Yitirdiğimiz yoldaşlarımıza, dostlarımıza verdiğimiz “Hesap soracağız” sözünü bir an olsun unutmadan; 10 Ekim’i, Suruç’u, 6 Şubat’ı takvimde “anma” günleri olarak işaretlemeyi reddetmekle başlayacağız
6 Şubat depremlerinin üzerinden 365 gün geçti. 365 gündür; devletin yalnız bıraktığını kendi ağzıyla itiraf edenler ile yeni bir yaşamı yıkıntıların arasında yeniden kurmaya çalışan sosyalistlerin mücadelesi, öfkesini yok edip sessiz yasa büründü. 365 gündür enkazın altında kalan sadece devlet değil, unutan hafızalarımız-öfkemiz oldu.
Depremin yıldönümü yaklaşırken İzmir’de kentin muhalefet güçleri ve dinamikleri ile yan yana gelişleri örgütlemeye çalıştık. Gerçekleştirmeye çalıştığımız yan yana gelişler, tek güne sıkışan ve hesap sormaya değil, deprem bölgesindekilerin taleplerini söylemeye, yitirdiklerimizi anmaya, yarım saatlik görev savmak için yapılan basın açıklamalarına dönüştü. Kentlerimizde sol-sosyalist muhalefetin yan yana gelerek bu tarihsel dönemlerde kitle hareketi örgütleyemediğine uzun süredir şahit oluyoruz. Her örgüt böylesi zamanlarda gücü oranında eylemler örgütler, bildiri dağıtır, yazılama yapar, şehrin çeşitli yerlerinden pankart asardı. Bunun sınırlı denecek kadar bile yapılmamış olması, 6 Şubat’ta sosyalistlerin hesap sorma inancını kaybettiği gerçeğini gösterdi.
***
Depremden hemen sonra kente gelen kayıtlı depremden etkilenen sayısı 400 bini bulan İzmir’de kadınların eylemi dışında yürüyüş yapılan tek bir eylem olmadı. Bir anıtın önünde gerçekleşen bir açıklama ile görev (!) yerine getirildi. Uzun zamandır tıkanan ve hareket etmekte zorlanan İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri’ne özgü sandığımız bu durum meğerse İstanbul’da, Ankara’da, Mersin’de ve diğer illerde de farklı değilmiş. On binlerce insanımızı kaybettiğimiz, ülkenin dörtte üçünün etkilendiği bu katliama yönelik tepki de sıradan (!) bir eyleme dönüşerek “asrın felaketi” oldu.
Tam 2 yıldır 10 Ekim Ankara Katliamı’nın yıldönümünde yaşadığımız, sıradan yapılan açıklamalar-mezar ziyaretleri ile geçiştirilen anmalarda birlikte omuz omuza mücadele verdiğimiz dostlarımızla aynı acıyı ve öfkeyi yaşayamamanın ağırlığı 6 Şubat eylemlerinde de açığa çıktı. Bu yazıyı yazmaya çalıştığım süreçte; İzmir’de 5 gazeteci sabah operasyonu ile gözaltına alındı, Deriteks Genel Başkanı örgütlenme faaliyeti yaptığı AKAR Tekstil’in patronu tarafından silahla vuruldu, 2020 yılından beri bulunamayan Gülistan Doku’nun yakın arkadaşı Rojvelat Kızmaz etkin bir arama yapılmadığı için şüpheli olarak ölü bulundu. Antalya’da yağan yağmurun ardından evleri su bastı. İliç’te dokuz işçi toprak altında kaldı. Bu öfke; tüm bu yaşananları hayatımızı kuşatmaya çalışan faşizmin, kentlerimizi saran neoliberalizmin olağan halleri olarak görmediğimiz için.
