İnsanlarımızın en fazla canını yakan gıda enflasyonundaki yıllık artış
yüzde 72,86’yı buldu. Dar gelirlilerin ana beslenme kalemi ekmeğin bir ayda yüzde 18,45, meyvelerin yüzde 15,49, yumurtanın yüzde15,14 artması halkımızın çarşı pazar şikayetinin ne denli gerçek olduğunu kanıtlıyor
Ağustos ayı tüketici fiyatları enflasyonu yüzde 9,09 olarak açıklandı. Böylelikle iki ay arka arkaya yüzde 9’un üzerinde bir fiyat artışıyla karşılaşmış olduk. Bu iki ayda yüzde 19,49’luk bir enflasyon yaşanması anlamına geliyor. Yıllık enflasyon da, yüzde 58,94 ile Merkez Bankası’nın yıl sonu enflasyon tahmini yüzde 58’in üzerine çıktı. 2023’ün eylül ve aralık dönemini kapsayan son 4 ayında ortalama aylık enflasyonun yüzde 2,5 olması bile enflasyonu yüzde 58’in üzerine taşıyacak. Büyük olasılıkla yıl yüzde 70’in üzerinde bir enflasyonla kapatılacak.
Önümüzdeki aylarda enflasyon ivmesinin süreceğinin en önemli belirtisi, fiyatları mevsimsel olarak sonbaharda sıçrama gösteren eğitim, konut ve giyim-ayakkabının ağustos ayında sırasıyla yüzde 3,11, yüzde 6,89 ve yüzde 8,25 olmak üzere aylık enflasyon yüzde 9,09’un altında artmış olması. İnsanlarımızın en fazla canını yakan gıda enflasyonundaki, yıllık artış da, yüzde 72,86’yı bulmuş durumda. TÜİK’e göre ülkenin en düşük gelire sahip yüzde 20’si eline geçen paranın yüzde 35’ini gıdaya harcıyor. Buna karşın gıda harcaması en yüksek gelirli yüzde 20’nin bütçesi için yüzde 16,6’da kalıyor. Dar gelirlilerin ana beslenme kalemi ekmeğin bir ayda yüzde 18,45, taze meyvelerin yüzde 15,49, yumurtanın yüzde 15,14 artış göstermesi halkımızın çarşı pazar şikayetinin ne denli gerçek olduğunu kanıtlıyor. Dolayısıyla ülkenin yoksullarının hissettiği enflasyon açıklanan ortalama oranın üzerinde kalıyor.
Peki enflasyon neden temmuz ile birlikte tırmanışa geçti? Çünkü ne pahasına olursa olsun, eldeki döviz rezervlerini tüketerek dolar kurunu seçime kadar 20 TL’nin altında tutma gayreti enflasyonda geçici bir sakinleşme yaşanmasını getirdi. 28 Mayıs’ın hemen ertesinde döviz kurlarındaki sıçrama dolaylı olarak enflasyona yansıdı. Hemen ardından gelen ÖTV-KDV zamları doğrudan fiyatları yükseltti. Enflasyon beklentisinin yukarıya doğru ivmelenmesi de, fahiş fiyat artışları için firmalara fırsat verdi.
Bir dönem TCMB’nin çokça referans verdiği, enerji, işlenmemiş gıda benzerlerini dışarıda bırakarak hesaplanan çekirdek enflasyon göstergeleri manşet enflasyonun üzerinde seyrediyor. Örneğin B Endeksi aylık yüzde 9,32, yıllık yüzde 63,52 artmış durumda. Bu da enflasyonun katılaştığını, kolayca düşürülemeyeceğini gösteriyor.
Peki ekonomi yönetimi enflasyonla mücadele için ne yapıyor? Kredi kartı ve tüketici kredisi faizlerinin yükseltilmesi yoluyla bireysel tüketimin bastırılmaya çalışılmasından başka hiçbir adım atılmıyor. Bu gerçekten talebi bir ölçüde kısabilir, enflasyonun daha da hızlanmasını bir miktar önleyebilir. Ancak borçlanarak, yaygın ifadeyle “kredi kartlarına takla attırarak” ayakta kalmaya çalışan yurttaşları daha da zor duruma sokar.
Geçtiğimiz hafta 2024 yılı memur ve memur emeklilerine yönelik Hakem Kurulu’nun altışar aylık yüzde 15 – yüzde 10, tüm yıl için yüzde 26,5’luk komik bir ücret artış kararı açıklandı. Aslında yüksek enflasyon ekonomi yönetimine bir para yanılması yaratmak için fırsat tanıyor. Şöyle ki, 2023 yılı Temmuz-Aralık için öngörülen ücret artışı yüzde 6’ydı. Halbuki daha şimdiden, iki ayda enflasyon yüzde 19,49 oldu. Büyük olasılıkla yılın ikinci yarısı enflasyonu yüzde 40 civarında gerçekleşecek. Böylelikle memur ve memur emeklileri yüzde 40 – yüzde 6 = yüzde 34’ün üzerine bir de yüzde 15 zam alınca seslerini fazla çıkartmayacaklar. Halbuki yıl sonuna kadar her ay satın alma güçlerinin gerilemesiyle zaten kaybediyorlar. yüzde 26,5’luk 2024 zammı, Merkez Bankası’nın tutturulma olasılığı çok düşük yüzde 33 enflasyon hedefinden bile daha geride olduğu için önümüzdeki yılda da kaybedecekler. Benzer bir durum SSK ve Bağkur emeklileri ve özel sektör çalışanları için de geçerli.
