Karşımızda 22 yılını devirmiş bir parti devleti ve ortağı var. Hal böyle olunca, devletleşmiş bu partinin taraftarları da kendilerini devletin sahibi sanıyor. Bakanlıkta tanıdığı, Ankara’da dayısı olan herkesin “devlet benim” anlayışıyla yaşadığı bu dönemde milli takımda oynayan, politikacılarla iç içe geçmiş futbolcuların da bu anlayışta olması pek şaşırtıcı değil
Türkiye Kadın Voleybol Milli Takımı Avrupa Şampiyonu olduktan sonra toplum olarak artık beraber sevinemediğimize dair bir yazı yazmıştım. A Milli Futbol Takımı’nın Avrupa Futbol Şampiyonası maçları sürerken yine aynı duyguyla karşı karşıyayım. Böyle anlar beraber sevinemeyen, beraber üzülemeyen, yaralarını beraber saramayan bir toplama dönüştüğümüzü hatırlatıp duruyor. Peki, ne oldu da bu toplum bir futbol maçında bile bazı ortak duygular etrafında birleşemeyen bir hale geldi?
Milli takım uzun zamandır birçok tartışmayla gündemde. Futbolcuların Türkçe bilmiyor oluşundan yabancı teknik direktör tartışmalarına, futbol federasyonu başkanı ve futbolcuların politik tutumlarından istedikleri primlere kadar hemen her gün farklı bir konu tartışılıyor. Milli takımın Avusturya’yı yenerek çeyrek finale yükseldiği maçta gol sevincini, Türkiye’deki bir siyasi hareketin ve memleketin tarihindeki birçok katliamın faillerinin de yaptığı gibi, bozkurt işaretiyle gösteren Merih Demiral’ın ardından tartışmalar büyürken toplumdaki ayrım da keskinleşti. İşaretin özellikle Madımak Katliamı’nın yıldönümünde ve Suriyelilere dönük saldırıların tehlikeli bir boyut kazandığı günlerde zuhur etmesi toplumsal bölünmeyi şiddetlendirdi.
Karşımızda 22 yılını devirmiş bir parti devleti ve ortağı var. Hal böyle olunca, devletleşmiş bu partinin taraftarları da kendilerini devletin sahibi sanıyor. Bakanlıkta tanıdığı, Ankara’da dayısı olan herkesin “devlet benim” anlayışıyla yaşadığı bu dönemde milli takımda oynayan, politikacılarla iç içe geçmiş futbolcuların da bu anlayışta olması pek şaşırtıcı değil.
Merih Demiral söz konusu hareketi “Türklükle alakalı” diyerek açıkladı, ardından birçok kişi hareketin politik anlamını hafızalarımızdan silmeye dönük savunmalar yaptı. Murat Ağırel, “Zafer işareti nasıl ki PKK demek değilse Bozkurt işareti de faşistlik demek değildir,” dedi. Nevşin Mengü ise “Bozkurt her ne kadar bu millete ait bir işaretse sol yumruğunu havaya kaldırmak da bu millete ait bir işaret” açıklamasını yaptı. Manipüle edilmiş fotoğraflarla Atatürk’ün de vaktiyle bozkurt işareti yaptığını savunanlar bile oldu.
Bozkurt işareti 1990’lardan bugüne bir politik kimliği, partiyi, ideolojiyi karşılıyor. Dolayısıyla Merih Demiral’ın açıklaması zaten boşa düşüyor. Ağırel’in açıklaması ise kadük doğmuş bir açıklama. Çünkü enternasyonal zeminde sıklıkla gördüğümüz zafer (victory) işaretini PKK ile özdeşleştirmek neredeyse komik kaçan tutarsızlıkta. Nevşin Mengü’ye gelirsek, “ülkücüsü de solcusu da bizim çocuklardır” şeklinde herkesi aynı kefeye koyan açıklamanın kasti bir çarpıtma içerdiği açık. Bir kadını öldürdükten sonra kalkan sol yumruk göremeyiz mesela ya da pusu kurup bir gazeteciyi öldürdükten sonra adliye çıkışında sol yumruğunu havaya kaldıranlara tanık olmamışızdır.
