Yaşam Merkezlerimiz ve dayanışma faaliyetlerimiz hâlâ sürmekle birlikte depremin yıldönümünden yerel seçimlere uzanan süreçle birlikte akut dönemi geride bıraktık. Şimdi hem bugüne kadar hedeflediklerimiz doğrultusunda yaptıklarımızı ve yapamadıklarımızı değerlendirip gelecek mücadelelere ışık tutacak şekilde kayda geçmek hem de kentin yeniden inşası ekseninde şekillenen yeni sürece nasıl müdahale edeceğimize ilişkin bir program oluşturmak için kolları sıvadık
21 Temmuz’da Ankara’da düzenlenen Halkevleri 28. Olağan Genel Kurulu’nda Hatay Halkevleri adına yapılan sunumun tam metnidir:
Hatay’da 6 Şubat depremlerinin hemen ardından Halkevleri olarak merkezi bir seferberlikle başlattığımız çalışmamız 550 günü geride bıraktı. Geçtiğimiz yıl, arama kurtarma faaliyetlerinden temel yaşamsal ihtiyaçlarının karşılanmasına, devletin boşluğunu bir toplumsal dayanışma seferberliğinin doldurduğu akut dönemin sokaktaki aktif bir unsuru olarak seslenmiştik genel kurulumuza.
“Devlet yok, dayanışmamız var”, “Birbirimizi yalnız ve çaresiz bırakmayacağız” diyerek yürüttüğümüz çalışmalarımız, özünde bir yardım faaliyeti değildi. Halkı enkaz altında bırakan neoliberal faşist düzene karşı kitlesel bir sorgulamanın geliştiği, aynı zamanda dayanışma seferberliği içinde halkın kurucu kapasitesinin ve kendi kaderini kendi eline alma iradesinin geliştiği devrimci bir politikleşme imkanıydı.
Sevgi Parkı’nın ardından Defne’nin üç bölgesinde, içinde aşevi, çay ocağı, su arıtma tesisi, çamaşırhane, derslik, spor çadırı, kadın evi barındıran, kurs ve atölyelerin düzenlendiği Yaşam Merkezleri kurduk. Bu Yaşam Merkezleri etrafında halkın kendi gündelik yaşam mücadelesini örgütlerken, sorunlarına birlikte çözüm aradığı öz örgütleri olarak Yaşam Meclisleri’ni de oluşturduk. Her ay dönümünde düzenlediğimiz kitlesel yürüyüşlerle; su, trafik, ulaşım, halk sağlığı ve eğitim hakkına ilişkin halkın talep ve tepkilerini örgütlediğimiz eylemlerle depremzedelerin mağdur değil bir özne olduğu bir çizgiyi inşa etmeye çalıştık.
Bu, aynı zamanda kendi özeleştirimizin bir parçası olarak doğrudan örgütümüze ve kadrolarımıza dair bir yeniden inşa süreciydi. Birçok Halkevci kadro yaşamlarını uzun süreliğine depremzedelerin yaşam koşulları ile birleştirerek kendi kendilerini halkın yaşam mücadelesi içinde yeniden inşaya girişti. Binlerce depremzedeyle iç içe yaşayıp örgütlenerek, tartışarak, hareket ederek yüzünü yoksullara dönmenin, kitle mücadeleleri deneyimlerimize yeni ve özgün bir başka deneyim eklemenin gururunu taşıyoruz.
Kasım ayında “Ya Yıkım Ya Sosyalizm” sloganıyla düzenlediğimiz Türkiye Halkevleri çalıştayına ev sahipliği yaparken, hak mücadelelerinin yeni dönemini örgütleme iddiasına somutluk kazandırabilmiş olmanın özgüvenine sahiptik. Çalıştay sonrası diğer kentlerden gelen Halkevci dostlarımızı uğurlamadan önce düzenlediğimiz yürüyüşte “Akıntıya karşı…” sloganını özlediğimiz bir heyecanla attığımız pek çoğumuzun aklındadır. O yürüyüşte, o sloganda, yürüyüşümüze katılan ya da güzergah üzerinde izleyen depremzedelerin bakışlarında yakaladığımız o duygu, devrimci siyasette ısrarın adı olan Halkevciliğin yaşayan ruhudur.
Bugün Yaşam Merkezlerimiz ve dayanışma faaliyetlerimiz hâlâ sürmekle birlikte depremin yıldönümünden yerel seçimlere uzanan süreçle birlikte akut dönemi geride bıraktık. Şimdi hem bugüne kadar hedeflediklerimiz doğrultusunda yaptıklarımızı ve yapamadıklarımızı değerlendirip Halkevleri örgütünün gelecekteki mücadelelerine ışık tutacak şekilde kayda geçmek hem de kentin yeniden inşası ekseninde şekillenen yeni sürece nasıl müdahale edeceğimize ilişkin bir program oluşturma çabasındayız.