Geçtiğimiz hafta 2023 yılı ikinci çeyrek büyümesi yüzde 3,8 olarak ilan edildi. Veriler bu büyümenin yüzde 15,6 artan hanehalkı tüketimi sayesinde sağlandığını gösteriyor. Hanehalkı nihai talebi yılın ilk çeyreğinde de yüzde 17,3’lük bir yükseliş sergilemişti. Kamu tüketiminde yüzde 5,3, yatırımlarda da yüzde 5,1’lik bir artış gerçekleşti. Buna karşın mal ve hizmetleri içeren net ihracat yüzde 9,0 daralırken, ithalatta da yüzde 20,3’lük keskin bir sıçrama görüldü.
yüzde 3,8’lik büyüme ortalamasına; özel tüketim yüzde 10,7, kamu tüketimi yüzde 0,7, yatırımlar yüzde 1,3 pozitif katkı sağlarken, ihracat bu oranın yüzde 2,4, ithalat yüzde 3,9, toplamda net dış ticaret yüzde 6,3 düşük çıkmasına neden oldu. Yine stoklardaki azalış da, talebin bir kısmı o dönemdeki üretimden değil eldeki ürünlerden karşılandığı için büyümeye -yüzde 2,6 olumsuz etki yaptı.
Sektörel bazda bakıldığında ise, sanayi üretiminde 2022 yılının üçüncü çeyreğinden bu yana gözlenmeye başlanan küçülme eğilimi sürdü. Nisan-Haziran döneminde 6 Şubat depreminin de etkisiyle ivme kaybeden sanayi yüzde 2,6 düşüşle büyümeyi yüzde 0,5 aşağı çekti. Deprem felaketinin ertesinde hız kazanan inşaat sektörü ise, yüzde 6,2 genişleme sonucu ekonomik büyümeye yüzde 0,3’lük katkıda bulundu. Hizmetlere gelince, önceki ivmesini kaybederek yüzde 6,6 artış gösterdi ve büyümeye 2,2 destek verdi. Tarım ise yüzde 1,2 düzeyinde sınırlı bir artış sergiledi.
2023 ikinci çeyrekte GSYH 5,500 milyar TL, 271,5 milyar dolar olarak gerçekleşti. Böylelikle dolar cinsinden yıllık üretim 1,022 milyar dolarla ilk kez 1 trilyon dolar sınırını aştı. Kur artışları sonucu tekrar bu eşiğin altına düşene kadar, AKP’nin ekonomi sözcülerine “trilyon dolarlık ekonomi olduk” şeklinde yeni bir böbürlenme fırsatı doğmuş oldu.
Şimdi gelelim bu büyümenin nasıl sağlandığına ve açıklanan verilerin geniş halk kesimlerince neden şaşkınlıkla karşılandığına. Öncelikle, yüzde 3,8’lük bir büyüme Türkiye’nin uzun dönemli potansiyeline paralel bir performans. Ancak bu sonucun seçim ekonomisinin uygulandığı, döviz kurunun baskılandığı, faiz oranlarının suni bir biçimde enflasyonun çok altında tutulduğu bir dönemde elde edilmiş olması nedeniyle bir başarından söz edilemez. Bu elverişli koşulların ortadan kalktığı önümüzdeki dönemde ekonominin yavaşlayacağının, hatta durgunluğa sürükleneceğinin sinyali de kabul edilebilir.
Şöyle ki; yurttaşlar kredi kartlarının, bireysel kredilerin sunduğu uygun borçlanma olanaklarından yararlanarak, seçimler sonrası enflasyonun patlayacağını öngörerek harcamalarını öne çektiler. Döviz kurunun baskılanması ise, bu uyarılmış talebin bir kısmının ithalata yönelmesine neden oldu. TÜİK verilerine göre tüketim malı ithalatı ilk 7 ayda yüzde 68 artarak 26,3 milyar dolara ulaştı. Bu dönemde sırf otomobil ithalatı 9,6 milyar doları buldu. Yurttaşın ikinci çeyrekte genellikle taksitle alınan dayanıklı mallara yüzde 82,3 artışla 429,6 milyar TL’lik harcama yapması da, canlı talepte düşük faizlerin başrolü oynadığını düşündürüyor.
