Kamera Müzesi’nde Hilmi Nakipoğlu’nun 1970’den beri topladığı 1000’den fazla özel koleksiyon makineleri sergileniyor
Yıllardır fotoğrafçılık ile ilgilenen biri olarak, bir sene önce Amania Dergi’de okuduğum bir müzeyi gezme fırsatım oldu. Kendisi; İstanbul Bakırköy’de bulunan “Hilmi Nakipoğlu Fotoğraf Makineleri Müzesi” ya da “Kamera Müzesi”.
Kamera Müzesi’nin bulunduğu binanın tarihi, hem de müzenin kuruluş tarihi, Türkiye açısından önemli bir konuma sahipmiş. 1997’de açılan müze, Türkiye’deki ilk kamera müzesi olma özelliğine sahipmiş. Müze’nin bulunduğu bina ise 19. yüzyılın sonlarında, mimar George Psalty tarafından yaptırılmış, tüccar Dimitri Madenoğlu’na aitmiş. Bir dönem de Halkevi olarak kullanılan bina, 1997’de Hilmi Nakipoğlu tarafından satın alınarak Türkiye’nin ilk kamera müzesine dönüştürülmüş.
Müzeyi kuran Hilmi Nakipoğlu’nun hayatına kısaca bakacak olursak, bir şantiyeci ve sanatın birçok alanıyla ilgilenmiş bir sanatçı ve koleksiyoner. Verdiği bir röportajında Özel İstanbul Koleji’nde okurken fotoğraf kulübü kuruyor ve kulübü kurma hikayesini okuduğum e-dergide verdiği röportajda şu sözlerle anlatıyor: “Fotoğrafı araç olarak kullanmaya başlamamın sebeplerinden biri müzik ve tiyatrodur. Tiyatroda dekor yapıyordum. Çok fazla faaliyet yapıyorduk ve okul da bizi çok destekliyordu. Yarışmalar, münazaralar düzenliyorduk. Tiyatroda fotoğrafları ben çekip satış yapıyordum ve malzeme için gelir elde ediyordum.”
Kamera Müzesi’nde Hilmi Nakipoğlu’nun 1970’den beri topladığı 1000’den fazla özel koleksiyon makineleri sergileniyor. Kamera Müzesi’ni kurma hikayesi’ni de gene o okuduğum Amania Dergi’de verdiği röportajda şu sözlerle aktarıyor: “Evimde iki tane dev vitrinim vardı. Makinelerle dolup taşıyordu. Sığmayanları ayrıca kolilerde ve çantalarda saklıyordum. Eve gelen misafirler ne olacak bu makineler diye soruyorlardı. O zaman bir hedef koydum kendime müze kuracağım diye ve yaptım.”
Müzeye girince ilk olarak giriş biletini alarak gezmeye başlıyorum. Rehber eşliğinde müzenin bölümlerini dinlemeye başlıyorum. Müzenin ilk odasında Rollefiex marka 120 mm filmle çalışan analog fotoğraf makinelerin bir kısmını ve çekilen fotoğrafların bir kısmını görüyorum. Ve geçmiş zamanlarda çalışan 3D fotoğraf makinelerin bir kısmını da bu bölümde görüyorum. Rolleiflex markanın tarihine baktığımda ise Alman bir optik alet markası olan “Rollei” markasının serisi olarak üretilmiş. “Rolleiflex” ismi ise Rollei’nin önde gelen orta format çift lensli refleks (TLR) fotoğraf makinesi serisine atıfta bulunmak için kullanılmış. Diğer odaya geçtiğimde ise burada katlanabilir fotoğraf makinelerini görüyorum. Hem taşınabilir, hem de taşınmaz makinalar var bu bölümde. Bu makinelerle çekilen fotoğrafların bir kısmını da burada görüyorum. İnceleyip giriş katı bitirirken balkona doğru yöneliyorum ve güzel bir anı köşesi dizayn edildiğini görüyorum. Ve bende bu anı köşesinde fotoğraf çektirerek üst kata doğru yol alıyorum.
Merdivenleri çıkarken 2. Dünya Savaşı’nda çekilen fotoğraflar basamakları çıkarken bana eşlik ediyor. Üst katta üç tane fotoğraf sanatçısının resimlerinin olduğu galeriler olduğunu rehberden öğreniyorum. Bu sanatçılar; Türk Fotoğraf Tarihinde iz bırakan bir isim olan İbrahim Zaman, İlteriş Tezer ve Türkiye’deki ilk kadın fotoğraf alanındaki profesör unvanına sahip olan Prof. Dr. Güler Ertan. Bu isimlerin resimlerinin olduğu bölümlerde ise tabii ki de makineler ve makinelerin aksesuarları var. Hatta İbrahim Zaman Galerisi bölümünde Leica marka kameralar var sadece. Leica markasını da internetten araştırdığımda ise 1869 yılında Almanya ‘da mikroskop ve optik cihaz üreticisi olarak kurulmuştu. İlk 35 mm filmli Leica prototipi, 1913’te yapıldığını öğreniyorum. Ve rehberden dinlediğim kadarıyla altın kaplama Leica fotoğraf makinesini de burada görüyorum. Bu özel sınırlı üretim olan altın rengi ve kahverengi su yılanı derisi dış görünümüne sahip olan makine sadece 1000 adet üretilmiş. Leica R4 isimli makinenin seri numarası C 047 olduğunu öğreniyorum. İlteriş Tezer ve Prof. Dr. Güler Ertan Galerisi bölümünde gezerken 35 mm filmli makineler, 120 mm filmli makinelerin geri kalanını görüyorum ve fotoğrafları inceliyorum.
Koridora çıktığımda ise Rus yapımı 35 mm fotoğraf makinelerinin sergilendiği vitrinler çıkıyor gözümün önüne. Kiev, Zorki ve Fed markaları Rus yapımı makine markaları var çoğunlukta. Bu makineler 35 mm filmli fotoğraf makineleri. Fed markasının Leica’dan kopya çekilerek yapıldığını rehberden öğreniyorum. Ve diğer odaya geçtiğimde ise eski zamanlarda video kameraların olduğunu söylüyor rehber. Bu bölümdeki makineler genelde günlük amatör filmlerin çekildiğini söylüyor rehber. Tabi benim videoya karşı bir ilgim olmadığı için öylesine bakarak bodrum kata iniyorum.
Bu katta ise analog makinelerin içinde kullanılan filmlerin yıkanması için karanlık oda tekniğinde kullanılan geçmişten günümüze gelen malzemeler sergilenmiş. Bu bölümü gezerken az buçuk bildiğim için çok detaylı inceleme yapamadım. Benim akranlarımın analog fotoğrafçılık serüveni, filmi bitirdikten sonra İstanbul Sirkeci’de bulunan karanlık odası bulunan belli başlı fotoğrafçılara ya kargo yaparak ya da bizzat götürerek fotoğrafları alarak bittiği için teknikleri pek bilmeyiz. Rehberle de bu serüvenimizi konuştuk ayaküstü. Sonra bu katı bitirerek girişe çıkıp anı defterine anımızı yazıp oradan ayrılıyorum.
Ara Güler’in müzede de gördüğüm sözüyle bu makalemi bitireyim: “Yaşam size verilmiş boş bir film; her karesini mükemmel bir biçimde doldurmaya çalışın.” Bize verilen boş filmin her karesini mükemmel bir biçimde doldurmak dileğiyle.
Kaynakça
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.