Yaşam Merkezleri depremzedelerin temel yaşamsal ihtiyaçlarının karşılanmasının ötesinde devrimcilere nasıl bir kitle bağı sağladı? Yaşam Meclisleri’nin oluşturulmasında ve sürekliliğinin sağlanmasında somut bir dayanak oluştururken, bu ilişkinin sınırları nelerdi? Bizim faaliyetimizi basit bir STK faaliyetinden ayıran şey neydi? Neyi hedefledik, hedeflerimizi ne ölçüde başarabildik? Halkevleri örgütünü ve fikrini on binlerce kişiyle sürekli bir kitle temasına taşıyabilir, halkın öz örgütlerini kurabilirken seçim süreçlerinde bu öz örgütlerin etkin birer politik odak olmasını neden sağlayamadık? Deprem sonrası açığa çıkan devrimci potansiyeli, düzen siyasetini aşan bir harekete neden yönlendiremedik? Bunların ne kadarı nesnel sorunlara ne kadarı öznel sorunlara bağlı? Örgütümüz yeni bir yönelim belirlemişse de eleştirdiğimiz sorunlu hallerden ne kadar sıyrılabilmiş durumdayız? Mevcut kadroların niteliksel dönüşümü, yeni kadroların ve sempatizanların kazanılması noktasında kaydettiğimiz ilerlemeyi geleceğe nasıl aktarabiliriz? Bu soruların yanıtını ararken, bunu yeni dönem mücadelemizi inşa etmenin bir gereği olarak yapıyoruz. Ne açığa çıkardığımız deneyimin mevcut halini kör bir inatla tükenene kadar sürdüreceğiz ne de yerel seçim sürecinde olduğu gibi hedefleyip de başaramadıklarımıza takılıp kalarak birikimimizi yok sayacağız. Hatay’da deprem sonrası çalışmamıza ilişkin değerlendirmelerimizi kitaplaştırmak için çalışmalarımıza başladık.
Mücadelemizi bundan sonra nasıl sürdüreceğimiz elbette ülke ölçeğinde yürüteceğimiz kolektif tartışmalarla da şekillenecek. Halihazırda ise kentin yeniden inşası sürecinde iki temel alana odaklanıyoruz.
Birincisi, kentte yaşamı yeniden kurma mücadelesinin merkezinde ve ön safında olan kadınlarla yürüttüğümüz çalışmaları kurumsallaştırmayı planlıyoruz. Psikososyal destek çalışmalarından amigurimi kurslarına, Hayte’nin Evi’nde yürüttüğümüz kadın buluşmalarına, süreklilik kazanan kadın emeği pazarlarına canlı, kitlesel ve sürekli bir kadın çalışmamız var. Hak mücadelelerinde kadınlar ön safta. Hatay’da yeni biçimler alarak süren yaşam mücadelesinin asli öznesi olan kadınları üretim temeli de olan bir toplumsal-politik hareket içinde örgütlemek için adım atıyoruz. Hareket somut biçimini kazandıkça buna uygun örgütsel-kurumsal araçları da değerlendireceğiz.
İkinci temel odak noktamız ise barınma hakkı başta olmak üzere kent hakkı mücadeleleri. Yüzbinlerce insanın evinin yıkıldığı ve barınma sorununun ancak kamusal-toplumsal bir planla çözülebileceği koşullarda halk, sermaye yanlısı bir iktidarın mülksüzleştirme projelerine karşı direnişle özel mülkiyet savunusunun çözüm olmadığı gerçeği arasında sıkışmış durumda. Geçmişteki barınma hakkı mücadelelerinden daha kitlesel ve şiddetli ancak daha karmaşık ve çelişik bir sorunlar yumağı ile karşı karşıyayız. Burada sorunu doğru tanımlayıp toplumsal bir çözümü ortaya koymak, bu mücadele içindeki stratejik yığınak noktasını tespit etmek ve belki de bugüne kadarki en uzun erimli barınma hakkı mücadelesi sürecine hazırlanmak durumundayız. İşçi sınıfının ve toplumsal muhalefet örgütlerinin parçalılığının kendini yakıcı biçimde hissettirdiği bu alanda, bu sorunlu manzaradaki parçalardan bir parça olmak yerine, kapsayıcı, etkili ve bütünsel bir mücadele için kadrolarımıza yönelik iç toplantılar biçiminde altyapı çalışmalarına başladık. Halkın sermayeye karşı yaşam mücadeleleri üzerinde yükselecek politik iktidar mücadelesi içinde bir yürüyüş kolunu da deprem bölgesinden barınma hakkı talebiyle kurmayı kendimize görev biliyoruz.
Bugün Yaşam Merkezleri’ni değişen ihtiyaçlar doğrultusunda sürdürürken, yüzlerce çocukla yaz çocuk buluşmaları düzenlerken, Hatay’daki Halkevleri örgütünü hem merkezi hem de yerel mücadelenin ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendirirken günü kurtarmanın değil geleceği kurmanın kaygısıyla hareket ediyoruz.
Hatay deneyimi bir kente ve bir ana hapsolmuş bir deneyim değil, halkın çıkarlarından başka çıkarı olmayan devrimcilerin, çantalarını sırtlayıp, kavga her nerede yaşanıyorsa oraya gideceği, kavganın içinde öğrenip, öğretip, örgütleneceği, bizden önce devrimci yolda yürüyen ve düşenlere ve bizden sonra yürüyeceklere borcunu bu şekilde ödeyeceği devrimci kültürü yeniden ayağa kaldırma çabasıdır. Bu kültürün yeniden canlanmasında emeği geçen bütün Halkevcilerin emeklerine sağlık.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.