tehdit ve şantajlarına karşı korkusuzca meydan okuyan öncü militan bir tutumla sınırlı kaldı.
Devrime öncülük iddiası taşıyan radikal devrimci hareketin toplam gücü bile bir kuvvet seferberliği gerçekleştirmek istediğinde bugün ülkenin politik gündemini etkileyecek çap ve güçten uzak bir konumda. En azından ilerici-devrimci kamuoyunun, işçi sınıfının ve en geniş ezilen kesimlerin hareketli bölüklerinin yönünü değiştirebilme gücüne de sahip olmadığı bir gerçek. Sendikalar da dahil kölelik düzeninin dayattığı asgarinin de altında yaşanan ekonomik ücret sefaletine karşı sınıfsal bir faaliyet göz önüne alındığında ekonomik ya da politik çağrısına uyacak kesimlerin sayısal düzeyi bile çok cılız kalacaktır. Bir denge durumu ya da yaptırım gücüne sahip olup olmamayı tartışmıyorum bile.
Sınıfla kurduğumuz ilişkinin ölçülebilir ve denetlenebilir veriler taşıması gerekir; belli bölgelerde ve işçi havzalarında lokal bile olsa bir genel grev-genel direniş hareketi örgütleme, geliştirme, buna yön vererek daha kitlesel direnişleri de içine alacak bir kapsam ve yönelimin potansiyelini açığa çıkarmaktan da uzak sayılırız. Sosyalist hareketle sınıf hareketi arasında volan kayışı oluşturacak Tahsinlerimiz yok çünkü.
Tartıştıklarımızın önemli bir oranda henüz bir devrimi gerçekleştirmeye bile yetemeyen, ekonomik-demokratik alanın/alanların sorunu ve sorunları olduğu açık. Bunlar da bile yetersiz kalan, eksikliği sadece gözle görülen değil sınıfın tüm bölüklerince derinden hissedilen, hissedildiği oranda günden güne çürüyen bir sınıf ve toplumsal gerçeklik var karşımızda. O yüzden “odak ihtiyacı”nı tartışırken burnu havada çemkirmeden önce dönüp gerçekliğimizle samimi bir yüzleşme gerekiyor.
Devrimci hareketin toplamı açısından bakıldığında bile Tahsin’lerimizin parmakla sayılabilecek kadar az olduğunu düşünüyorum. Daha da kötüsü, sınıf hareketi içinde bu eksikliğimizi giderecek güçlü bir mayalanma yaratamazsak herbirimizin geleceği ciddi risk altında.
Yoldaşın önemini buradan tartışmanın bir kez daha ufuk açıcı olacağını düşünüyorum. Devrimci bir odak ihtiyacı her şeyden önce onun görev ve sorumluluklarını üstlenecek devrimci bir kadro gücünden geçmektedir. Parola bellidir, bu iddiayı kuşanmak Tahsinleşmek’le mümkündür.
Tahsin, Osman ve Hicabi yoldaşın ölümsüzlüğünün üzerinden 28 yıl geçti. Tahsin yoldaş için yazılan şu aktarım taşıdığı esinleyici ruhun yanında O’nun şahsında devrimci bir odak ihtiyacının yaratılması noktasında bizler için bir görevi de bildirmektedir:
Bir tarih düştü toprağa; sadece yaşarken değil ölürken de esinledi genç kuşaklara gelenekten geleceğe adımızla anılan isyankâr yürüyüşünü. Bir tarih, bizi biz yapan ne varsa özenle taşıdı son nefesine dek! Bir tarih gözlerini yumdu sadece; parti ve komünizm rüyasını görmeye devam ettiğini haykırdı eylemiyle.
İnsan tüm yoldaşlarını nasıl böyle hiç ölmemişler ve hiç ölmeyeceklermiş gibi sever?…
“Burada bir tarih yatıyor!” O tarih, yattığı yerden tarihin köklerine uzanıp gelecekle bütünleşen sağlam bir gövde olarak komünizm rüyasını düşleyen proletaryanın bilincini yeşertmeye devam ediyor…
Kaynak: Alınteri
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.