Bu toprakların en büyük yıkımlarından biriyle uyandık sabaha. Sermayeye açtıkları kentlerde başımıza yıkılan evler, en soğuk kış günün de sokakta yaşamaya çalışanlar, yok olan yollar-kentler, enkaz altında insanlar sosyal medya üzerinden hayatta kalmaya çalışırken internete getirilen kısıtlama… Bu toprakların gördüğü en büyük halk seferberliği… Gücünün son damlasına kadar bir halkın yaralarını sarmak, beton yığınları içinden birini kurtarabilmek için bir enkazdan bir enkaza koşan gençler-kadınlar-sosyalistler…
Bölgeye ulaşmayan AFAD, çadır satan Kızılay, sosyal medyaya kısıtlama getiren, kamusal seferberlik yerine OHAL ilan eden devlet, kârına kâr katmaktan vazgeçmeyip iş makinalarını bölgeye göndermek yerine Kaz Dağları’nı yağmalayan Limak, su ve yemeğin olmadığı yerde “Marketler yağmalanıyor” diye depremden etkilenenlerin peşine düşen polis, devletin linç politikaları sonucunda yağmacı denilerek vahşice katledilen insanlar…
Depremin üzerinden birkaç gün geçtikten sonra ilk kez kameraların karşısına geçen Erdoğan, devletin tüm bölgelere ulaşıldığını söylemiş, “Devlet yok” diyenleri not ettiğini söyleyip tehditler savurmuştu. Erdoğan’ın not defterinin karşısına bir not defteri koyamamışız, ki 365 günde yaşananları alt alta sıralasak 365 gün ne unutmaya ne affetmeye yeterdi. Deprem bölgesindeki deneyimlerimiz, dostlarımızın-yoldaşlarımızın anlattıkları, olduğu ilde kalarak bölgenin ihtiyaçlarına göre dayanışmayı ören her birimizin duyduklarını, gördüklerini not etsek değil 365 gün 365 yıl geçmeyecek bu öfkenin tek bir kente yansıması olmadan geride bırakmazdık 6 Şubat’ı.
Bu deprem ne 99 depremi, ne Van ne İzmir depremi gibiydi. Her zaman yaptığımız gibi yine dayanışmamız ile ihtiyaçları karşılamaya çalışacaktık ama bu yıkımın altından dayanışma ile kalkamayacağımızı biliyorduk. Kaybettiklerimizin acısını en derinimizde hissederken depremden tam 5 gün sonra kolilerin arasında kaybolmasına izin vermediğimiz acımız, öfkemizle çıktık İzmir’de sokağa. O gün “felaketin üzerinden siyaset yapmayın” diyenlerin, enkaz altında insanlar yaşam mücadelesi verirken OHAL ilan edildiğinde işçi eylemlerinin yasaklanmasını dert edenlerin, günlerce kafasını kolilere gömerek kaldırmayanların, ardından seçimlerde hesap soracağına inananların, yıldönümünde yine seçimin gölgesinde aday pazarlığına düşenlerin polis barikatını yıkıp geçen; Lütfü Savaş’ı, Fahrettin Koca’yı kovan Hatay halkına vereceği bir hesabı var.
***
Depremin ardından aylarca temiz suya-tuvalete erişim sağlanamadığını en temel ihtiyaçların hala dayanışma ile sağlandığını, deprem bölgelerinde her afetin bir felakete dönüştüğünü, su basan çadırları, elektriklerin hala gittiğini ama depremden birkaç ay sonra çadırlara kaçak elektrik kullanıyorsunuz diye sayaç bağlayan şirketleri unuttunuz mu?
Unuttunuz mu, şirketlerin karına zeval gelmesin diye binalar hiçbir önlem alınmadan yıkılırken toza bulanan kentlerde yaşamaya çalışanları, tüm uyarılara kulaklarını tıkayıp inşa ettikleri havalimanı pistinin hala kırık olduğu için kullanılamadığını, devlet hastanesi açtık diye övünürlerken her yağmur da su bastığını, yeterli ekipmanın, sağlık personelinin olmadığını…
Deprem bölgesindeki kayıp 1912 çocuğa ne olduğunu açıklayamayan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’ı, refakatsiz çocukları cemaat ve tarikatlara teslim eden Derya Yanık’ı, çadırda ısınmaya çalışırken çıkan yangın da ölen 2 çocuğu unuttunuz mu?
Şiddet failleri ile aynı çadırda yaşamak zorunda kalan kadınları, şiddete uğradıklarında başvurabilecekleri tek bir mekanizmanın olmadığını, 6284’ün uygulanmadığını unuttunuz mu?
Acele kamulaştırma adı altında tarım alanlarını, asırlık zeytin ağaçlarını imara açan sermaye-devlet işbirliğindeki yasaları, Dikmece’de, Gülderen’de yürütülen istimlakı, Mileyha Kuş Cenneti ile Asi’nin kollarına dökülen molozları unuttunuz mu?
