Ülkemiz emperyalistlerin fiili işgali altında olsa, yeraltı ve yerüstü bütün kaynaklarına böylesine el konulamazdı. Halklardan çekinirlerdi. Topraklarımız dahil satılık olmayan hiçbir varlığımız kalmadı. Bergama’yla başlayan altın arama ve işletme ruhsatlarının ardı arkası kesilmiyor. Altın madeni ruhsatlarının sayısı 800’ü geçti
BALYA’DAN İLİÇ’E SİYANÜRLE MADENCİLİĞİN SONUÇLARI (1)
1800’lerin sonlarında çalışmaya başlamasından 1939’da kapatılıncaya kadar Balya’da Fransızların işletmiş olduğu kurşun, çinko ve altın madeninin bugüne kadar doğa ve insan yaşamı üzerindeki etkilerini gördükten sonra gelelim günümüzde işletilmekte olan madenlere.
Balya’dan sonra topraklarımız ilk önce Kütahya Gümüşköy’de gümüş çıkarılmaya başlamasıyla siyanürle tanıştı fakat ilgili bilim insanları dışında bundan kamuoyunun pek haberi olduğu söylenemez. Siyanürle maden işletmeciliğine karşı duyarlılık Bergama altın madeniyle başladı. Bilim insanlarının, el ele hareketiyle birlikte Bergama köylülerinin önderliğinden yıllarca gündemde kalan bir direniş örgütlendi. Fakat Kaz Dağlarındaki kadar kitleselleşemeyen mücadele Bergama’da siyanürle altın çıkarılmasını engelleyemedi. Ama çevre bilincinin meşalesini de tutuşturmuş oldu.
Bergama’yla birlikte siyanürün ve asit maden drenajının doğa ve insan yaşamı üzerindeki etkilerini teorik olarak öğrenmeye çalışırken Balya ve Kütahya Eti Gümüş Madenleri canlı örnekler olarak kendiliğinden gündeme geldi.
Eti Gümüş Madeni çevresi, Balya’da madenin çalıştığı zamanlarda yaşananlardan farksız değildi. 1987’de kurulan Eti Gümüş Tesisleri’ni 2004’te özelleştirme yasasıyla satın alan Yıldızlar SSS Holding gemi azıya almıştı. Maden bölgesine giren yabancı plakalı araçların peşine özel güvenlik görevlileri hemen takılıyordu. Maden bölgesinin değil fotoğrafını çekmek arabanızın durmasına bile izin verilmiyordu. Her biri birer baraj gibi olan siyanürlü havuzlara döşedikleri drenaj borularını gizleme gereğini de duymuyorlardı. Drenaj borularıyla yaklaşık bir kilometre aşağıda doğal bir kaynak gibi siyanürlü su doğaya akıtılıyordu. Suyun akıtıldığı geniş bir bölgede yaban hayvanlarının sudan içmemesi, bölgeye yaklaşmaması için sürekli tüfek gibi patlama sesleri duyuluyordu. Tüplerle belirli periyotlarda patlama seslerini oluşturdukları bir düzenek kurmuşlardı. Kuşkusuz, hayvanlar sudan içip ölmesinler diye değil. Siyanürlü suyu içen hayvanların öldüğü bilinmesin, görülmesin diye.
Maden çevresindeki köylerin içme sularında yapılan incelemelerde de arsenik ve siyanür bulunduğu tespit edilmiş olduğu halde maden çalışmasına devam etmiştir.
Çevre köyler adeta boşalmıştı. Köylülerden göçmeyip kalanlar madende çalışanlardı. Özellikle Dulkadirli köyünde kalan üç beş aile de önce köyden göçmüşler fakat Kütahya’da iş bulamadıkları için “Madende çalışalım da ölürsek de aç değil, tok ölelim” diyerek köylerine dönmüşler. Başlangıçta çevre köylülerin tamamına yakını madende çalışırlarken yaşanan ölümler üzerine çalışmaktan vazgeçip köylerini terk etmişler.
2011 yılında siyanürlü atık havuzlarından birinin çökmesinden sonra Dulkadir Köyü’nden insanların siyanürlü sudan zehirlenmeleri sonucunda hastaneye kaldırılmaları ve doğadaki pek çok hayvanın ölmesi üzerine kısa bir süre işletmesi durdurulan maden, hâlâ çalışmaya devam etmektedir.
İliç gibi daha büyük felaketler her an yaşanabilecek olmasına rağmen, alınan hiçbir önlem yoktur ve nasıl bir önlem alınırsa alınsın uygulanmakta olan yöntemle eninde sonunda Porsuk Çayı’yla Karadeniz’e kadar bütün yerleşim alanlarının bu felaketi yaşaması kaçınılmazdır.
Bergama direnişi sürerken 2000 yılı başlarında Eşme Kışladağ’da Kanadalı Eldorado Gold-TÜPRAG ortaklığı faaliyetlerine başlamakta gecikmedi. Önce, zamanın DSP milletvekili şirketin genel müdürünün çantasını taşıyarak valilik ve diğer kurumlarda da sık sık görüldüler. Bir taraftan arazileri satın alırken diğer taraftan da bölgede etkin olacak insanları da satın aldılar. Şirketin Eşme’de özel olarak sözde madene karşı dernek kurdurduğunu daha sonra öğrendik. Derneğin başındakiler madenin elemanları gibi mücadelenin karşısında durdular. Her şeye rağmen hâlâ şirket elemanı gibi üstlerine düşeni canla başla yapmaya hala devam ediyorlar. Kışladağ Engelleme Girişimi’nde yer alan bir muhtar çok kısa bir süre sonra kaymakamlığa giderek kuruluş dilekçesindeki imzasını geri çektiğini bildirdi. Tıpkı Balya’da olduğu gibi şirketten düzenli olarak nemalandıkları söylentileri hâlâ devam etmektedir.
