Konu, oturduğunuz makamın hesap verilebilir halden çıkarılan, politize olmuş kimliği belki de! Yapılan basit bir eleştiriyi bile “itibar suikastı” olarak etiketleyen o makamı omuzlarda taşıtmaya çalışmanız ya da…
Türkiye’de, eğer ki bir de Sünni mezhebine mensupsanız, çocukken, anne babanız tarafından Kur’an kursuna gönderilme ihtimaliniz oldukça yüksektir! Giden arkadaşlarımdan biliyorum… “Yaptığımız tek şey ezberlemek” derdi bir tanesi! Artık her şeyi okuyabildiğini ama okuduğu Arapçayı anlamadığını söylerdi bir diğeri! Okuduğundan hiçbir şey anlamayan çocukların, kursu bitirdiklerinde Kur’an okumayı öğrendiğini sanmak gibi bir durumumuz da vardı hep…
Kutsal kitabın Türkçe halinde değil de anlamadığımız halde kutsallaştırdığımız Arapça halinde duranlar olduk o yüzden!
Merak ediyorum, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın çocukluğu da böyle mi geçti? Gittiği Kur’an kursunu başarıyla (!) bitirdi, diğer çocuklar gibi, ama o da mı okuduğunu asla anlamayanlardan oldu?
Bir yurt dışı ziyareti sırasında ona Arapça sorulan bir soruya cevap ver(e)meyen halini izlediğimizde, “Farklı değilmiş” dedik o yüzden! Dedik de, bizler çocuktuk! O ise Diyanet İşleri Başkanı! Din konusunda toplumu aydınlatmak zorunda olan kişi! Kur’an’ı anlatmak ve içeriğinin de anlaşılır olmasını sağlamak zorunda olan kişi! Kur’an’ı, Arapça kaynakları noktasında araştırarak, yanlış anlaşılmaları ortadan kaldırması gereken kişi!
Tüm bunları yapması gereken Ali Erbaş, Arapça bilmiyor muydu? Yurt dışı gezisinde kendisine yöneltilen Arapça bir soruyu Türkçeye çevirtirken ki halinin toplumda yarattığı tartışmaya bile cevap verme gereği hissetmemesi bundan mıydı? Mesleki CV’sinde, “Arapça ve İngilizceyi çok iyi biliyor” ifadesinin gerçekliğini sorgulayanlarla yüzleşmemesi en çok da!
O, şunu mu hissetti acaba?
“Hesap ver!”
Cevap verme (!) şekli de buna mı dairdi?
“Ben hesap vermem!”
Bu aynı, 6 Şubat depremlerinde, afetzedelerin ihtiyacı olan çadırları ticari bir meta gibi sattığı ortaya çıkan Kızılay’ın o dönemki başkanı Kerem Kınık’ın, “Satılmış ama benim haberim yok” demesi gibi! Bir basın toplantısıyla bile olsa, ülke insanından özür dilememesi gibi! Yaşananların ardından istifa etmemesini “kurumsal tüzüğe” bağlayan, ama dilemediği özür için hep sessiz kalması gibi! Çadır satışından kendisinin haberinin bile olmadığını söylerken, koca bir kurumun nasıl yönetildiğine dair çarpıcı bir tablo sunması ve bundan da asla utanmaması gibi!
Ali Erbaş da asla kamuoyu önüne çıkıp da Arapça tartışmalarına bir nokta koymadı! “Arapça bilmiyor” haberlerine cevap verebilecekken sustu! Arapça bilmeyen birinin Kur’an’ı topluma nasıl anlatabildiğinin soru işaretini paylaşanlara, ‘Aslında…’ diye başlayan cümleler kurmadı! Böylesi bir eksikliğin, o makamda oturması gereken birinin istifa etmesine yol açabileceğini söyleyenlerle karşı karşıya gelmedi!
Yaptığı mı?
İktidara yakın bir gazetenin iktidar yanlısı bir yazarına yaptığı tek açıklamada, yaşananları bir “itibar suikastı” olarak niteledi! İtibardan asla tasarruf etmeyenlerin ülkesinde, o da itibar dedi!
Peki, derdimiz Ali Erbaş mıydı? Erbaş’ın itibarı mıydı? Makamı mıydı? Sahip olduğu kurumsal güç müydü? Erbaş, tüm bunların, bizlerin kişisel savaş alanı olduğunu mu düşündü?
Düşünmesin…
Çünkü o makamlar kalıcı, bizler gibi sizler de geçicisiniz Sayın Ali Erbaş! Ama o koltukta oturuyorsanız, hakkını da hesabını da vereceksiniz! Din üzerinden bir gücü toplum nezdinde kullanıyorsanız, “gerçek” olmakla kalmayacak, örnek de olacaksınız! Kimsenin kafasında soru işareti yaratmayacak, cevapsız da bırakmayacaksınız! Devletin neredeyse en büyük bütçeli kurumunun başında otururken, her bir kuruşun hesabını soranlara karşı “Size ne” der gibi bir tavır takınmayacaksınız! Açlık sınırının 18 bin 389 TL olduğu ve bu sınırın altında milyonlarca ülke insanı olduğu gerçeğini de bilerek, harcamalarınıza dikkat edeceksiniz! Kamuoyuna yansıyan “lüks otolar”, “yurt dışı gezileri”, “özel umreler” gibi tartışmalarla gündemi işgal ederken, susmak yerine, cevap vereceksiniz! Sarayların mutfağından “porsiyon küçültün” tavsiyesi verilen yoksul insanların din hayatını yönetirken, “şükür”de de “tasarruf”ta da onlara örnek olacaksınız!
Hatta onlardan hep bir kaç adım önde olacaksınız!
Konu ne Arapçanız ne de Türkçe duaları bile kağıttan okuyan halleriniz, ama laik Türkiye’nin Diyanet kurumunun vitrinine son dönemde doldurduklarınız! Son yıllarda farklı tartışmalarla gündeme gelen bir kurumun, neden ‘harcamaları’ yüzünden bu kadar eleştirildiğinde durmayan ‘size ne’ halleriniz!
Konu, oturduğunuz makamın hesap verilebilir halden çıkarılan, politize olmuş kimliği belki de! Yapılan basit bir eleştiriyi bile “itibar suikastı” olarak etiketleyen o makamı omuzlarda taşıtmaya çalışmanız ya da…
Bizler, bu ülkede, Ankara’dakilerin “dokunulmaz” hallerinden şikayet ederken, bence bu alana hiiç girmeyin, Sayın Ali Erbaş! Çünkü bu alan, dokunamadıklarımızın yarattığı kaoslarla dolu!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.