Katma değer ödemeleri içerisinde işgücü ödemelerinin payı yılın birinci çeyreğinde yüzde 37,8 iken ,ikinci çeyrekte yüzde 34,3’e düştü. Aslında yıl başlarında ücret artışları sonucu işgücü ödemeleri biraz toparlanıyor, sonra her çeyrek kademeli biçimde geriliyordu. 2022’de asgari ücrette Temmuz’da bir ayarlama yapılınca, işgücü ödemelerinin payında üçüncü çeyrekte de küçük bir artış gözlendi. ikinci çeyrekte EYT’lilere kıdem tazminatı ödemelerinin sürmesi ve emeklilerin en düşük maaşının seçim öncesi 7,500TL’ye çekilmesi gibi etmenler emeğin payının daha da düşük çıkmasının önüne geçti.
Türkiye’de bir ekonomik kriz değil, “bölüşüm şoku” yaşandığı tezinden yola çıkarsak, ekonomik büyümenin hala canlı kalması iki kanalla olanaklı. Birincisi, geniş kitlelerin borçlanarak talebi güçlü tutması; ikinci de düşük ücretlerin ihracatta rekabet gücünü artırarak, mevcut üretimin ağırlıkla dış pazarlara yönelmesi. Net ihracatın büyümeyi aşağı çektiğini biliyoruz. Dolayısıyla dış talep kaynaklı bir büyümeden söz edemeyiz. Gelelim ilk kanala. ikinci çeyrek itibarıyla, bireysel kredi kartı kullanımlarının Haziran sonu itibarıyla son 1 yılda 284 milyar TL’den yüzde 176,4 artışla 785 milyar TL’ye yükselmesi (25 Ağustos’ta 890 milyar TL) bu tezi doğruluyor. Aynı dönemde tüketici kredileri ise, konut kredilerinin yavaşlamasıyla 913 milyar TL’den enflasyona paralel yüzde 51,5 artışla 1,384 milyar TL’ye yükseliyor. Bireysel kredi faizlerindeki keskin artış, önümüzdeki dönemde borçlanarak harcama döneminin kapanacağı, böylelikle büyümenin yerini durgunluğa bırakacağı izlenimi veriyor. Diğer bir ifadeyle finansal koşulların uygunluğu nedeniyle kredi alanlar çekilecek, sadece nakde sıkıştığı için borçlananlar kalacak.
Sade yurttaşlarımız ısrarla o büyümenin kendi yaşamlarına yansımadığını söylüyorlar. Peki bu durumu nasıl açıklayabiliriz? Birincisi, yukarıda rakamlarla ortaya koyduğumuz gibi insanların geliri reel anlamda gerilese dahi, krediler yoluyla talebini canlı tutması olanaklı.
İkincisi, halihazırda ücretli çalışanlar ve emekliler dışında kalan geniş bir kitle var. Net işletme artığı kalemi altında gelirin yüzde 43,8’ini alanlar da bu gelirleriyle mal ve hizmetlere talep yaratıyorlar. Örneğin, TÜİK’in Tüketim Harcaması Araştırması’na göre her 100 lira harcamanın 37,4 lirası en zengin yüzde 20, sadece 8,1 lirası yoksul yüzde 20 tarafından yapılıyor. Bu farklar yüzde 1, yüzde 5 dilimlerinde daha da belirgin hale geliyor. Yani kar ve rant geliri olanların harcaması daha fazla artmış, bu büyümeyi yukarı çekmiş olabilir.
Üçüncüsü, enflasyon nedeniyle bir mal hizmeti yarın daha pahalıya alacağım endişesiyle harcamaların öne çekilmesi talebi canlı tuttu.
Dördüncüsü, “refah etkisi” denilen, borsadaki portföyünün değerinin artması, konut veya otomobil fiyatlarının yükselmesi nedeniyle “zenginleştim” duygusu yaşayanların daha kolay para harcayabilmeleri, bazen borçlanarak tüketmeye devam etmeleri olgusu yaşandı.
Beşincisi, yurt içi üretime ve istihdama sayıları çok tartışmalı göçmenler ve mülteciler de çeşitli kanallardan katkıda bulunuyorlar. Bu hem pastayı büyütüyor, dolayısıyla üretimi artırıyor, hem de 2022 yılı için 10,659 dolar olarak açıklanan kişi başına düşen milli geliri yukarı çekiyor. İstatistikler gerçekte pastanın daha fazla kişi tarafından paylaşıldığı, kişi başına gelirin daha düşük olduğu gerçeğini göz ardı ediyor.
Altıncısı, büyüme hesaplanırken enflasyona paralel bir deflatör üzerinden cari fiyatlar indirgeniyor. Örneğin, 2023 2nci çeyrek için deflatörde yüzde 54,7 oranı temel alındı. Eğer TÜFE ve Yİ-ÜFE rakamlarının gerçeği yansıtmadığı iddiası doğru ise, büyüme oranı da daha düşük çıkmalıydı.
Kaynak: BirGün
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.