Daha deneme üretimleri sırasında denebilecek kadar erken bir süreçte Eşme merkezde ve çevre köylerde binlerce insan siyanürden zehirlendi. Siyanür 26 santigrat derecede buharlaşıyor. Buharlaşan siyanür havanın sirkülasyonuna göre hareket ediyor. 2006 yılı Temmuz ayında uzun süredir yağmayan yağmurla birlikte binden fazla insan baş dönmesi, mide bulantısı, kusma, halsizlik ve şiddetli baş ağrısı şikayetiyle hastaneye başvurunca toplu zehirlenmenin madenden olduğu anlaşılmış oldu. El Ele Hareketi bir ekiple Eşme’de gönüllülerden kan örnekleri alırken valiliğin ve kaymakamlığın müdahalesiyle alınan kan örneklerine el konuldu ve yeni örnekler alınmasına engel olundu. Valilik ve kaymakamlık zehirlenme olayının Eşme’de kanalizasyon suyunun içme suyuna karışmasıyla meydana geldiğini açıkladı. Fakat zehirlenenler sadece Eşme’de oturanlar değildi. Zehirlenmenin ikinci gününde Kışladağ Engelleme Girişimi’nin İzmir Halk Sağlığı’na getirdiği Mahmut Kulalı ve Halil Kaya’dan alınan kan örneklerinde yapılan tahliller sonucunda zehirlenmenin nedeni olarak siyanür tespit edildi. Mahmut Kulalı Düzköy, Halil Kaya Armutlu köylerinde oturmaktaydılar. Eşme’nin şebeke suyunu içmemişlerdi. Armutlu köyü madene 30 kilometre mesafededir. Ayrıca valilik ve kaymakamlığın açıklamalarından sonra Eşme Belediye Başkanı da şebeke suyuna kanalizasyonun karışmadığı açıklamasını yapmıştır.
Yıllar süren yargılama sonucunda mahkeme kararıyla şirket, Mahmut Kulalı ve Halil Kaya’ya 5’er bin TL manevi tazminat ödendi.
Aynı yağmurla maden bölgesine 40-50 kilometrelik uzaklıkta olan köylerde bu yağmurla birlikte domates, biber ve kavun-karpuz benzeri sebzeler yangın alevinden etkilenmişçesine bir anda kurudular. Meşe ağaçlarının madene bakan yanları bir hafta içinde diğer bütün yaprakları 15 gün içinde kurudu.
Her yıl yaz yağmurlarından sonra aynı durum hâlâ yaşanmaktadır.
Eşme çevresinde kanser nedeniyle ölümler sürekli artmaktadır. Hayvanlarda ölü ya da sakat doğmalar artmaktadır. Bekişli köyünde yağmurdan sonra dereden su içen bir sürü koyun ölmüştür. Sürü sahibine ölen koyunlarının yerine yenileri satın alındığı gibi sus payı olarak ayrıca üstüne yüklüce para verilerek susturulmuş, basına ve mahkemeye taşınması engellenmiştir.
Ölü ve sakat doğan hayvanlar artık basına yansımayacak kadar sıradanlaşmıştır. Fotoğrafta görülen sakat kuzu doğar doğmaz korkuyla sahibi tarafından kesilmiştir. Gene sahibinin korkusundan tıbbi incelenme de yaptırılamamıştır.
Yıllardır sabah çiğinin buharlaşmasıyla birlikte özellikle Söğütlü Köyü çevresinde sabahları genizleri yakan acı badem kokusu yoğun olarak yaşanmaktadır.
Suni dağlar haline gelen pasalar ve siyanürlü tepeler her gün biraz daha yükselmektedir. Asit maden drenajı ve siyanürle doğal yaşam zehirlenmeye devam etmektedir. Güneyden Güllü çayından Banaz çayına ve Büyük Menderes’le aydın Söke’den Ege denizine dökülünceye kadar bütün bölgeyi ve Ege denizini zehirlemektedir. Kuzeyden de Çınarlı dere ve Kale deresiyle Gediz nehrine karışarak İzmir Körfezi’ne-Kuş Cenneti’ne kadar bütün bölgeyi zehirlemeye deva edecektir.
Altın madeniyle doğal yaşamın katledilmesinin önüne geçilmesi mümkün değildir:
Yüzlerce İliç felaketlerinin yaşanması kaçınılmazdır.
Yüz yıldır Balya’da yaşanmakta olanlar, altın madenlerinin yüzyıllarca sürecek olan somut sonuçlarıdır.
Ülkemiz emperyalistlerin fiili işgali altında olsa, yeraltı ve yerüstü bütün kaynaklarına böylesine el konulamazdı. Halklardan çekinirlerdi. Topraklarımız dahil satılık olmayan hiçbir varlığımız kalmadı. Bergama’yla başlayan altın arama ve işletme ruhsatlarının ardı arkası kesilmiyor. Altın madeni ruhsatlarının sayısı 800’ü geçti.
Bir ülke savaşla talan edilse, depremle yer bir olsa, sil baştan imarı mümkün olabilir. Fakat Balya gibi katledilen bir doğanın üzerinde ne taş üstüne taş koyulabilir ne de bir tohum yeşerebilir.
Ne üretim yapabileceğimiz toprağımız ne içecek suyumuz ne de zehirsiz nefes alabileceğimiz havamız kalmayacak.
* Uğur Sümer, yazar, yönetmen
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.