Bozkurt işareti deyince hafızalarımızda canlanan bazı karanlık fotoğraflar da var. Bu işaretin toplumsal karşılığına baktığımızda iktidar ortağı siyasi partinin destekçilerinin yanında Madımak’ın ve Hrant Dink’in katillerini görüyoruz örneğin. Memleketin emekçilerine, farklı kimliklere, kadınlara, gazetecilere, aydınlara kalkan ellerin bozkurt işaretiyle birleştiğine tanık olduk, olmaya devam ediyoruz. Bazı simgeler toplumların hafızasında belli yerlere karşılık gelirler. Herkesin izlediği ve beraber sevinmeye çalıştığı bir maçta toplumun belli kesimlerinin yaralarını tazeleyecek bir tavır sergilemekten çekinilmiyorsa, üstelik bunun ardından politik tavrı belli bazı gazeteciler bu tavrı savunuyorsa o zaman bu hareket elbette politik bir yere denk düşer. O politik yer, burjuva ideolojisinin öz evladı ve pansumanı, sokağı düzen lehine soğuran ve antikomünizm geleneğiyle bilinen milliyetçiliktir. Bir futbol maçında da kendini gösterir, bir cinayet sonrasında da… Ama mesela Somali liderinin oğlu bir Türk vatandaşını öldürüp sadece üç kuruş para cezası aldığında sessizleşiverir.
“Yahu bir işaret yaptı, politik kastı yoktu” diyen aklıevvellere ise kötü haber: Hayatta her şey politiktir, politikayla ilişkilidir. Politika ile hayat arasındaki uçurumu büyütüp, çubuğu kasti şekilde yanlış yere eğenlere bu milli maç açık bir yanıttır. Hem sahanın içinde hem sahanın dışında söz konusu zihniyetle sabahtan akşama kadar mücadele ediyorsak, milli maç da bozkurt işareti de politiktir. Politika mecliste politikacıların yaptığı memuriyetten ibaret değildir, bütün hayatı kapsar, aldığınız nefesten parmaklarınızı birleştirme tarzınıza kadar…
Emek sömürüsü hayatımızın her köşesini sarmışken bu ülkenin bir valisi tarafından taciz edilen çocukla ilgili “taciz edilen çocuk da Suriyeli” açıklaması yapılabiliyor. Her gün bir kadın cinayete kurban giderken ve çocuklar iş cinayetlerinde hayatını kaybederken, birileri bir futbol maçıyla ilgili “Viyana 341 yıl sonra düştü. Montella başta olmak üzere bütün futbolcularımızı tebrik ediyorum. Viyana önünde Kızılelma için can veren Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ve bütün şehidlerimizin ruhu şad olsun.” açıklaması yapabilecek kadar kendini kaybedebiliyorsa, hatta ülkenin İtalyan teknik direktörüne “Türk yüreğini sahada gördük” cümlesi söylettiriliyorsa bu toplumun parçalanmasında imzası olanlara verilecek yanıt da politik olmalıdır.
Evet, son 22 senede her şey gibi toplum da değişti. Bölündü, parçalandı, kolektif bilinci, kolektif sevinçleri, kolektif yas duygusu aşındı. Ne idüğü belirsiz 2002 öncesi Türkiye hayalini yaşatmak değil niyetim, yarını kurtarmak. Bugün içinde bulunduğumuz karanlıktan çıkış ancak yarını yeniden kurmamızla mümkün olacak. Eşitlikçi, cumhuriyetçi ve yaşamla bağı emek ekseninde örülmüş temiz bir memleketi kurmaya ihtiyacımız var. Yarını kuracak olanlar sabahtan akşama kanımızı emenler ve sıkıştıkları anda etnik kimlik masalları anlatanlar değil, asıl iş bu ülkede yorulmadan sol yumruğunu havaya kaldıranlara düşüyor.
Kaynak: Vesaire
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.