“Hayat normale döndü” dedikleri Hatay’a Erdoğan gidecek diye kaymakamlık tarafından çadırları zorla sökülen, gece bir varilin başındaki ateşte ısınmaya çalışan Hataylının “O geceyi unutmayalım diye yapıyorlar” dediğini unuttunuz mu?
“Yerel ve merkezi yönetim birlikte çalışmaz ise mahrum kalır, bakın Hatay’a” diyen Erdoğan’ı unuttunuz mu?
Türkiye Tek Yürek kampanyası ile toplanan 115 milyar dolara ne olduğunu, bağış yapan şirketlerin vergi borçları silinirken depremden etkilenenlere gönderilen “Borcunuzu ödeyin” kağıtlarını unuttunuz mu?
Ya unuttunuz tüm bunları ya normalleştirdiniz hayatınızın olağan akışı içinde. Ya da alıştınız her gün ölen kadınlara, çocuklara, işçilere, intihar eden üniversitelilere, felaketlere dönüşen afetlere sürekli yanı başımızdan ayrılan dostlarımıza. Kurumsallaşan faşizmin, neoliberalizm ile yağmalanan kentlerimizin içinde sosyalistlerin normalleri değişmiş belli ki. Sahi normal dedikleri neydi? Şimdi hayatımızın her yerinde içimizi yapıp kavurması gerekenler gün içinde bir bilgi olmaktan öteye geçmiyorsa, tepki göstermeyi bir açıklamaya katılmak, günün ödevi sandığımız eylemler zannediyorsak tüm anormaller normalimiz olmuş demektir.
Suruç’ta, 10 Ekim’de, Gezi’de kaybettiğimiz dostlarımızın, tutuklanan gazetecilerin, siyasilerin, Can Atalay’ın, katledilen kadınların-çocukların-LGBTİ+’ların, depremde-selde yitirdiklerimizin hesabını soramadıkça yitirdiklerimizi faşizmin normali; kentin farklı yerlerinde hakları için direnen işçilerin, doğasını savunanları sesini duymamamız, direnişlere dayanışma göstermememiz kazanmaya olan inancını kaybeden sosyalistlerin normali oldu. Normale dönen Hatay ve deprem bölgeleri değil, normal olmayanı kabul edip normalleşen bu öfkeyi içinde hissetmeyen sosyalistler. Bu öfkeyi içinde diri tutup umudunu kaybetmeden faşizmin normaline alışmayan ile yaşamı yeniden kuracağız.
Yitirdiğimiz yoldaşlarımıza, dostlarımıza verdiğimiz “Hesap soracağız” sözünü bir an olsun unutmadan, 10 Ekim’i, Suruç’u, 6 Şubat’ı takvimde “anma” günleri olarak işaretlemeyi reddetmekle başlayacağız.
İçimizde sıkıca sarıldığımız bu öfke; hala enkazdan çıkan cansız bedenleri, güldüklerinde içlerinde bir acı yaşayanları, günlerce yakınlarına ulaşmak için enkaz başında bekleyenleri, bahur ve defneleri yaslarının ortağı yapanları, “Gitmiyoruz, buradayız” diyenleri unutmadığımız için.
“Anka kuşunun küllerinden yeniden doğduğu gibi enkazlarımızdan yeniden doğup şehrimizi yeniden kuracağız” diyen Hataylı kadınların yasını, acısını, öfkesini kendi öfkesiyle buluşturan, slogan atarken sesi titreyen, gözyaşını bahurun dumanına karıştıran, defne yaprağını sıkıca tutanlar ile birlikte hesap sormak için bu mücadele.
Bu ülkeyi kayıp çocuklar ve devlet dersinde öldürülen çocukların ülkesi olmaktan çıkarmak, bir fotoğraf karesinde hep aynı yaşta kalmasınlar, düşlerindeki dünya gerçek olsun diye bu inat.
Unutmaya kalkarsak birbirimize hatırlatacak, kaybettiğimiz her canımız için kuşanacağız öfkemizi. Unutursak birbirimizin yüzüne haykıracak; gelecek günlere, gelecek kuşaklara devretmeden; bizi enkaz altında bırakanların karşısına dikileceğiz. Hayatta kalmak değil insanca yaşayabilmek, umutsuzluğu yırtıp atmak, bir kişi daha eksilmemek için not defterimizi açık tutacağız.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.